DÜNYADA OLUP BİTENLER Endonezya İç harp (Kapaktaki — Devlet — Başkanı) ına Endonezya denilen, beş bin ki lometre uzunluğundaki bir saha- ya yayılmış üçbin Hattıüstüva ada- Martın ilk günlerinde başla- yan iç harp, bu hafta da şiddetini arttırarak devam etmekteydi. Orta Sumatranın daglık bölgesinde bir hü- kümet kuran âsi albaylara karşı Cumhurbaşkanı Sukarno ve hüküm ti harekete geçmişti. Ordu kuvvetle— ri tropikanın geçit vermez ormanla- rında ilerlemeye çalışmaktaydı, Genç Cumhuriyetin 12 bombardım an ve 20 avcı uçağından mürekkep “tüy sik- let" hava kuvvetleri âsilerin peşındey— di. Donanma; petro ve ba- harat diyarı Sumatranın lımanları— nı abluka altına almıştı. Hiç bir u çaga ve gemiye sahip bulunmayan âsi albaylar, şimdilik kedılıyorlardı Bır zamanlar Amerı kan n Sukarn n kom letlerle 1şb1rlıgı yaptıgı bır sırada siyasi albaylar Sam Amcanı veya müttefiklerinin kendilerini yalnız bı- rakmayacağından emindiler. Sukar- noyu da en çok korkutan buydu. Ni- tekim Başbakan Çuanda, şimdiden "ecnebi müdahale" sinden şikâyet ediyordu. — Avustralya ava Kuv- vetlerine mensup uçaklar âsilere silâh yağdırıyorlardı.. Ama Sukar- no've hükümetinin de ahbaptan ya- na öksüz olduğu iddia edilemezdi: Hangi karta oynıyacağını çok iyi bi- len Rusyanın silâh yüklü gemılerı yoldaydı. Rusya da, Amerika da el- bette ki Zahır en tarafsız kalıyorlar- dı. Ama aslında her iki dev de taraf- larını seçmiş, perde arkası silâhlan- dırma faalıyetıne gırışmışlerdı as- mavi -okyanusun üzerine serpiştirilmiş üçbin zümrüt adanın ikinci bir İspan- ya olması için bütün şartlar hazırdı. Endonezya Bir çuval pirinç içinden ayıklanacak taş müdafaadaydılar. Cakarta hükümeti piyade kuvvetleri bakımından da, bi- re dört gibi ezici, bir ustunluge sa- hipti. Yalnız Ikıncı Dünya Harbin- den beri döğüşen albaylar, Sukarno- nun kuvvetlerinden kat kat —üstün hasımlara göğüs sermişlerdi. En kud- retli orduların kile Gerilla ile baş e- demiyeceğini biliyorlardı. Bu le Sukarnonun ilk muvaffakiyetleri- ne fazla kulak asmadan uzun bir har- be hazırlanıyorlardı. Sonra yıllardan beri kendilerine ait bölgeleri canla- rının istediği gibi idare eden bu başı- na buyruk albayların müşterek bir meziyetleri vardı. Hepsi — komünist düşmanıydı. Asyada gittikçe Zzayıf- lıyan bu meziyete, Amerikanın mil- yonlar ödediğini, eski Merkez Banka- sı direktörü Safrüddin'in başkanlığın- da bir hükümet kuran albaylar elbet- te bitiyorlardı. Çan Kay Şek veya Sig. n Ri gibi diktatörler bu tek mezi- yetleri sayesinde silâh ve dolara gar- 20 Buna şaşmamak lâzımdı. Zira oniki etnik grubu, 114 ayrı dili ve üçbin a- dayı sinesinde barındıran — Sumatra Cumhuriyeti, hiç bir zaman hercü- merçten kurtulamamıştı. Harp Senyörleri Kurtuluş savaşı yıllarında — başına buyruk hareket etmeye alışan al- baylar, merkezi idareye metelik ver- yorlardı. Her biri, bölgelerinde müs- takil bir