Haftanın içinden Melhemsiz Yaralar Hayli uzun zaman var ki "sokaktakiadam" etrafına bakımlığında, herşeyden çok dert ve ıstırap görüyor. Kendi kendimizi aldatmanın lüzumu yoktur. Ne lüzumu, ne de faydası. Çekilen sıkıntılar yüzlerde izlerini bıraktı. Gönülden gülen adam, asabı bozulmamış adam, gece uyurken uyurken uyanıvermek âdetini henüz edinme- miş adam, nihayet canı sıkkın olmayan adam günde- lik hayatımızdan elini, eteğini çekiyor. Çoğumuz birer uruk insan haline Burukluğumuzu bazımız, bir hoş renkte cila altında saklamaya elan muvaffak oluyoruz Diğerlerimiz ise onu dahi — başaramıyoruz. Gönül çok ister ki işbaşında — bulunanlardan biri bir gece gelişigüzel bir evin kapısını çalıp içeri girse ve karşılaşacağı manzarayı aklinin bir köşesine yerleşti- Tip ertesi gün ona göre davransa. Galiba vaktiyle kud- ret sahıplerının tebdil gezmelerındekı sebep buymuş. Zira iş başındakiler mutlaka kütleden sökülüp almıyor— lar ve kütleyle aralarına mutlaka bir yabancı cisim gi- riyor. Tabloyu fazla karamsar addedip omuz silkmek kabıldır Ama bu, hata olur. Zira tablo realisttir. "Sokaktaki adatır'"ın etrafında gördüğü hakikaten dur. Nereye giderseniz gidiniz, kiminle konuşursanız konuşunuz size sadece şikâyet edecek, size sadece, ha- yatın zorluğundan bahsedecektir. Ehemmiyetsiz sayılan yokluklar bel bükmekte, insanda canlılığı, neşeyi, hep- sinden mühimi imanı törpülemektedir. İman, istikbale olan imandır. Milletçe bir muayyen hayat tarzını seçmi- şiz, onu gerçekleştirmek için çalışmışız, sonra hedefe vardığımızı sanmışız. Bugün, aradan geçen senelerin so- nunda bir de dönüp arkamıza bakıyoruz ki, değişen hiçbir şey yoktur. Artan sıkıntıdan, artan guçlukler— den ve azalan müsamahadan başka.. Otomobile bininiz, şoför size dertlerini sayıp dökecektir. Kahvedeki masa arkadaşınız evine et alamadığını söyleyecektir. Memur yarınından endişe etmektedir ve gencin içindeki ateş küllenmiş durmaktadır. Piyasada bir başka edebiyatın bulunduğu hiç kim- senin meçhulü değildir. Bu edebiyatın duyulmadığı, işi- tilmediği ileri sürülemez. Niçin, işitilmesin, kulaklar sa- ğır mi? Hergün radyo, o edebiyattan numuneler yer- miyor mu, hergün bir resmi ses "Siz mesutsunuz. Siz mesutsunuz, Siz mesutsunuz" demiyor mu? Nutuklar da bize, "gözlerimize bakıp nasıl memnun olduğumuzun görüldüğü" bildiriliyor. Heyecan'ımızdan, inancımızdan, saadetimizden ve iftiharlarımızdan bahsediliyor. Daha da ileri gidiliyor, dünyanın bize hayran bulunduğu ifade ediliyor. Evet, evet. 'Sağır değiliz ve bunların hepsini duyuyo- ruz. Fakat etrafımıza hakındığımızda sadece dert, sade- ce ıstırap görüyoruz ve dudaklarımız biraz daha bü- ülüyor, omuzlarımız biraz daha. çöküyor. Sunepeleşl— yoroz, — cemiyete baglılıgımızı kaybediyoruz. Bir şey- ler bekliyoruz ve beklediğimizi bir türlü tutamıyoruz. Ruhlarımızın karardıgını bunaldığımızı niçin germek istemiyorlar? Niçin yanması lâzım gelen ve yanmak üzereyken söndürdükleri meşaleyi tutuşturmuyorlar? Biz, sıkıntıya katlanmasını bilmeyn millet değiliz. Bizim idrakimiz de vardır. Ama bizi inandırmak lâzım- dır. Yara budur Biz ınanmıyoruz Herşeyin bize ağır gelmesinin sebebi buradadır. İnanmaya en yakını oldu- ğumuz anda karşımıza bir hâdise çıkıyor ki, "inan- mayın, inanmayın;" diye bağırıyor ve hâdisenin sesine kulak vermemezlik edemiyoruz. Gördüğümüz