ihtiyaç vardı. Bir yatırım bankası— nın kurulması düşünülüyordu. iş- kül durumda bulunan üyelere kredi verecek olan banka henüz kurulma- mıştı. Ama dereyi görmeden paçayı sıvayan memleketler şimdiden kredi istiyorlardı. Yunanistan 900 milyon dolarcığa razı olmuştu. Yunanistan- la olan nüfus farkını gözönünde tu- tan Cumhuriyet hükümeti 2700 mil- yonluk bir taleple ortaya çıkmıştı. lktisadî bünyeyi serbest rekabete ha- ırlamak .için on yıllık bir yatırım planı da talebe eklenmişti. Sermayesi herhalde bir kaç yüz mılyonu geçmi- yecek olan bankanın, eğer kurulursa muazzam kredi taleplerını nasıl kar- şılıyacağı elbette ki bizim üzerimize düşen bir vazife değildi. tisadi İşbirliğinin çok beğendiği -ha- kiki bir iktisadi plân olan- Vanoni plânının bile hâlâ dosyasında bekle- diğini bilenler, pek fazla üÜümide ka- pılamıyorlardı. Ama ne olursa olsun istiyenin bir, vermiyenin iki yüzü karaydı Adalet Bitmeyen günler G eçen haftanın sonunda Cumarte- si günü Yozgat Cezaevinin ahşap merdivenlerini tırmanan iki ziyaret- çi, hayli harap binanın derme çatma en gösterişli olanına Müdür odasıydı. Odayı süsleyen eşyalar iki tahta koltuk, a- yağı kırık bir -sandalye ve üzerinde manyatolu telefon bulunan tahtadan bir masa idi. Ziyaretçiler Müdüre zi- yaret sebeplerini anlattılar. 'Müdür buyuk bir nezaketle dinledikten son- Hay hay goruşebılırsınız yalnız bir kere de Savcı beye sor:; lım"dedi. Anlaşılan savcılık , tam yüzdokuz günden beri tutuklu bulunan Gazian- tep hâdiseleri sanıklarım — kimlerin -ziyarete geldiğini bilmek istiyordu. Savcılıktan' da müsbet cevap alındık- tan sonra ,birkaç günden beri iyi gitmekte olan havadan istifade ede- rek iç avluda volta atan tutuklulara haber gönderildi. Aradan bir iki da- kika geçtikten sonra da ilk kafile olarak Ali İhsan Göğüs, Ömer Köy- lüoğlu, Cemil Cahit Güzelbey, Osman Bilen, Nail Bilen, Refik Daniş ve daha birkaç kişi gozlerınde ümit pa- Tütüan ile Müdür odasına girdiler. Ziyaretçilerle tutuklular -bir -an sar- maş dolaş roldü. Sonra içerdekiler, hatırlanmalarından ve aranmaların- dan t dolu gözler- le karşılarındakılenn yuzlerıne bak- tılar. Acaba Ankaradan gelen bu iki kişi kendilerine yeni bir haber geti- riyor muydu? Ama hayır! Ankara- dan kalkıp Yozgata gelen bu iki- kışı dört aya yakın bir zamandır hapis- haneden hapishaneye devredılerek ni- hayet bu —hapishanede yerleşmış otuzbir sanık hakkında yeni hiç bir haber getirmiyordu. Ankarada bu AKİS 22 ŞUBAT 1958 hususta tek kelime bile duymamış- lardı. Tutuklu sanıkların ilk ümitleri boylece suya düştükten sonra, gözle- rine bir defa daha, yeni bir ümit ışı- ğı geldi. Sanıklar arasında onaltı kişinin tahliye edileceği hakkında bir rivayet dolaşıyordu. Günlerden Cu- martesi idi ama o gün öğleye kadar olmazsa bile en geç Pazartesi onal- tı tanesi buradan kurtulacaktı. Zi- Gıpta! ngiltereye kızabiliriz. Bri- nya İmparatorluğunun si- beyenmeyebiliriz. A- ma İngilizlere, onların mede- niyet anlayışlarına, insan hak- kına verdikleri kıymete gıpta etmemeye imkân mı var? Kıbrısta feci bir hâdise ce- reyan ediyor. Bir İngiliz binba- şı miting yapan bir kalabalığın üzerine otomobil surduruyor ve ölüme sebebiyet veriyor. Miting karışıklık halini alıyor. Baş- ka ölenler, — yaralananlar var. Sükünet tesis edildikten sonra ilk iş olarak ne yapılıyor? İn- giliz binbaşı muhakeme edili- yor. Mitlngte karışıklık çıkar- dıkları iddia olunanlarla, birlik- . Hem nerede? Hadisenin ce rey an etliği yerde! Üstelik A- bir müstemlekedir. Anava- tan bile değildir. Ne neşir ya- sağı, ne gizli duruşma, - larca — tevkif! — Akıbetlerinden haberdar olunmayan kimse yok. Herşey herkesin gözü ö- nünde cereyan ediyor. Hiç kim- se bir gece yatağından alınıp götürülmemiş. Mahkeme aleni celsede kararını verecek. Za- ten jüri, binbaşıyı suçlu bul- ezası neyse, çekecek. İşte, batı cemiyetinin fazi- leti. İşte, onun kudreti. Niha- yet işte, dünyanın dört bir kö- şesinde — milyonlarca — insanın totaliter cemiyeti — değil, batı cemiyetini seçmiş — olmasının, onu gerçekleştirmeye çalışma- sının sebebi. Her cemiyette ol- duğu gibi batı cemiyetinde de suç işlenmektedir. Her cemi- yet zehiriyle beraber panzehi- rini de bünyesinde — muhafaza ettikten sonra.. Hakiki sıhhat alâmeti bundan başka nedir ki? aylardan beri dünya ile kesilmiş, muhakemeleri bir yaretçiler, ilişikleri . türlü başlamamış ve ne zam lıyacağı da belli Almayan muhatap— larına sessiz bakıyorlardı. 'Tahkikat hakkında birşey bilmiyorlardı ama gene de agızlarından ümit kıracak bir söz kaçırmamak için boyuna su- suyorlardı. Ali İhsan meslekdaşı olan ziyaretçilerden birine, günlerin nasıl YURTTA OLUP BİTENLER bitip tükenmek bilmediğini, muhake me huzuruna çıkacakları günü nasıl sabırsızlıkla beklediklerini, kızı Zey nebin nasıl gözünde tüttüğünü an- latıyordu. "Gece rüyalarıma giriyor diyordu. "Bahçede volta atarken san- ki hep yanımda yuruyormuş gibi geli- yor." Öbürkülerde Ali 'İhsandan fark sızdı. Hepsi evini, çoluğunu çocuğunu eşini dostunu ozlemıştı Hepsi bura dan kurtulacakları günü, ailelerine memleketlerine kavuşacakları işleri nin basına geçecekleri günü sabırsız lıkla bekliyorlardı. Yüzdokuz gundur bu ümit içindeydiler. Yüzdokuz günü bu ümit içinde geçirmişlerdi ve daha da muhakemelerinin baslıyacağına dair en ufak bir emare bile yoktu. Bir hayli gün daha bekliyeceğe ben ziyorlardı. Bitmeyen dâvalar Geçen haftanın sonunda Paşaka ısı Cezaevine gelen telgraf ve mektupların sayısı birden öylesine arttı ki hapishane — idarecileri bile şaşırdılar. Ne oluyordu? Sonra dik kat edildiğinde görüldü, ki gelen bü tün telgraflar-ve mektuplar bir şah sın adını taşımaktadır: Ratıp Tahir Burak. atıp Tahir Burak — Paşakapı Cezaevinde aylardan beri bir basın suçlusu olarak yatmaktaydı. Sahibi ve Başyazarı bulunduğu Halk gaze tesinde yayınladığı "oldu da bitti ma şallah" lejandlı bir karikatüründa Başbakanı küçük düşürdüğü iddiası ile mahkemeye verilmiş ve muhak mesi neticesinde mahkum edilmişti ma Ratıp Tahirin tek dâvası Baş- bakanla olan davası değildi. Bu da- vanın yanında daha bir hayli dava- sırada bekliyordu. İşte geçen hafta- nın ortasında Paşakapısı Cezaevin- den alınan Ratıp Tahir İstanbul Adli- yesine götürülmüş ve bu davalardan birisinin duruşmasında hazır bulun- durulmuştu. Davayı Ankarada D.P. adına çıkarılan Köylü Gaazzetesinin yazıişleri müdürü Tarık Mümtaz Göztepe açmıştı. Davaya mevzu olan yazıise gene Ratıp Tahirin kalemin- den çıkan "Zavallı D. P. senin adına kimler konuşuyor" başlıklı bir yazı idi. Ratıp Tahir tam bir saat oniki dakika suren uzun bir müdafaa yap- asına ilâve edecek bir sözü olmadıgı nı söylemişti. Bu müdafaadan sonra okunan arda ise Ratıp Tahirin beraat ettıgı bildirilmiş ve bu kara salonda bulunanların gözlerini, ya- şartmıştı. Ama Ratıp Tahir bu be- raat kararının tadını çıkaramadan iki tarafındaki jandarmaların neza- reti altında yeniden Paşakapısı ceza- evine sevk edilmişti, zira bir baska basın suçundan dolayı, daha doldur ması gereken aylar vardı. İşte geçen haftanın sonunda gelen tel- graflar ve mektuplar bu beraatini kutluyor ve içerde geçecek ayları için kendine sabır diliyordu. 13