devletmişcesine hareket edi- yordu. Canlarının 1sted1gı gibi kullan- dıkları müstakil bütçeleri Vardı. Si gapurda kaçak olarak sattırdıkları kauçuk, kahve v.s. bedelleri ile büt- çe masraflarını karşılamaktaydılar. Hatta bu albayların en ateşlilerinden biri olan sivri sakallı albay Zulkifli Lubis -TIME'a göre âsilerin en zeki- Si-, Dışışlerı bakanı Abdulganıyı hiç kim sorma mleksizin tevkif etmiştı 1952 yılında Hollanda— lı mütehassısların tavsiyesi üzerine or duya çekidüzen vermeye çalışan Dış- işleri bakanı, Cokjakarta Sultanının başı albaylarla derde girmişti. Lâf an- lamaz subaylar parlâmentoyu — bile muhasara altına almışlardı. Bu harp Senyörlerinin, tabii ki siyaset adam- larından da arkaları vardı. Nitekim Londranın ciddi Eastern World mec- muası: "Bazı ordu şefleri, siyaset ve iş adamlarıyla işbirliği yaparak tırı sayılır menfaatler elde etmışler— dir" diye yazıyordu. Siyasi partilerin ve idarenin de hali pek farklı değildi. Rüşvet ve ih- tilâs suç sayılmaktan çıkmış, normal bir faaliyet haline gelmişti. Parti sa- yısı fazlaydı. Darülislâm gibi mür- teci teşekküller, açıkça — haydutluk yapmaktaydı. İktisadi durum da git- tikçe kötüye gidiyordu. Nüfus hızla yükseliyor, istihsal geriliyordu; 1953 yılında nüfus 12 milyon arttığı hal- de, istihsal 1938 e nazaran — yüzde yirmi azalmıştı. nayi denecek bir şey -ecnebi şırketlerın kurdukları ha- riç- mevcut değildi. 85 milyonluk En- donezyada halkın ancak yuzde yedı— sinin okuyup yazma bilmesi de kapkara tabloyu tamamlamaktaydı. Böyle bir memleketi tam bir a- narşiden kurtarmak için hakikaten büyük liderlere ve devlet adamlarına ihtiyaç vardı. Nitekim sayısız güç- lüklerle karşı karşıya bulunmasına rağmen, Nehrunun liderliği altında Hindistan modern bir devlet haline Endonezyalıların "Bung Karno Kardeş" di- ye bahsettıklerı Cumhurbaşkanı Su- karno, Nehru gibi bir lider olama- dı. Kürsü aslanı lli yedi sene önce dünyaya ge- len Sukarno, bir öğretmenin ço- cuğu idi. Romantık Bali adasından gelin gelen annesi, müslümanlığı son- radan kabul etmişti. Sukarno sport- men bir çocuktu. Ağaca tırmanmak- ta, yüksek atlamada ve diğer spor- larda birinciydi. Babası Sukornoyu 14 yaşındayken Sarekatislam Parti- kurucusu Tjokroaminito'ya olarak verdi. stajım Üü aptı. tanıdı, ogrendı siyasi şahsi- particiliğin ne ol Üvey babası çok geçmeden bu pek beğendiği istidatlı gencin kayın pederi oldu ukarno 1920'de, kapısını Endonezyalılara pek güçlükle açan Hollanda Teknik Ko- lejine giriyor ve 1924 yılında mü- hendis olarak bu mektebi bitiriyor- du. Halen memleketinin sanayileşmesi işiyle uğraşmaya pek vakit bulamı- yan Sukarno, Teknik Koleji bitirir- ken tez mevzuu olarak liman inşaa- tım seçmişti. Ama Sukarnonun mü- hendislik yapmaya zaten vakti olma- dı. Bütün vaktini istiklâl mücadele- sine verdi. Kolejden çıkar çıkmaz, bütün Endonezyalı aydınları bünye- AKİS, 5 NİSAN 1958