çıkarmadan edemez. Hani bu hizme- tinden ötürü Fransızlardan bir tah- sisat istese yeridir. Fransız sahnele- rinde bile yıllardır oynanmayan eser- leri yertiden hayata — kavuşturmak Fransız tıyatrosuna az hizmet midir? İşte yeni bir örnek: Yvan Noe gi- bi, bugün adı sam unutulmuş bir ya- zarın 23 yıl Önce oynanmış bir piyesi "Ayd Mevzuu da şu: Orta hal- lı bir memur evi 1le dairesi arasında geçen hayatının yeknesaklıgını gi- dermek, felekten biraz kâm almak için, aylıgından ayırdığı bir miktar para ile, lüks lokallerde keyfediyor. Güzel kadınları seyrediyor, fırsatını bulunca da onları duymıya pek alışık olmadıkları tatlı, okşayıcı sözlerle "tavlıyor". ma iş tam "kuvveden fiile" çıkacagı zaman da, foyası mey- dana çıkar korkusuyla, sırra kadem basıyor. Ayda Bir"in kahramanı, hayali Mösyö Christian gene bu aylık gez- melerinden binitte çıktığı bir akşam, güzel bir kadım, bu sefer daha faz- laca duygulandırmak bedbahtlığına uğruyor. Kadın, gönlüne girdikten sonra kaybolan bu en azından, elli- lik Don Juan'ı arayıp buluyor. Yal- nız o mu? Telâşa düşen ve kendisiy- le ilgili Uç genç erkek de, dairesinde saten koltuklarla çalışan Leon Jour- dain'i -Mösyö Christian'in gerçek adı budur- gelip buluyorlar. İşin tuhafı- sahte Fransız neo Tromantizmi - güzel kadın, hayalinde — büyüttüğü Don Juan'ın basit bir aile erkeği, dar gelirli bir memur olduğunu —öğren- dikten sonra, kendisine oynanan bu kötü oyuna kızmıyor gerçek, daha da genç daha da zengince bir Mösyö Christian bulmak ümidiyle yan odada kendisini heyecanla bekleyen üç sev- dalıyı da yüzüstü bırakıp gidiyor. Sahnedeki oyun B u yavan ve santimantal piyes, iki başrolde, yani Leon-Christian rolü ile genç kadın -Suzanne. da sürükle- yici, inandırıcı sanatkârlar bulmuş Olsaydı, belki gene de zevkle seyredi- lecek bir hal alabilirdi. Ama ne ge- zer... Herşeyden önce, olgun yaşına rağmen, hakim, cazip bir erkek tipi- ne muhtaç olan Christian'ı, ne fiziği, ne de temperament'ı böyle bir role gitmeyen Reşit Baran'a — vermişler. Parisli dilberi de, çocuk tiyatrosun- dan yetişmiş ve yeni yeni genç kadın rollerine çıkmaya başlamışolan, Şadı- man Ayşın'a... Başroller bu kadar i- sabetsiz dağıtılmış olursa üst tarafı- nı artık saymıya ne hacet. — Yalnız Christian-Jourdain'in karısında Şazi- ye Moral, ikinci perdede, o orta yaş- lı, hanım hanımcık, biraz hasis, biraz kıskanç, biraz da bön madam Jour- dain'i -bir hayli alaturkalaştırmakla beraber, gerçekliği olan, tabii bir o- yunla canlandırıyor Bu perdede, ay- nı tonu birleşince, Reşit Baran da hiç yadırganmıyor. Buna karşılık İsmet Ay ın pek yapmacık Andre'si ile Zih- Küçümenin pek kaba makyajlı, iğreti perukalı Montferrand'ı taham mül edilir gibi değil. Değil ama, ls— tanbul seyircisinde bu Eyüp sabrı varken Şehir Tiyatrosu sahnelerinde, hele İstanbul Bölümünde, daha neler görürüz! AKİS, 7 MART 1959 Şundan Bundan... S on günlerin en dedikodulu işi memleketimize — gelen Fransız artistlerinin "Benimle Oynar mı- sınız?" piyesini beğenip beğenme- meleri konusunda bazı tenkitçile- rimizle Küçük Sahne oyuncuları- nın çatışması oldu. Ben tenkidçi olmadığım için piyesin — değerlen- dirilmesiyle ilgili tartışmalara ka- tılmam, ama bu meseleye Fran- sızları ilk karıştıranlar kimlerse onlara hitap etme istiyorum. Beyler! Bugün Batı Avrupa ve bu arada Fransız tiyatrosunun kısır bir bocalama, hatta yer yer zırva- lama devrine — girdiğinden haber- siz misiniz? Tarihi gelişme bakı- mından bizden ilerde, fakat bir kriz ve belki de bir çıkmaz nok- tasında bulunan bu cemiyetlerde sanatın da gerçekten kaçıp