Hafıza-i beşer nisyan ile malul değildir. Geçen haftanın ortasında bir ak şam, Ankaradaki Merkez Ceza evinin orta boylu şayanı hayret derecede geniş omuzlu, güldüğü za man altın dişleri görünen müdürü gardıyanlar tarafından evınden ça- sakınlerınden artık adeta demirbaşından Ülkü Armanın ani ola rahatsızlandıgı ateşinin kırka yaklaştığı, arkadaşları ve bil- hassa can kardeşi Beyhan Cenkci tarafından neye gönderil mek istendiği bildirilmişti. Müdür Kemal Günal genç gazetecinin te- davisinin cezaevi revirinde yapılıp yapılmadığını sordu. Aldığı cevap müsbet oldu. Doktor bulunmadığın- dan arkadaşlarının yardımına koşan ve revirde çalışan bir mahküm Ar- mana peniciline yapmış, fakat ateş, inmek bir yana, yükselmekte de- vam etmişti. Koğuşun gardiyanı gerektıgı gibi alakalanmayı reddet— miş, bunun üzerine ma mlarla arasında bir atışma cereyan etmiş müdüre haber vermek zarureti orta ya çıkmıştı. Ülkü Arman on günlük bir açlık grevinden yeni kurtulmuştu. Bünye- si henüz zayıftı. Ankara - Hilton ise, içerdekiler hakkında "Bırak mon- şer, kahraman olmak için giriyorlar. Başımıza bela mı edelim?" diyip viskisini vicdanı rahat olarak yu- dumlayan her meslekten -hatta ga- zeteci- kibar zevatın zannettiğinin aksıne hiç de Hiltona benzemiyordu. aya kömür atıldığında iki kü- çuk oda cehennemden bir köşeye dönüyor, pencereler açılıyor, hara- ret biraz geçince tekrar dondurucu halini alıyor, helaya gitmek için da- hi sıcaktan soğuğa geçmek, müte- madiyen suhunet değiştirmek gere- kiyordu. Hela bir parça hava almak maksadıyla meşhur Bulvara çıkan- lar, eğer üzerlerine bir şey almaz- larsa rüzgar anaforundan mutlaka hasta olup dönüyorlardı. Ülkü Ar- manın nahif vücudu dayanamamış, gripe yakalanmıştı. O akşam, koğuş gardiyanına başvu- ruldugunda adeta kendisini kaybet- mek üzereydi. Cezaevi müdürü, Ulusun yazı iş- leri müdürüyle gerektiği gibi alaka- dar oldu. Gerçi "icap eden yerler" e telefonla akıl danışmadı değil ama, oralardan da müsait cevap alınca süratle bir taksi çağırttı ve Ülkü Armanı Numune hastahanesine sev- ketti. Hastahanede Ülkü Armana ilk tedavisi yapıldı. Genç gazeteci- nin yatması lâzımdı. Fakat, doğrusu 1stenılırse Armanın gözü Taş pa- viyon kesmedi. "Taş paviyon" mahkumlara ayrılmış bulunan kısım- dı. Yaşama şartları feciydi. Hele bundan bir müddet evvel bir ma kum, iddia olunduğuna göre nö- betçi jandarmaya para yedirip kaç- mış bulunduğundan mahkümlar, hasta mahkümlar yataklarında ke- lepçeleniyorlar, hattâ bir kısmı kar- yolalarına prangalanıyorlardı. Ul- kü Arman bin zahmetle yenıden hapishaneye döndü. Cezaevi, "Taş Ülkü Arman kurtuldu Farelerden Paviyon"un yanında adeta cennet- ti. Fakat koğuşta kalması da mah- zurluydu. Revire yatırıldı. Orada da kendisine iyi muamele edildi. Doktorlar candan alaka gösteriyor- lardı. Oda, iki, üç kişilikti. Ülkü Ar- man orada bır kaç günde ateşini yendi Açlık günlerinde kaybettiği kiloların bir kısmını da aldı. Fakat genç gazeteci ciddi bir tedaviye ih- tiyaç gösteriyordu. Bu arada Beyhan Cenkçi, bir ba- kıma tek başına kaldığı koğuşun— da kitaplarıyla ve resımlerıyle uğ- raşıyordu. Gazetecilerin üzerinde, Metin Tokerin çıkmasınm hemen a- kabinde âdeta bir "şiddet havası" esmişti. Beyhan Cenkci, idareye ha- ber vermeden ranzasını değiştirdiği mucip sebebiyle Metin Tokerden devraldığı ve pencere kenarında bu- lunan ranzasından alınıp eski yeri- ne iade edilmişti. Bunun, usullere uyan bir tarafı yoktu Koğuşta ran- za değiştirmek, izine bağlı tutulmu- yordu. Ortada misaller vardı. Hem de bin tane.. Nihat Subaşı çıktıgın— da Fatih Fuat onun yerini almış v kimse sesini yukseltmemıştı Meh- met Taşkesen başka cezaevine git- tiğinde, "Polis" onun yatağına geç- mişti. Bir Demokrat gazete sahibi es mesleği 1t1barıyle cılık hiç bir usulden bahsetmemiş- ti. Fakat Beyhan Cenkci pencerenin kenarına gelince sanki kıyamet kop- muş, idare harekete geçmişti. Bu- nun sebebi yok değildi. Ranzanın bir başka -ve Demokrat tanıdıkları bulunan- talibi vardı. Üstad, atla- yınca hiddete gelmiş ve mektuplar- la Ulus yazı İşleri Md. nün oradan alınmasını istemişti. Gerçi hadise dallandığından ranza ona da kalma- mış, bir yaşlı öğretmen oraya ge- tirilmişti ama bu şekilde davranış Ankara Hiltonun genç gazetecileri- nin yüreklerinde telâfisi imkânsı bir eziklik yaratmıştı. Burada da mı Halkçı- Demokrat tefriki bahıs mevzuu olmalıydı ? Fakat geçen haftanın başlarında bizzat Adalet Bakanının alâkasıy- la alınan bir karar bütün bunları unutturdu. İdare, Ülkü Arman ile Beyhan Cenkcının aileleriyle, tıpkı Fatih Fuad gibi müdürlük odasında görüşmelerine müsaade etti. Zaten aynı müsadeden, bir devreden son- ra, mutad görüşme mahallinin cam- ları arkasından İsmet İnönü ile bir- birlerine seslerini duyuramamaları mucip sebebiyle Metin Toker de is- tifade ettirilmişti. Zavallı "Kahraman"lar! Gerek Bakanın, gerekse idarenin bu küçü- cük alâkası, iki genç gazeteciye dert- lerinin bir kısmını unutturdu. Hat- ta, bin defa çağırdıkları avukatları Muhiddin Kılıçın, ihtimal ki politik bir fayda görmediğinden, zahmet edip cezaevine kadar gelmeye ya- naşmamasının, onların dertlerine tercüman olmayı reddetmesinin ma- nevi üzüntüsünü bile... AKİS, 16 ARALIK 1959