YURTTA OLUP BİTENLER Dış Politika Perşembenin gelişi u haftanın ilk gunu öğleden son- a Cu imetinin — İs- tanbuldaki Başğakanlık binasına -vi- layet binası- çağrılan gazetecıler 'a- caba huzura kabul edilecek miyiz" di. ye düşündüler. Fazıl Küçüğün iki ay kadar evvel vilâyette Başbakanla poz verdiği gün, kendilerini Beyferidinin karşısında bulunca söyleyecek laf bu- lamayan muhabirler bunun acısını çı- mak arzusundaydılar. Ama "ha- zırlıklı" muhabirlerin ümitleri boşa çıktı. Beyfendiyi göremediler. Sadece Turizm Bakanı Yırcalı Başbakan a- dına bir beyanat o İktidarın başı o gün Irak Büyük Elçisini kabul etmişti. Son birleşme- den sonra Bağdat Paktına karsı I- rakın tutumunun ne olacağım öğren- mek isteyen Türkiyeye — Büyükelçi, hükümetinin görüşünü bildiriyordu: Irak Bağdat Paktında kalacaktı. Ne- cip El Râvi bunu oldukça güzel bir Türkçe ile gazetecilere açıkladı. Hi- kaye burada bıt eliydi. Fakat ha- nedense, ayrıca bir 'beyanat vermeye lüzum görmüştü. Bu beyanata göre "Müttefik ve kardeş Irak devletini memleketimizde dirayetle temsil e- den" Büyükelçi Necip El Râvi, Ira- kın Bağdat Paktından ayrılacağı yolundaki neşriyatın "hiç bir asıl ve esasa dayanmadığı hakikatinin en güzel ve sahih ifadesini" vermişti. Aradan aylar geçecek ve hafıza- sı nisyan ile malül olmayanlar, bu sözleri beyanat sahibine hatırlata- caklardı. Zira Irak Büyükelçisi bir gün yine İstanbuldaki Başbakanlık binasına gelecek ve bu sefer memle- ketinin Pakta karşı olan tutumunun biraz daha "Sahih ifadesi"ni vere- cekti. Ne söylenirse söyleşsin, Irak- ÜUrdün Federasyonunun Bağdat Pak- tını Bağdatsız bırakacağı muhakkak- tı. Amerika şimdiden Orta Doğu si- yasetini bu hakıkatın 1ş1g1 altında incelemeğe başlam un için tabii ki Perşembenın gelişini Çar— şambadan görmek lâzımdı., Kıbrıs Muş(teı'e zemin ara ve Atina seyahatlerinden sonra İngiliz Dışişleri bakanı Lloyd bu haftanın ortasında yaptığı görüş- meler hakkında Avam amarasına izahat vererek demokrasinin — basit bir icabını yerine getirdi. Lloyd'un bu izahatı meydan nutuklarında geçiş- tirmek elbette ki aklına ' men bunun mümkün, olduğuna kana- at getırerek" seyahatten dönmüştü. 6 Bu muşterek zemin'in, — Türkiye Başbakanı ne derse desin, taksim olmadığı muhakkaktı. İngiltere, ilgili- lerle yeniden konuşmalara girişecekti. Muhalefetin dışışlerı sözcüsü Bevan'ın ısrarlarına rağmen Lloyd, konuşma- ların ne şekil alacağım soylemedı Bununla beraber üçlü konuşm ün olmadığı takdirde, Ingılterenın Türkiye ve Yunanistanla ikili görüş- melere gırışecegı biliniyordu. Bu te- şebbüs te bir netice vermezse, Majes- telerinin Hükümeti acaba ne yapa- caktı? Muhafazakârların gayrıres- mi sözcüsü Times, bu suali Lloyd adına cevaplandırıyordu "Türkiye ve Yunanistan anlaşmaya varamaz- larsa, İngiltere hal çaresı empoze et- mek zorunda kalabilir" Türkiyenin ısrarı, İngiliz plânının tatbikini ge- cıktırmış, fakat bizzat plânı değiş- tirememişti. Durum bizim için kritik olmakta devam ediyordu. Universite Ye kürküm ye! B irkaç haftadır radyolar ajans bül- tenlerinde, adeta