karan- lığa, karışıklığa, — manasızlığa sı- ğınmağa çalıştığını, kendi kendine mırıldanmağa başladığını göremi- yor musunuz? Biz ise daha geri- lerde fakat gelişme halinde olan meselelerle karşı bulanan bir cemiyetiz; sanatımız da zikzaklar, ve durak- layıp hızlanmalarla, fakat hep da- ha büyük bir aydınlığa ve yeni sentezlere doğru gelişiyor, Sahne- miz derseniz, Türkiye bugün dün- yada tiyatronun filizlenmekte ol- duğu nadir yerlerden biri. Durum böyleyken siz en küçük değerlen- dirmeden en büyük Ölçülerin tâyi- nine kadar her çaptaki meselede Batının karşısında niçin bu derece kendinize güvensiz, bukadar boynu bükük ve manen bitkinsiniz? Ken- di zekâsına, kendi bilgisine, kendi gücüne güvenmeyen bir milletin endüstri kurabilmesi çok şüpheli- dir; ama gibi kökü sırf duyguya ve bir çeşit milli nara atma isteğine dayanan, bir alanda öyle bir güvenin yokluğu yüzde yüz âciz demektir. Biliyorum, bu- rada şikâyet ettiğim davranış size has bir şey, değil, maalesef aydın- larımızdan çoğunun hastalığı. A- ma fikir hayatımıza şekil vermek- le, sanatımız getirmekle görevli bulunan sizlerin hiç değil- se gölge etmememiz ve entellek- tüel ithalât komısyonculugundan bir an önce vaz geçmeniz gerek. Coğumuz İngiltereden ideal hür- >/riyet memleketi diye bahsede- Tiz. Ama bilir misiniz, orada pi- yeslerin halka — oynanmasından önce hükümetten sansür izni alın- ması şart koşulmuştur ve Lord Chamberlain'in "ahlâk" bakımdan itirazına kurban giden son eserler arasında Arthur Miller'in şimdi Refik ERDURAN İstanbul Şehir Tıyatroları dram kısmında oynanmak a olan Öp- rüden Görünüş" piyesi de vardır. İngilizler bu eseri ancak özel bir tiyatro — kulübünün yardımıyla seyredebildiler. Ilk fırsatta kapağı — Amerikaya atmağa hevesli — sanatçılarımız Pazar günkü — gazetelerin verdiği bir haberi - herhalde ilgiyle oku- muşlardır: Ünlü Amerikan yazan William Saroyan geçim sıkıntısın- dan vatanını terketmek zorunda kalmış! Bendeniz de buna içyüzü- nü iyi bilecek durumda bulundu- ğum bir alandan başka bir haber ekleyeyim: Türkiye artık bir insa- nın sadece piyes yazarak gayet rahat yaşayabileceği bir memleket oldu. Açlığı sanatın — vazgeçilmnez bir unsuru sayan sandal ayakka- bılı uzun saçlı, top sakallı Beyoğlu mistiklerimiz ne derler bilmem a- ma ben bunun tiyatromuzun ge- lişmesi bakımından çok sevinile- cek müspet ve güzel bir dönüm noktası olduğuna inanıyorum. * Ayni zamanda esersiz bir sanat- çı da olan bir tenkidçi doçenti- miz vardır; genç piyes yazarları- mıza daima fikir dolu /şeyler yaz- maları için Öğütler verir. Son ya- zılarından birinde bu zatin Iones— cö'ya hayran olduğunu okuyunca pek şaştım. Anlaşılan değerli do- çent bu İonesco'nun tiyatroda yüz- de yüz manasızlık ve fikirsizlik te- zinin en hararetli avukatlarından olduğunu bilmiyor! S ırası gelmişken size belki şim- diye kadar eserlerine maruz kalmadığınız Toneseo'dan bir ör- nek vereyim. İşte son amatör fes- tivalimizde oynanan "Vazife Uğ- runda" piyesinin "Sahne Kapısı" dergisinden aynen, alınma Özeti: "Choubert ve Madeleİne İsminde kendi halinde yaşıyan bir kariko- ca. Bir gün evlerine bir polis me- muru gelıyor ve Choubert'ten Mal lot isminde birini bulmasını ıstıyor Choubert ve Madeleine, Mallot bulmak için kendi hatıralarına go— mülüp hayatlarından sahneler ya- şıyorlar, fakat bir türlü onu bula- mıyorlar. Polis memuru Chou- bert'e hafızasındaki boşluklar ka- pansın diye kusturuncaya kadar kuru ekmek yediriyor. Bu sırada şair bir aile dostu gelip polis ma- murunu öldürüyor ve kendisi Cho- ubert'e ekmek — yedirmeğe başlı- yor. "Ne diyelim... Afiyet olsun! 31