ud haremine çekilme zorunda kalın- ca, kar yağıyordu. Suudi Arabistanın Birleşik Arap Cumhuriyetine katıl- masa bile, Nasıra daha çok yaklaşa- cağından şüphe yoktu. Suudun dolar hazinesini, orduyu ve diplomasiyi ye- minli Nasırcı Emir Faysala Kaptır- masının, Krallar Federasyonunda da rahneler açacağı muhakkaktı. Velha- sıl, Amerikanın halka dayanmayan siyaseti, hafif bir sam rüzgârı kar- şısında iskambil kâğıdından bir kule gibi yıkılabilirdi. Ayni şey Türkiye için de varitti. Acaba Arap Sultanları nezdinde bulunan elçilerimiz halk v saray arasındaki gittikçe genışleyen uçurumu görebiliyorlar mıydı subayların, memurların, mühendis- lerin, üniversite talebesının V. şeyhlerden paşalardan nefret ettik- lerinin farkında mıydılar? Sultanla- ra kucak açma siyasetinin, akıntıya kürek çekmek demek olduğunu an- lamışlar mıydı? Bizim gibi NATO uyesı Hırıstıyan İtalya ve Yunanis- tana, müslüman kardeşlerimizin ne kadar yakınlık duyduğunu biliyorlar- lar mıydı? Arap halkının Türkiye hakkındaki hislerini şeflerine duyur- maya cesaretleri var mıydı? Elbette ki yalnız onların anlaması kâfi de- ğildi,. daha yukardakilerin de lâf anlaması lâzımdı. Gelgelelim şimdi- ye kadar Orta Doğuda takip edilen siyasete bakılırsa ne saz çalanın, ne dinliyenin mevcut olmadığına hük- metmek gerekiyordu. Nasırla hudut komşusu olmamız bile. bir kıpırda- ma uUuyandırmamıştı. Yarın Hüseyi- ni, Faysalı, Nuri Saidi seller götü- rürse, karşımızda dost olmayan mil- bulmak yonlarca Arabi ve Nasırı F. R Zorlu Haftada bir Paris AKİS, 5 NİSAN 1958 mukadderdi. Arap dünyasındaki temsilcilerimi- zin, rutinden sıyrılıp, keşfi hiç de zor olmayan bu hakikati görmeleri ve göstermeleri tatlı bir sürpriz olacak- tı. Ama sürprizlerle — karşılaşmanın lezzetine varan Dışişleri Bakanlığı- nın, sürpriz yapmayı hiç sevmediği malümdu. Kimbilir, Orta Doğunun baş rol- lerden birini oynıyacağı yüksek ka- demeli toplantı bile, batılıların, böl- gedeki siyasetinin 180 derecelik bir çark yapmasına sebep olarak. Dışiş- leri — Bakanlığını yeni — sürprizlerle başbaşa bırakacaktı. Kıbrıs Çıkmaz Sokakta Vals ıbrıs hakkındaki siyasi müzake- Kreler başlayana kadar adada sü- küneti muhafaza etmek için kendini acayip valsler yapmaya mecbur his- seden Vali Foot, bu hafta da bü- tün Türk basınının yıldırımlarını Ü- zerine çekmekteydı alen ir Za- manların Makarios II sin hur papazdan daha tehlıkelı bır adam olduğu yazılıyordu. Bilhassa EOKA nın yeniden işi azıtmasından çok kor- kan Sir Hugh pum lara daha fazla taviz veriyor tâvizler Rumları yatıştırmadıgı gibi, haklı o- larak Türklerin öfkesini — artırıyor- du. Siyasi bir'hal — çaresi bulunma- dıkça da bu durum böyle devam e- decekti. İngilterenin yeni müzakere- lere Yunan seçimleri netıcelenmeden başlıyamıyacağı muhakkakt Hele seçimleri muhalefet kazanırsa masa başına oturabileceği bile şupheliydi. Oturulursa bile, bol bol demagojik vaadlerde bulunan eski muhaliflere lâf anlatmak imkânı olmayacaktı. Savunma Bakanı Ethem Menderesin bir Alman gazetesine verdiği beyana- ta bakılırsa Türkiyede en ufak bir muş yoktu. Menderes, taksim f'ıkrı reddedılırse Cumhurıyet Hü- kümetinin "Adadaki Türklerin ko- runması için icap eden bütün ted- birleri alacağını" söylüyordu. Vuzuh meraklısı muhabir dayanamayıp "Bu Türk filosunun Kıbrısâ gönderilme- si ve Türk birliklerinin adaya çık- ması mı demektir" diye sordu. Ay- dınlı Savunma Bakanının cevabı hiç bir tereddüde yer — bırakmıyordu: "Türkiye zaruri bütün tedbirlere ta— vessül edecektir." Merimua "Bütü kelimesini büyük harflerle yazmış» ti.. ÜUniversite "Poisson d'avril" u haftanın başında Salı sabahı 01 den sonra İstanbulda en sık ara- nan telefon numarası hiç şüphe yok İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakül- tesi Dekanlığına ait 22. 72 09 numa- ra idi. Bu — doğrudan doğruya De- YURTTA OLUP BİTENLER Ethem Menderes "İcap — ederse..." kan Hıfzı Timurun odasına bağlıy- dı ve her çalışında telefona f. Timur bizzat çıkıyor, hemen hepsi ayni mahiyette olan suallere aynı cevabı veriyordu. "Birşey söyliyemi- vecegim." Profesörü arıyanlar gazete mu- habirleriydi. Bir gün evvel yapılan bir toplantı hakkında malümat is- tiyorlardı. Ama Timur, bunlara "bir- şey söyliyemiyeceğim" cümlesi — ha- ricinde tek kelime bile söylemiyor- du. Öğleye yakın saatlerde 22 72 09 numaralı telefon bir kere daha çal- dı. Bu sefer telefon eden Timurun ta- lebesi olduğunu söyliyen biriydi. Te- lefonla — hocasını rahatsız edişinin sebebini şöyle izah etti: Kübalının ne zaman —kürsüsüne iade edileceğini merak ediyordu. Bunu bizzat gelip Dekandan da sormaya cesaret ede- memişti. Ne kadar olsa talebeydi ve çekiniyordu. Ancak Dekanın bundan bir müddet önce söylediği 'Kübalı en geç Nisanın beşinde kürsüsüne iade edilecektir" cümlesinden cesaret a- larak telefon etmişti. Acaba Kübalı kürsüsüne dönecek miydi? ' Dekan bu konuşmayı son derece yumuşak karşıladı. Gazetecilere ver- diği ters cevabın aksine: "— Çekinmenize hiç lüzum yoktu. Bunu, gelip sorabilirdiniz. Maamafih m ki merak ediyorsunuz, önü- müzdeki salı gunu bana tekrar te- lefon edin" de Telefondaki ses, Dekanın bu sıcak alâkası — karşısında biraz daha cesa- retlenerek: "— Salı gunu ne söyliye- ceğinizi diye Acaba Öğrenebilir miyim?" 11