temcit pilâvı- na döndürdükleri bir haberi tek- rarlamaktaydılar: Başbakan dört U- niversite hocasını * * kabul etti, Başba- rt ÜUniversite hoca— sıyla yemek yedı. Hemen gün geç- miyordu ki gazetelerde yahut radyo- larda bu temaslarla alâkalı bir haber yer almasın. Başbakan önce İstanbul Üniversitesine mensup dört profesö- rü telefonla Ankaraya davet etmiş- ti. Ankarada iki kere kendileri ile görüşmüş, itibar etmiş, iltifat etmiş ve otellerine dönüşte, emirlerine res- mi Cadillac'im vermişti. Sonra ho— Bedri Köker "Unutma beni!” çalar İstanbula avdet etmişlerdi. Bu dönüş de mutat olmayan bir âlâ- yı valâ ile olmuş, Profesörleri biz- zat Başbakan adına müsteşarı Esen- boğaya kadar geçirerek "iyi yolcu- luklar" dilemişti, üç, dört gün son- ra Baş Bursa üzerinden Is— profesörle .uzun uzun görüşmeler yap- mış, ziyaretleri ziyafetler takip etmiş- . Radyolar ve gazeteler bu ziyaretle- re ziyafetlere geniş yer ayırmışlardı. Türkiyenin ahvalini bilmeyen bir ya- bancı rahat rahat bu hale — bakıp "Başbakan ilme çok düşkün bir a- dam olsa gerek" hükmünü verebilir- di. Ama bir parça okuması yazması olan bir Cumhuriyet Hükümeti va- tandaşı olsa olsa şaşırır ve "All h Allah, bu işin içinde iş var gene" der- di. Zira şu son bir iki haftaya ge- linceye kadar Başbakanın öyle pro- fesörlerle falan yemek yediği -Prof. Nihad Erim hariç-, onlarla uzun u- zun konuştuğu duyulup işitilmiş şey değildi. Ama şımdı .radyolar ha- göstermekte idi! Yalnız ne hikmettir ilinmez, hükümetin başı Üniversi- teye bu büyük alâkayı gösterirken Universitelerle asıl alâkalanması ge- reken bakanlığın bakam alâkaya yabancı kalıyor ve ne ziyaretlerde, ne de Ziyafetlerde hazır bulunuyor veya bulunduruluyordu. Başbakanla hocaların yemek ye- mesi iyidi, hoştu. Yalnız bu yemek- lerde hep ayni dört hocanın -Tanoğ- lu, Timur, Gürkan, Egeli- bulunma- sı ve hep bu şahıslara iltifat edilme- si de dikkati çekmiyor değildi. Me- selâ niye bu yemeklerde bır Ord. Prof. Sıddık Sami Onar, bir Ord. Prof. Zeki Zeren yoktu da hep Kâ- zım İsmail Gürkan ve Ekrem Şerif Egeli vardı?. Hadi diğer ikisi için makül mazeretler bulunabilirdi. Üniversitenin Rektörü, diğeri ise ha- dıselerın kaynagı Fakültenin Deka- ar mevzua yakınlıkları dolayısı 11e davet edilmiş olabilirler- Di telindeki yemekten son- ra bu yolda bir sual soran gazeteci- ye Ekrem Şerif Egeli şu cevabı ver- mişti: "— Canım efendim, eğer siz bir yemek vermek isterseniz, kendinize yakın olanları mı, yoksa alelade bir başkasını mı seçersiniz?" Egelinin Veya Kâzım İsmail Gür- kanın İstanbula kâh vali olacakları kâh Belediye Başkanı seçıleceklerı yolunda rivayetler çıktığım bilenler tabii ki bu cevabın altında yatan manayı kolayca kestiriyorlardı. le ya, üniversite meselesi goruşulu— yorsa bu her halde yakınlar ar asin- de, itimat edilenler arasında görüşül- mehy "Malum taktik" Ancak D. P. nin iktidara geldiğin- den beri takip ettiği bir bu vesileyle yemden hatırlandı. tiğin çok sık kullanılmış olması, ma- alesef işi bozuyordu. Hakikaten bu- AKİS, 22 ŞUBAT 1958