haksız- lıktır, gördüğümüz adaletsizliktir, hatta gördüğümüz insafsızlık ve müsavatsızlıktır. Buz gibi kesiliyoruz ve AKİS, 5 NİSAN 1958 Metin TOKER hayalleri yıkılmış insanların bedbinliğine gömülüyoruz. akikatte renkleri bu olan bir -tablonun da İktisadi İstiklâl Savaşından, ü nın heyecanından, topyekün dirilen bir milletten ve şantiyeye dönen vatan sathından bahsetmek ne hazin bir tezat teşkil ediyor. Ne kadar iyi olurdu, iş başında bulunanlara edenl has nı bağışlasın. Ve kadar iyi ol u iş başında — bulunanlar, — gün- d zlerı kendiler mille t heyecanından, — Görül- memiş — Kalkınm. şevkinden, — İktisad? — İstiklâl Savaşına katılanların neşesinden bahsede l i ken- di e n damı altında, duva arkasında ş ken gorebılsınler oralarda ne ledıklerını dınleyebılsın- ler. Hazin olan budur. Haz lan, iş basında bulunan- lara en yakın kımselerın hakıkatt gorduklerı nden bam- başka bır levhayı Renoir'in renkleriyle çizmekte oluşla- rıdır. Haydı efendim! Kim, memleketin kalkınmasını is- temez? Bu topraklar uzennde yaşayacak olan gene biz- ler değil miyiz? Ama kalkınmanın ateşi yureklerde yan- madıkça ne kalkınma muvaffak olacaktır ve ne de "so- kaktaki adam" bir buruk insan olmaktan kurtulacaktır. Yarın tarih ise hadıselerı bütün renklerinden tecrit edil- miş şeklınde yazacakt E , kahve sıkıntısı, peynir kuyruğu?.. Ta- dahi yedikleri ettir. Tahammül etmedığımız resmi mö- nülerin son faslını teşkil eden köpüklü kahvedir. Ta- hammül etmediğimle, el altından temın edılen peynir- dir. Nihayet, dün meteliksizken bugün milyoner olan adamdır, başkaları tahsiste sıra beklerken başına dev- let kuşu konan damdır, ilâca döviz bulamazken karısı— na Dio valetini getırten adamdır. Partizanlıktır. Frenk tabırıle "favo dir cukluğumu hatırlıyorum Gozlerımın önüne Cum- hıırıyetın onuncu mü akşamı geliyor. O gece so- kaktan gördüğüm ınsanların yıızlerındekı ışığı ben,-ha- yatım boyunca bir tek de fa daha gördüm: 15 Mayıs 1950 günü. Cumhuriyetin onuncu yıldonumu akşama yuzle— ri aydınlatan bir büyük emeğin neticesini almaktı. 15 M günü yüzleri aydınlatan ise, ancak mutlu baş- langıçlardaki şevkti, Işbaşındakiler herşeyden çok o şev- ki kırmış olmaktan dolayı serzeniş edilmeye hak kazan- mışlardı. O şevkle büyiik işler yapılabilirdi. Ama, ce- miyet hayatımızda yeni bir devrin açıldığı inancı ayak- ta tutulablldıgı takdırde İlk hamleler o yüzden n kabine toplantılarının gıınlerce, ve akşam emeklerıne çıkılmaksızın, içeriye bisküü: ve çaylar taşınarak devam e ttıgı i, o toplantılarda Ii- kirlerin tereddütsüz söylendiğini, sonra evlere, bır oto- mobile beş kışı dolarak gıdıldıgını bilirim. Ben o gün lerde yaya dolaşan bakanlar değil, daha yüksek mevkı sahiplerini bilirim. Ben, yaran lafına kulaklarım tıka- yan devlet adamları bilirim. O günleri geri getiriniz, çehrelerimizin ışığı geri gelecektir, ımamlar cemaatlerin den, kendi ya, pmadıklarını yapmalarım ıstem k hakkı- na sahip değillerdir. Nap un zaferlerini, askerleri- nin, hayatını paylaştıgı gunlerde kazandıgı, beşikteki çocuğunu a kralı ilân etmesiyle ise hezimetlerin başladığı bıç, ama hiç hatırdan çıkarılmamal ıdır. öğle İşbaşında bulunanların iktisadi hayatımıza bir dü- zen verme arzularını, tahsis ve tevzi sistemini ele almak suretıyle gosterdıklerı şu sırada bu hakikatle- ri hatırlatmakta fayda vardır