bir kararıyla yapılıveren değişikliğe ne mana verilebilirdi? Aslında — böyle bir değişikliğin Beyefendi için manası büyüktü. Bü- yüktü, zira bütçe arifesinde Kabine uyelerı arasında mevcut bazı ihtilâf- ların halli için -Başbakanın kanaati- ne göre- yol buydu. Beyefendi, hükü- metinde huzur istiyordu. Kabine üyeleri arasındaki anlaş- mazlık Koordinasyon bakanlığının kuruluşundan bu yana m ede- geliyordu. Koordinasyon bakanlığı koltuğunda oturan Sebati Ataman bakanlığının bütün — selâhiyetlerini hiç sakınmadan ve çekinmeden kul- lanıyordu. Üstelik, Ataman stabili- zasyon programına sıkı sıkıya bağ- tabanlığı idi Polatkan, Samet Ağa- oğlu ile olan mücadelesini — zaferle neticelendirmişti. Agâoğlu, şimdi ka- bine dışındaydı. Bir zamanlar derin ihtilâf içinde bulunduğu Fatih Rüştü Zorlu ile arası da zahiren düzelmişti. Şimdi, görünüşte, Maliye Bakanı ile Dışişleri Bakanının arasından su sızmıyordu. Dışışlerı Bakanının Bey— fendi Üüzerindeki "hayırhah tesiri" malumdu. Polatkan, bu faktörü göz önünde tutmak zorunda kalmış ve fazla direnmemeyi tercih etmişti. Ko- ordinasyon Bakanına gelince, esasen o vekâlet ettiği Sanayi Bakanlığı ma- kam odasından çıkmıyor, Sanayi Ba- kanlığının makam arabasından inmi- yor, her hareketiyle bu bakanlığı geliyordu. Zira, kanının en ziyade durumunda olduğu bakanlık, Maliye lıydı. Hal böyle olunca rahatı kaçan sevdiğini belli ediyordu. Öyleyse git- bazı Bakanların hışmı ufak tefek sin, Sanayi Bakanlığı yapsındı! Bu, Koordinasyon Bakanının üzerinde Zonguldak milletvekili Sebati Ata- toplanıyordu. Eli kolu bağlanan Ba- man için de bir avantaj olacaktı. Bir kanların başında Hasan Polatkan sanayi merkezi olan seçim bölgesin- Koordinasyon Ba- müdahele etmek den gelen heyetleri memnun etme böylelikle kolaylaşacaktı. Ne var kı Hasan Polatkanın bu iyi Buyurun Cenaze Namazına! P eki, şimdi ne olacaktı? Hadiseyi, artık herkes duymuş bulunuyor. İran basınında Türkiye aleyhinde -Ne kadar yuksek olursa olsun bir Türk şahsiyeti aleyhinde değil, doğrudan doğruya aziz Türkiyemiz aleyhinde- bir neşriyat kampanyası açılmıştır. Vahame adını tanıyan ve sahibi bir milletvekili olan -Başyazarı "Muhalefet liderinin damadı" olan değil, Şahın Parlâmentosunda milletvekili olan- bir gazete kırıcı bir makale neşretmiştir. Makalenin manalı başlığı "Fırsatçı Türkler"dir. Yazar "Kendi hususi menfaatlerini bütün büyük anlaşmaların üstünde gören Türkler, fırsatçılık göstererek Ruslara yanaşmışlardır" diye başlamak- tadır. Bundan sonra aynı parlak minval üzerinde devam eden yazar dahıyane fîkırlerını bağlamaktadır: "Memleketlerini ziyaret eden Eisen- ower'e bir marlama nutuk söylettiler". Yazı öylesine beğenilmiş olmalıdır ki bunu Tahranın Farsça çıkan bir, Fransızca çıkan bir, İngi- lizce çıkan bir gazetesi derhal iktibas etmışler ve duyurmuşlardır. Tah- ran gibi başkentlerde yabancı dillerde neşredilen gazeteler ekseriya hü- kümetin görüşlerini aksettirdiğinden ve bu görüşleri gayrı resmi şekilde duyurmak vazifesini omuzlarında taşıdıklarından resmi çevrelerin bu görüşe karşı hiç olmazsa