M U Opera Yuhalanan Carmencita D evlet Operası'nın yeni Carmen'i ciddiye alınacak birşey değildi. Zaten bu operanın idarecilerinin hele son aylardaki kaprisleri, keyfi hare- ketleri, idaresizlikleri, vurdumduy- mazlıkları ancak tevekkülle ve ciddi- ye almamakla hoş gösterilebilirdi. Aksi halde bir opera devamlısının çi- leden çıkmamasına, bu idarenin orta- ya opera temsili diye çıkardığı şey- ler karşısında saçını başını yolmama- sına imkân y Fakat, herkes böyle düşünmeğe mecbur degıldı Halk yavaş yavaş, kendini harekete uğramış hissediyor- du. Kayıtsızlığın da, ihmalciliğin de, mantıksızlığın da bir haddi vardı. Ni- hayet geçen Cumartesi gecesi, "Car- men'"in ikinci temsilinde olanlar ol- du. O akşam zaten, her üç perdenin sonunda, alkış diye ancak bir kaç el çırpması duyuluyordu. Son perde bi- tip keyifsiz alkışlara alelacele cevap vermek için Carmen Türkân Başo- ğuz'la Don Jose Nihat Kızıltan sah- neye çıktıklarında, balkondan gök gürültüsü gibi "Yuha!" haykırışları oşandı. Bir iki saniye sonra oyunun en başarılı sanatkârı Micaela Sevda Aydan göründüğünde, sanatkâr yu- halan kendine sanmasın diye olacak, alkışlıyanlar ve "bravo" diye bağ ranlar duyuldu. İnfial gösterisi kısa bir müddet daha sürdü ve şarkıcılar, süklüm püklüm perde arkasına kaç- tılar. Bu üzücü bir olaydı. Fakat ay- nı zamanda, Devlet Operasının tari- hine geçecek bir olaydı. Halk artık bu pespaye temsilleri kabullenmeğe niyetli değildi, hem anlayışını, hem de medeni cesaretini. gösterecekti. Carmen'in rejisörlüğü, operaya ye- ni gelen, Ruprecht Huth adlı -tabia- tiyle Profesör- bir Alman şan hocası- na verilmişti. Bu adam şan hocasıy- 1 ama, işsizlikten şikâyet ediyordu. Operadaki günleri boş geçmekteydi. Nihayet Devlet Operasının basiretli idarecileri adamcagızın herhalde sı- kıldığını düşünüp, "Carmen'i sahneye koyun bari!" dediler. O da koydu. Çek akıllı, çok düşünceli bir rejisör olduğu bellıydı Libretto yazarları Meilhac ile Halevy ilk perde için kır- mızı-sarı bir bayraktan bahsetmiş- lerdi ya! Acayip bir direğin üstüne koskoca bir bayrak astı. öyle ki, hele balkonun salonunda oturan seyircile- rin, tütün fabrikası merdiveninde olup bitenleri görmelerine imkân yoktu Prof. Huth bununla iktifa etmedi. İ- kinci perde, Lillas Pastia'nın meyha- nesini temsil ediyordu. Perde açıldı- ğında seyirciler birinci perdedeki tü- tün fabrikası dekorunun aynen mey- hanenin içinde durduğunu hayrette gördüler. Herhalde Prof. Huth, tütün- cü kızları Sevilla şehrinin dış mahal- lelerine, kadar taban tepmekten kur- tarmak için, fabrikayı meyhanenin 30 S İ KI içine nakletmeyi tercih etmişti. Son perdede, Don Jose'nin girişinden ön- ceki sahnede Carmen yalnızdır. Bir ruh mücadelesi içindedir. Bu mücade- le orkestrada anlatılmıştır. Bir rejisör -iyi bir rejisör olması şart değildir- — orkestrasının — musikisiyle Carmen'inin oyununu birleştirip ne kadar büyük bir dramatik tesir elde edebilir! Prof. Huth oralı olmamıştı. Bunlar, bu ehil rejisörün değerini be- lirtmek için rastgele seçilmiş birkaç Örnektir. Carmen rolü için Türkân Başoğuz adlı, on yıldır sahneden uzak kaldık- tan sonra, nedendir bilinmez, kem de oyuncusundan pek çok şey isteyen bir partiyle sahneye çıkmaya karar ve- ren bir soprano seçilmişti. Türkân tekniği olmayan, olmayan, dansı olmayan, fizik gösterişi olma- n bir Carmen'di. Cumartesi gecesı dınleyıcılerın hakkında ne düşündü ğünü öğrendikten sonra