ADALET suçlu bulunanlardı. Ama madem ki Ankara Cezaevine — getirilmişlerdi; buraya ayak basar basmaz döğülme- liydiler, ki disiplinin ne kadar sıkı olduğunu anlamalıydılar. Zaten bu, bütün hapishanelerde âdetti. Bir baş- ka yerden sürgün mü geldi? Hemen yıkılıyorlar ve falakaya çekiliyorlar- dı. O kad i, tabanları şşıyord O zaman taşlar ıslatılıyor, üzerine tuz ekiliyor ve mahkümlar bazen sırt larına gardiyanlar bindirilerek buz gibi kaygan hal alan yerde yürü- meye mecbur bırakılıyordu. Ankara Cezaevinde bir Garip vardı; dayak- tan sonra sırta binen ekseriya o olu- ordu. Nitekim soğuk, — yağmurun çiselediği Mart akşamında da gidiş- ten yarım saat sonra mahkümlar getirilmişti. Ama hepsi omuzda ta- şınıyordu. Pestilleri çıkmıştı. Gardi- yanlar bunları hücrelerine fırlatı- vermişler ve kahkahalar atarak, çe- kip gitmişlerdi. Bir kısmına yeniden pranga vurulmuştu. Mahkümlar 1s- lah olunuyordu! Fareler ve insanlar Fakat bu, tek ıslah yolu değildi. Bir de munferıt vardı. Mahküm, eğer, hapishanede hâdise çıkarırsa, kavga ederse, gardiyanlara karşı ge- lirse oraya atılıyordu. Münferit bir hücreydi. Birbuçuk met kadar nışlıgı vardı. Ankara Cezaevındekıle— rin yüksekliği normal insan boyuydu; ama bir çok yerde böyle değildi. O- ralarda. münferite atılanlar iki bük- lüm oturmak zorunda kalıyorlardı. Hücrenin bir tarafında lâğım , deliği vardı. Münferid cezası yiyenler -aza- mi had bir aydır, cefaları boyunca hücreden çıkamıyorlar ve abdest- lerihi de orada bozuyorlardı. İçmek ve temizlenmek için günde bir testi su veriliyordu. Yemek, bir tayından ibaretti. Fakat tayını yemek için a- cele etmek lâzımdı, zira lâğım deli- ğinden çıkan kedı büyüklüğünde fa— reler ekm ücum ediyorlar gözle kaş arasında parçalıyorlardı Mahkümun farelere karşı amansız bir savaş vermesi gerekiyordu. Hüc- rede bir küçük delik vardı ve hava da, ışık da oradan geliyordu. Gece münferit aydınlatılmıyordu. Mahküm ince bir şiltede yatmak zorundaydı. Şilte bir haftanın sonunda lime lime oluyordu. Mütebaki müddet beton ü- zerinde geçiyordu. Saç ve sakal u pislik her tarafı kaphyordu. Münferitte çıldıran çoktu. Gerçi ha- pishanede dahi hâdise çıkaran mah- kümun cezalandırılmasından, hem de son derece şiddetli şekılde ceza- landırılmasından daha tabiit bir şey olamazdı ama insanlara insan dışı muamele etmek kimsenin hakkı ol- mamalıydı. Dayak yiyen, münferite atılan mahküm ıslah mı oluyordu? Asla! Sadece cemiyete, nizamlara — karşı kini artıyordu ve intikam almak his- si yüreğini dolduruyordu. Nitekim ilk fırsatta ayaklanıyordu. 18 İsyanların sebebi Hakıkaten gün geçmiyordu ki Tür- kıyenın bir yerinde, bir hapisha- nede isyan çıktığı duyulmasın. İs- yan havadisini yazan gazeteler ha- pishanelere sokulmuyordu, ama hâ- dise bir kaç gün içinde kulaktan ku- lağa — yayılıyordu. Hapishanelerin hepsinde bir Yerli . Yabancı mesele- si vardı. Yerliler o vilâyet halkından mahkümlardı. Yabancılar ise sürgün gelmiş olanlar. Bunların - yaşam şartları arasında büyük farklar bu— lunuyordu. yemeği geliyor, döşeği geliyor, zıyaretçısı geliyordu. Yabancı ise garip ve ekseriya para- sız oluyordu. İdare de yerliyi tutun- ca, kahvecilik, kantincilik, tabldot- culuk gibi para getiren işleri yerlile- re verince ve daha mühimi, yaban- cıyı yerliye ezdirmeye kalkışınca is- yan patlak veriyordu. Isyanların