nin "beş yaşındaki çocuğunun kulak- larını kapıyarak perdeyi indirir. Üç Duvarlı Dünya uat Taşer, buyuk bir rejisöre 1h— tıyaç gosteren "Kraliçe ve ler" de üç duvarlı dunyanın dördün- cü duvarını basarı ile inşa edeme- mişti. Bir kere rejisör olarak çürük vasıtalarla yola çıkmıştı. — Argia'yı oynıyan Macide Tanır kendisinden umulmayan bir şekilde, değişik psi- kolojik durumlar arasında muvaze- neyi bulamamıştı. Birinci perdenin bayağı kadını, kocasına cilve yapan bir kadından öteye geçemiyor, ezilen- lerin en altında bulunduğunu, aydın- cık bir hayat yerine pansiyon odaları, m seçmek zorunda kalışını anlatır- ken halinden şikâyet eden bir ev ka- dırlını andırıyordu İsyan sahnelerin- ise, seyircinin <«Kıya duya artık bıktıgı "hayır'lar dan ve yapmacık kıvranmalardan kurtulamıyordu. Beşeri adaleti dağıtıcı olarak gö- rünen eski papaz ve zamanın ihtilâlcisi komiser Amos'ta Eldemin oynaması rejisör için büyük bir talihsizlik olmuştu. Eserin can noktası olan bu rolün öğrenci tiyat- rolarından gelmiş bir oyuncuya de- ğil de, bu işte pişmiş son derece usta bir oyuncuya ihtiyaç gösterdiği mu- hakkaktı. Suat Taşerin, kalıplaşmış sesi ve ne diye Ballandıgı anlaşılmayan kol- ları ile dördün duvarının hayrı- na bu oyunda oynamaması gerekirdi. Bununla beraber Suat Taşer, oyuna girerken kullandığı kişilerin idaresi bakımından alkışlanabilirdi. Ancak, jüriyi teşkil eden köylülerin biraz da- ha İtalyanlara benzemesi gerekirdi. Sonra ikili sahnelerdeki karsı karşı- ya konuşmalar, gizlice — söylenmesi gereken sözlerde oyuncuların birbir- lerini çekiştirerek gittikçe sahne dı- şına ilerlemeleri görünüşü bir hayli aksatıyordu. Hademe rolünü oynayan Muam- mer Esiyi bir hayli övmek gerekiyor- du. Mimik kullanmadığı halde, verdiği ölçülerle lâlcilerle çalışmak zorunda kalan bir ihtiyarın bütün tereddütlerini bu kom. pozisyonda bulma mümkündü. Kra- liçede Han Uran daha çok ko- nuşmadığı sahnelerde hem bır koylu hem de bir kraliçe oldugunu seyirci- ye duyurması bakımından başarılıy- dı. Yaşamak istediğini — söylediği sahnelerde, zavallılığını daha teknik bir oyun içinde vermesi irerinde olur- du. Netice — olarak denılebılırdı ki, Suat Taşer seyircinin bile güç haz- medeceği bir eserle dördüncü duva- ra ikinci adımım atmıştı. Ama "Kra- liçe ve Asiler" gibi bir piyesin mut- lak bir. Ölçü, uzun çalışma ve niren- gi noktalarını tutan sağlam aktör istediğini unutmuştu. Belki de, sekiz sahnede birden faaliyette bulunan bir Devlet Tiyatrosu içinde, unutmak zo- rlunda kalmıştı 32 M U Tenkitçiler Musikiyi nasıl izah etmeli? ondralı müsiki tenkitçisi Hans Keller'e göre bir musiki eserini tahlil ve izah etmenin tek yolu, bu 1ş1 sozlerle değil, doğrudan doğru- i vasıtasiyle — yapmaktır. Bırçok musıkışınas ve musiki ten- kitçisi, kelimelerin musikiyi — anlat- aktaki kifayetsizliğim düşünmüş- lerdir. Fakat tenkitçi Keller düşün- ceyle kalmayıp bu yolda —harekete geçmiştir. Hans Keller'e göre keli- meler, musiki biçimlerini anlatabilir; fakat daha öteye, bir eserin iç yapı- sına nüfuz edemez. Tasvir çağının geçmiş olduğunu soylıyen ve tenkit- çilere kelimelerden — vazgeçmelerini sağlık Veren Keller'in yeni tahlil usu- lü şudu Bir eserı iyice tanıdıktan ve bes- tecinin gayrışuuri mantığım anla- dıktan sonra tenkitçi ' tahlıl edıcı bir partisyon" yazar. Bu yonda, İncelenen eseri meydana getıren tem- ler, cümleler, armoniler ve ritmler bunların bırbırlerıyle ye eserin ana fikriyle olan münasebetlerini göste- recek şekilde- ayrılır veya yenıden bırleştınlır Bu "tahlil partisyonu" eserin her muvmanından sonra, bir enterlüd halinde çalınır. Viyanada doğmuş olan 38 ya- şındaki Hans Keller bu usulle tahlil ettiği bir eseri (Mozart'ın K 421 Re Minör Kuartetini') ve kendi tahlil partisyonunu geçen fta Hamburg radyosunda yayınlamıştır. Eserin ic- rası yarım saat, tahlil partisyonuysa 17 dakika surmektedır Keller'in ça- lışmalarım diğer İngiliz tenkitçileri gene sozle tenkit etmiye mecbur kal- mışlar ve "son derece önemli bir bu- luş" olduğunu söylemişlerdir. Hans K bet bulduğu takdirde, pazarını altüst edecegını ve kendisinin de böylece gelirinin — bir kısmından mahrum kalacağını bil- mektedir. Fakat tenkitçi Keller, "bir tenkıtçının vazifesinin, kendini — lü- zumsuz hale getırmek olduğuna" i- nanmaktadır Sanatçılar İdile övgü arika Çocuk-No:1- İdil Biret, üç y kadar önce Ankarada verdıgı başarılı bir konserden sonra Parise döndüğünde Cercle Interallie salo- nunda bir resital verdi. Bu resitale Parisin musiki çevrelerinde ne ka- dar büyük önem verildiği, Fransanın ünlü musiki tenkıtçılerınden Marc Pinoherle'in 6 Şubat tarihli ' les Titleraires' çıkan ilk cümlelerinden anlaşıl M. Pincherle "Biz bu sutunlarda esas itibariyle, verilen ferdi resıtal— lerden bahsetmeyiz" diyor. Sonra şoyle devam ediyor: "Gerçekten her gün o kadar çok sayıda ve o tierece mükemmel resitaller — verilmektedir 'Nouvel- makalesinin ordu S İ Kİ ki, hepsinden burada söz k Iksak, yerimiz yetmiyecegi hak yememenin tek çaresi bunları hiç yazmamayı bulduk. Fa- kat, M. Pincherle'in "İdil Biret o za- rundayız Genç Türk sanatçısı İdil Biretin Cercle Interallie" — salonunda verdiği son resitalin çapında bir sa- nat olayı, böyle bir ıstısna yapmayı gerçekten gerektirmekte Tenkitçi bundan sonra, Idıl Bire- tin iki yıl kadar önce Paris Konser- vatuvar Konserleri Derneğinin — bir konserinde, Wilhelm Kempff ile bir- likte Mozartm İki Piyanolu Konser- tosunu çalışını hatırlatıyor. Bu kon- ser, Biretin geniş yankılar u- yandıran ilk büyük başarısıydı Fa- Pi ncherle in "İdil Biret o za- man, elinde olmıyan bazı sebeplerden dolayı bütün gücünü gösterebilmiş olmaktan hayli uzak kalmıştı" deme- sinden anlaşılıyor ki son resitalinin başarısı, beş sene önceki konserinin uyandırdığı heyecanı kat kat aşacak derecede yükse "Nouvelles I__ıtteraires" yazarı daha sonra da, İdil Biretin harika çocuk vasıflarını okuyucularına ha- tırlatıyor. Daha dö yaşındayken Ankarada dinlediği bir konserin so- nunda sahneye çıkıp biç hazırlığı olmadan Bach'tan ve Beethoven den açmıya ren sanatçıyı raktığından, yedi yaşındayken — or- kestra ile birlikte Bach'ın bır kon- sertosunu çaldığından, Ko servatuvarında bırıncılık aldıgından bahsediyor; Brahms'ın bir konçerto- sunu üç dört defa plaktan dınledıkten sonra çalabildiğim duyduğ luyor ve devam ediyor: "Bütün bunlar tabii, görünürde, komple bir harika çocuğun klâsik hünerleridir. Fakat bu sadece bir görünüştür. Gerçekte, durum bam- başkadır. İdil Birette alelade bir ha- rika çocukta bulunanlardan pek ö- tede şeyler vardır. Dikkati en da- ğgınık bir dinleyicinin bile geçen gün Cercle Interallie'deki resitalde bunu hissetmemiş olmasına imkân — yok- tur. İdil Biretin tekniğini -o kudret- li, — parlak, rahat, değişik imkânlı tekniğini- bir yana bırakalım, iten— dişini dinlerken insanın onu pek dü- şund ğü yok; sanatçı da zaten tek- niğine fazla dikkat etmiyor. İdil Bi- ret çalarken musiki her yanıyla, din- leyiciyi kıskıvrak yakalamaktadır. Çalanı da öyle. Çalışı, mükemmel hazırlanmış bir öğrencinin çalışı gi- bi değil. Yaratan bir tefsirci gibi, çaldığını yeniden yaşıyanın çalışı- dır." Marc Pincherle, cümlelerle bitiriyor: "Bunlara pek iri lâflar mı diyeceksiniz? — Hayır. Sözlerimde mübalağa olduğunu san- mıyorum. Konserin sonunda heyecan, dan yüzü bembeyaz kesilen, gözle- rinden akan sevinç yaşlarını sakla- mayı düşünmiyen hocası Nadıa Bou- langer de herhalde ayni fikirdedir." AKİS, 22 ŞUBAT 1958 makalesini — şu