artık gözü- arkada kalmadan mutfagına dönebi- lirdi. Keza, ünlü "alaturka" tenoru- muz Nihat Kızıltan da, aynı sebeble, eski mesleği avukatlıga avdet edebı— lirdi. Zaten, Türkân Ba'şoğuz'la Ni- hat Kızıl tan'in şarkı söyleyişlerini dinledikten sonra, armen'in niçin Don Jose'den soğuduğunu, Don Jose'- nin de niçin Carmen'i bıçakladığını daha iyi anlamak mümkün oluyordu. Escaniillo'da — Hilmi — Girginkoç'un “Toreador" sarkışım nasıl - söylediği hakkında bir karara varmak imkan- sızdı. Çünkü Girginkoç'un sesini duy- mak da imkânsızdı. Böyle bir opera- nın sonunda, seyircilerin sahneyi yu- halamakla kaldıklarına bu zavallı temaiün mesullerini sokaklarda ko- ihsan Künçer Medarı — iftihar yalamadıklarına şükretmek lâzımdı. u gibi bir kadro içinde bir Sevda Aydan'ın, bir Ayhan Baran'ın başarı- sı, Ulvi Cemal Erkin'in şeviyejii şef- lıgı hiçbir şey ifade etmezdi. Bütün bu olup bitenleri, düşünüp, koronun, üçüncü perdenın başında söylediği şu me aldekı sözlerle kim hemfikir Olmazdı. "Mesleğimiz güzel meslek; onu yapmak için kudretli bir ruh lâzım." Festivaller Helikon ve oniki ton Geçen hafta Salı gecesi, Helikon Oda Orkestrasının Opera salo- nunda verdiği konser -gene bir festi- val konseri- programında, oniki ton sisteminin farklı şıvelerıyle konuşan iki bestekârın birer eserini taşıyordu. Bunlardan biri, —Avusturyalı Ernst Krenek idi. "Yaylı Sazlar için Yedi Parça" sı nd an her biri, bir halk şar- kısının .basitliği içinde — başlayıp az sonra pişkinleşen, sade bir kontra- punto yazısıyla bestelenmiş, can sık- mayan, fakat dinleyici Üzerinde asla büyük tesir yapmayan bir musikiydi. öteki bestekâr, "Yaylı Sazlar için Bagateller"inin tamamı ilk defa icra olunan, Bülent Arel'di. Krenek'in mu- sikisinin aksine bu eser, dinleyicide derin izler bırakabilirdi. Oniki ton tekniğiyle yazılmış, fakat koyu Tro- ik X. Asır modeli değil, Schönberg'in "atonal" devrinin, "Be Orkestra Parcası"nın Örneğinde ro- mantik- bir musikiydi. Dinleyiciyi bir duygu bulutu içinde alıp götüren bu eseri uyanık sininle dinlemeğe mu- vaffak olanlar herhalde Arel'in, bes- teleme hünerlerine müteallik gayret— lerinde, bilhassa ölçü ve ritm mese- lelerinde ve çalgıların gerek solo, ge- rek gruplar halinde kullanılmasında, mütekâsif bir zihin çalışması yapmış olduğunu sezebilirler, buna rağmen eserine, bu yolda bir çalışmadan zor- lukla dogabılecek bir atmosfer, adeta irticai bir karakter vermiş oldugunu hissederlerdi. Bülent Arel'in bu eseri, bestekârın şimdiye kadar dinlemedi- ğimiz partisyonlarının en başarılısıy- dı ve sahibinin değerim daha iyi ay- dınlatmaktaydı. Bach ve Vıvaldı he- saba katılmadığı — takdirde, Arel'in Bagateller'inin programdakı en iyi musiki olduğuna hükmetmek hiç de güç olmazdı. Konser, Vivaldi'nin Re Minör Kon- serto Grosso'su ile açıldı ve Bach'ın aynı tonalitede Klavye konsertosuyla devam etti. Ankara Üniversitesinden bir amatoT piyanist, Oğuz Onaran, pek az piyanistte rastlanan sağlam ve aydın bir Bach anlayışı ile solo partisini icra etti. Tempolarında is- tikrar ve akıcılık vardı. Ritmik de- ğerlere titizlikle hakkını Verıyordu Tuşesi, Bach'ın musikisine çok yakı- şan bir kuruluktaydı. Pedalı ihtiyat- la kullanıyordu. Piyanonun başında, 1, XXX. Asrın tuttüuğü işıkta görmek istemeyen, kafasını işletmeyi tercih eden, sevk sahibi bir gencin oturduğu bellıydı Oğuz Onaran'ın bu icrası, daha yaşlı ve daha tecrübeli AKİS, 2 ŞUBAT 1957