22 Aralık 1956 Tarihli Akis Dergisi Sayfa 22

22 Aralık 1956 tarihli Akis Dergisi Sayfa 22
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Azız kardeşim Bu mektubumla tıralarınızı diyede sizin çok uzak_larda kalan ha- canlandırmak istiyorum. Üsküdarda, İna- oğmuştunuz. İki katlı, ahşap bir evin cum- basından sokağı seyrederek, malta taşı döşeli av- luda zıp zıp oynayarak büyümüştünüz. mezarlık aralarında böğürtlen toplamış, uçurtma uçur- muştun O zamanlar Usküdarla Kadıköy arasında tramvay yoktu. Otobüs ve otomobil de nadir şeylerdi. Ancak tek atlı arabalar vardı. Bunlara binmek de fakir bir talebe için imkânsızdı. Arka yollardan, miskinler tekkesinin önünden, yağmurlu havalarda — çamurlara bata çıka taşlardan sekerek İbrahimağaya ve Yelde- ğirmeni üzerinden mektebe ulaşmak gerekiyordu. Sul- taniyi bu usun yollarda bitirmiştiniz. Lise terimi he- nüz mevcut değildi. Bu terim Mecliste kabul edilirken bir milletvekilinin "lise, ala vezni kilise" diye haykır- dığını hatırlarsınız. Lise hayatından aklınızda, uzun çamurlu yollar, soğuklar, ayazlar, delik bir papuç, hel- va - ekmek ve sobası yanmayan, dar, dumanlı, boğucu bir mektep odası kalmıştı. Nihayet Tıbbiyeye yazılmış- tınız. Askerliğe de kolay alışamamıştınız. Sivil elbise üzerine palaska ve kasatura takarak, mavzer elde do- laştığınız, uzun pantalonla manej yaptığınız günleri hatırlıyor musunuz? Askeri talebe, — fakülte tarafına uayyen bir saattan sonra geçemezdi. Emir öyleydi. Sivil arkadaşlarınızla gezerken tam o hizaya gelınce bir bahane bularak geri dönerdiniz. "Müdürün emri bizim daha ileri geçmemize manidir" demeğe diliniz varmazdı. Ama hürriyetinizin bu rütbe sınırlanmasına kızardınız. İnsan ölüleri, etler, kemikler, kalp, bağır- saklar, parçalar pıyesler preparatlar urlar, hastalık- li dokular, müzeler, Slü yığılı sandıklar, masalar, otop- siler, formol kokuları arasında sınıf'ları aşıyordunuz. asulye, nohut, kapuska, kereviz kuvvetine kitaplar devirmiştiniz. "Bu emekler olmasa — yatılı mektepler nasıl talebe bulur" diye düşünür; insan beyninin, ogle— yin etli kuru fasulye, akşam kuru fasulyeli et çeşnisin- den nasıl fosfor ve vitamin çıkarabildiğine şaşardınız. Ama çevrenızdekıler ve buyuklerınız size tonlarla ma- nevi azık vi tikbal — vadediyorlar Mahrumiyetler SİZİ Vaktınden önce olgunlaştırmıştı Orta seviyede bir talebeydiniz. Hiçbir zaman sını u olmamıştınız. Daima gözden uzakta, arka sıralarda otururdunuz. Bir teselliniz vardı. "Adam arka -sıralarda yetişir" di- yordunuz. Vatanperverdiniz. İyi söz söylerdiniz. Fakül- tenin alt katındaki kebapçıda yahud cenaze törenle- rinde güzel nutuklar çekerdiniz. Bunlar "sen ölmedin" diye başlar, "yapacağız, — edeceğiz"lerle bezenir, son- ra "vatan, millet, her şey bu yurd için,.." gibi klişelerle i. Gittikçe yırtılıyordunuz. Her yere giriyor, çı- kıyor, kiralık frakla balolara, törenlere, şölenlere ka- tılıyordunuz. Buralarda bütün idealinizin elinizde şifa tasile, yolsuz, izbe köylere ulaşmak, "efendilerimizin" arazında' yerleşmek ve onlarla beraber yaşamak ol- duğunu söylüyordunuz. Mektepte farmakoloji okumuş, otların, köklerin, spesyalıtelerın drogların kimyasal ve fızıksel ozellıkle— rini öğrenmiştiniz. Ancak hastayı anfiden görmüş, bir- çok dersleri projeksiyonla takip edebilmiştiniz. sit bir hastayı başından sonuna kadar etüd edememiş- tiniz. Sıtmaya kinin, verildiğini bılıyordunuz Fakat sıtma nöbeti geçiren bir hastayı yakından gör- memiştiniz. Hiç bir hastaya kendiniz teşhis koymamış, hocanın koyduklarını bir nas gibi kabul etmiştiniz. Sonra bir gün bu hasta