yuz— de doksanı idarenin kabahati yüzün- Hüseyin Avni Göktürk "Islah'çı.. den çıkıyordu. Pek çok hapishanede gardiyanından müdürüne rTrüşvet alı- nıyor, silâhından esrarına yasak mad- eler o kanaldan giriyordu. İdare, ac- zim bellı etmemek, maskelemek için mahkümların iki kısma . ayrılmasını hoş karşılıyordu. Yerli-Yabancı mese- lesi 'gibi. Alevi - Sünni meselesi de hapishanelerimizin dertlerindendi. İyi idare, dürüst müdür isyanı ön- lüyordu. Nitekim eğer Ankara Ceza evinde karışıklık çıkmıyorsa bunun sebeplerinden biri, hattâ belli baş- lısı Müdürün dirayetiydi. Ama dayak devam ettiği takdirde bır gün mah- kümların lanet olsun deyip ayaklanı- vermelerini beklemek pek ala kabıldı Zira mahkümlar müdürden, dürüst- lük kadar şefkat ve insanlık da bek- liyorlardı;. unutmamak lazımdı ki tatlı dil yılanı bile deliğinden çıka- rabilirdi. Personel zaafı apishanelerimizin birer çilehane olmasının sebebi personel fıkara- lığıydı. Başgardiyan İlyas ert ta- rafından uğurlanan mahküm, çerde kaldığı müddet zarfında iki hapisha- ne müdürünün suçlu sıfatiyle kendi koğuşunda ceza çektiğini hatırlı- yordu. İkisi de kültürün "k" sından nasibi olmayan kimselerdi. Gardiyan- lar başka bir âlemdi. En kabadayısı iki yüz lira maaş alıyordu. Bir gün evvel davar güdenler bir gün sonra, sırtlarına bir üniforma geçirilince in- san terbiyecisi oluyorlardı. Araların- da iyileri vardı. Cezaevinde bir Yaşar gardiyan, bir Hüsnü gar- diyan, bir Dursun veya Osman gar- diyan sempati toplamışlardı. Ama düşünmeli ki gardiyanların bir tane- si "bebeler" denilen çocuk koğuşuna girip ufak mahkümlara tecavüz et- mek suçundan sanık olarak mahke- medeydi. Bir başkası mahküm aile- lerine gidip onları dolandırmaktan sanıktı. Bir diğeri mahkümlardan birinin karısına laf atmaktan, edep- sizce teklifler yapmaktan sıkılma- mıştı. Çoğu okuma yazmayı asker- de öğrenmişti. Bunlar, mahkümları ıslah edeceklerdi! Bebelerin hali n sekizinden küçük mahkümla- rın hali ayrı bir felâketti. Bir ço- cuk, sanık olarak yakalandı mı mev- kuf kaldığı müddetçe hapishaneye getiriliyordu. Bebeler koğuşundaki elli yatakta yüz kişi yatıyordu. Ah- lâksızlığın bini bir para yaydı. Sonra, mevkufun cezası tasdik edilince alı- nıp İIslah evine götürülüyordu. Fa- kat mevkufiyetle tasdik arasında bazen yıllar geçiyordu ve o sırada her şey olup bitiyordu. Cezaevin- de bir de mektep vardı. Ama hoca- ları uğramıymıyolardı bile. Bütün yap- maktı. Hele bir başöğretmen mev- tıkları aydan aya gelip paralarını al- cuttu ki onu hapıshanede ender ola- rak gorenler "acaba yeni bir mah- kü mu di duşunuyorlardı O kadar kayıtsız, işini umursamaz bir zattı. Mektebe Allahtan gayretli bir mahküm konulmuştu da, adamcağız elinden geldiği kadar -Müdürün de -yardımıyla -hocanın yokluğunu telâ- fiye çalışıyordu. İyi bir kütüphane yapmıştı, filmler bulup mahkümlara gösteriyordu. Siz mektepteki tedrisa- tın parlaklığını şuradan anlayınız ki derslere devam eden bir gardiya- na Yurt Bilgisi imtihanında vası- talı ve vasıtasız Vergilerin ne oldu- ğu sorulmuş, gardiyan "vasıtalı ver- giler gidip ciple toplanan vergiler- dir" diye cevap vermiş, cevap mak- bul sayılarak kendisi mezun edil- mişti, Bu da ıslahın başka türlüsü! | Hapishanede hayat Hapishanenin iki alâmeti farikası varsa, birincisi pislik, ikincisi ava- AKİS, 12 EKİM 1957