sempatik bulundukları hatıra gelebilecek ilk ihtimaldir. Unutulmamalıdır ki bundan bir müddet evvel bir başka Tah- ran gazetesi Türkiye Cumhurbaşkanını Amerikanın köpeği olarak gös- teren bir karikatürü, ihtimal ki pek zarif bir espri olduğu düşüncesiyle, fütursuzca neşretmıştı Hâdise, üzerinde durmaya değer mi, değmez mi? Bu, pekâlâ mü- nakaşa kaldıran bir husustur. Vahame e gazetesi, Türklerin fırsatçı olduk- larını, iki yuzlu bir politika takip ettiklerini ve kendi hususi menfaatle- rini her şeyin üstünde görerek Ruslara yanaştıklarını yazmış. Eee ne ol- muş? Gazetedir, yazar. Yazdığı doğruysa, yapılacak bir şey yoktur. Doğ- ru değilse, işin doğrusunu duyurmak, ama mahkemelere koşarak değil, hakikatleri anlatarak duyurmak oradaki elçiliğimizin başlıca vazifesidir. Nitekim meşhur karikatür çıktığında Tahrandaki Büyük Elçimiz Yakup Kadri Karaosmanoğlu gerekli siyasi temasları yapmış ve meselenin hal yolunu bulmuştur. Tahrandaki Türkiye temsilcisi unutmamalıdır ki eğer iki memleket, iki millet arasındaki dostluk torpillenmek isteniliyorsa mükemmel bir çare vardır: Bir yabancı elçilik olarak Türkiye elçiliği, İranın kendi öz malı Vahame gazetesini dava eder! Vahame gazetesinin en amansız düşmanlarının bile dışardan gelen bu müdahale karşısında gazetenin yanında yer alacaklarından, bize karşı hususi bir hiddet yacaklarından hiç kimsenin şüphesi olmamak gerekir. Elbette ki Tahrandaki Türkiye Büyük Elçisi, diplomasiden anlayan bir İnsan olarak böylesine münasebetsiz teşebbüslere girişmeyecek, ken- disini gülünç hale sokmayacak, muhafazası elzem bulunan Türk - İran dostluğuna aksatmaya çalışmayacaktır. İnsanlar -ve milletler- aleyhlerinde fikir beyan edilmesini olgunluk- la karşıladıkları müddetçe büyük sıfatına hak iddia edebilirler. AKİS, 16 ARALIK 1959 dıleklerı YURTTA OLUP BİTENLER Sebati Ataman Kime niyet, kime kısmet?.. Atamanın pek hoşuna gitmiyordu. Zonguldak milletvekili Koordınasyon Bakanı olarak kalıp, ay akan vekili olarak darın sayın başının olacaktı. rın sayın başına ise bu mevzuda Zor- lu ve Polatkan bir hayli işlemişler- di. Nitekim, geçen haftanın sonun- da cumartesi günü kabinenin yaptı- ğı oturumdan bir bahaneyle yarım saat evvel çıkan Sebati Ataman o toplantıda sadece Sanayi Bakanlığı- nı temsil etti. Bu defa zafer, Polat- kan ve Zorlu tarafından kazanılmış— H, Devlet kuşu... A ncak boşalan Koordinasyon Ba- kanlığı koltuğuna kimin getiri- leceği, Atamanın bu koltuktan alın- mühim — meseleydi. Ba- kanlığa öyle biri getırılmelıydı ki iş- ” ansın, ne ke ler bap" kabi- linden kolayhkla halledilsindi. Bu mesele, Başbakan Menderesi kabine toplantısından evvel bir hayli düşün- dürmüştü. Yeni Koordinasyon Baka- nı kim olabilirdi? Bunun için Abduh- lah Aker biçilmiş kaftandı. Aker, na- sıl Millii Korunma Kanunu bıça— ğının en keskin olduğu devirde, Eko- nomi ve Ticaret Bakanlığını darın sayın başlarını memnun cek bir liyakatle idare etmişse, bu defa da Koordinasyon — Bakanlığını iktidarın sayın başlarını memnun edecek bir şekilde idare edebilirdi. Kaldı ki bundan böyle Beyfendi de l1