vefat etmiş, kliniktekine tama- 22 Sonraları AMERİKADAKİ MEÇHUL men aykırı bir netice ortaya çıkmıştı. basur memesinden tesbit edilmişti. Meselâ hastaya tedavi yapılmış, otopside beyin uru Gittikçe şüpheci oluyordunuz. Hocala- rınıza, tıb ilmine, kitaplara inancınız sarsılıyordu. He- kimlik ne kadar kaypak, ne kadar yanıltıcı, şaşırtıcı bir ilimdi. Hastanın yapısı, bünyesi, ilâcın miktarı, tesiri, hastanın bu ilâca gösterdiği hassasiyet, mukave- met hep yanıltıcı faktörlerdi. Bir hasta 40 derece ateş- le polikliniğe geliyor, ayaktan tifo teşhisi konuyordu. Bir başkası 37 derece ateşle yataktan kalkamıyor, ken- dini kaybediyordu. Ateşin tesiri, ağrının — şiddeti bir hastadan Ööbürüne çok farkediyordu. Her hastalığın hastaya göre bir gidişi, bir temposu, bir ritmusu var- dı. Kimisi en ağır hastalıktan tez kurtuluyor, basit bir derde yakalanıyor, toparlanıp gidiyordu. Ne zor meslek seçmiştiniz. Bir hastanın evine gütmek, ya- tağına yaklaşmak, nabzım — tutmak, nefesini saymak, kalbini, göğsünü dinlemek, sonra hemen bir hükme varmak, yararlı bir ilâç yazmak ve onu rahata ulaştır- mak kolay bir işe benzemiyordu. Bir mahkeme en ba- sit bir suçun tetkiki, ve hükme bağlanması için sene- lerce uğraşıyordu. Sızden on dakikalık bir muayeneden sonra en hayat! bir karar isteniyordu. Bu kararı vere- mediğiniz anda da en ağır ithamlara uğruyordunuz. Motor tamircilerine gıpta ediyordunuz. Onlar ufak bir ücret karşılığı en kompleks bir cihazı söküyorlar, tet- kik ediyorlar, işletiyorlar, bozulan bir parçanın yerine yedeğini takabiliyorlardı. Siz. ise yıpranmış insan or- ganlarım yıllarca idare etmek zorunda idiniz. Bunun yedeği, ikmali, lo;ıstıgı yoktu Sonra halkta da ne yan lış, ne insa afsız bir i nanç V "Doktor geldi. İki tak tak yaptı, kulağını koydu, vızıtesrnı aldı, gitti" dıyor— lardı. Halbuki o iki tak tak size ne ıstıraplara, ne iş- kencelere mal olmuştu. Olu dokularım senelerce etüd etmek, burnunuza pamuk tıkayarak formol ve leş kokuları arasında anatomi — ve patoloji okumak, otopsiler yapmak, — mezarlardan kurtların — didiklediği ölüleri çıkarmak sizde ne moral, ne zevk, ne iştah bı- rakmıştı. — Başlangıçta, günlerce yemeden, içmeden kesildiğinizi — hatırlıyor musunuz? alışmış, otopsi masasında öğle renmez olmuştunuz. Sonraları bu hale yemeği yemekten iğ- Alınan ilk resmi vazife kuldan teğmen olarak mezun nun genç subaylarından şimdiden saçlarınıza ak ayası kadar açılmıştı. Dışlerımzın birçoğu dolgulu idi. irkaçı çürümüştü. Alnınızda derin kırışıklıklar vardı. Omuzlarınız düşmüştü. Pantalon belinize oturmuyor- du. Atipik. amorf bir haliniz vardı. Üstelik içinize bir de durgunluk çökmüştü. Az konuşur, çok düşünürdü- nüz. Herkesin katılarak güldüğü yerde siz dalar, ses- sizleşir, ansefalit geçirmiş gibi, maskeli bir yüzle, göz- lerinizi kırpmadan bakar kalırdınız. Yahud da dudak- larınızın etrafı La Joconde gibi esrarlı bir gülümse- meyle bükülürdü. Okula ilk -girdiğiniz yıllardaki kö- sen, top oynayan, bisiklete binen, barfiks yapan, lo- but çeviren, neşeli, hararetli delikanlı sanki artık siz değildiniz. O acar tıbbiyelinin yerini, Arşimed kadar düşünceli, Şopenhauer gibi kara gözlüklü birinsan al- mıştı. Bütün vücudun hücrelerinin yedi yılda bir tama- men değiştiğini biliyordunuz. 26 yaşında olduğumun göre sizde de 3,5 insan ölmüş, 3,5 insan doğmuştu. De- vamlı bir metamorfoz sonunda bu hale gelmiştiniz. Al- tı yıl karanlık bir gölge gibi içinde dolaştığınız Tıbbi- olmuştunuz. Ordu- sayılırdınız Fakat daha ü. Tepenizde bir yer. el AKİS,22 ARALIK 1956

Bu sayıdan diğer sayfalar: