İKTİSADİ VE MALİ SAHADA insaflı olsunlar da, sıkıntıların -eğer mevcutsa-, bizim yatırımlarımızın öl- çüsüzlüğünden değil, fakat dünyanın ta istikrarsızlığı karşısında istiklâli- ni, hürriyetini, namusunu ve evini müdafaa edebilmek için devletin or- dumuza, bütçesinden bir milyon Ura ayırmasından ve yarım — milyondan fazla evlâdını vatan hizmetinde tut- masından ileri geldıgını kabul etsin- ler." Başbakan, eğer mevcutsa kay- dı ile varlığından şüphe ettiğini a- çıkladığı iktisadi sıkıntılara sebep bulmak için boşuna emek harcamış- tı. Yok olan şeyin varlık sebebi izah edilir miydi? İktisadi sıkıntı yok- tur demek, bütün acaipliğine rağmen yukardakı ifadeden daha "mutedil" daha "makül" olu Başbakan sıkıntı — bahsinde, bazı işlerin geç kalışındakı sebebi de açık- lıyordu:. "Fakat derhal karar ver- miş olmamıza rağmen bugün 11 ta- nesi de işlemekte —olan yeni şeker fabrikalarını — kurabilmemiz, — şeker programımızı tahakkuk ettirebilme- miz hiç de kolay olmamıştır. — Yal- nız şu kadarım söyliyeyim ki 1960 de kararımızdan sonra ilk fabrika- nın Adapazarında temelini — atmayı ancak, 1953 senesinin eylülünde ba- şarabıldık Niçin bu kadar zaman geciktiniz, diye sorabilirsiniz. Ben de cevap olarak size diyeceğim ki, iktisadi mücadelenin asıl sırrı işte buradadır, güçlükler daima işin baş- langıcındadır Bir kere yolu yapı- lınca yürümek herkes için kolay o- lur,". Başbakan böylece şiddetle ten- kit etmeği âdet haline getirdiği es- ki iktidarı göklere çıkarıyordu. Ger- çekten yani Türk devletinin kurulu- şunu kovalıyan yıllarda yani — eski Iktıdarın işe yeni başladığı — sırada, millet hükümetçe karşılaştıgımız ıktısadı 'sıkıntılar 1950 yenmek zorunda kaldıgı sıkıntılarla mukayese edilemiyecek kadar kor- kunçtu. Ordu yeniden kurulacak, yanan, yıkılan şehirler, kasabalar i- mar edilecek, — mevcut demiryolları yabancı şirketlerden satın alınacak, yenileri ve karayolları yapılacak, ti- caret filosu yeniden donatılacak, fab- rikalar, milli bankalar kurulacak ve k geniş bir personel kadrosu — ye- tiştirilecekti. Üstelik Osmanlı İm- paratorluğunun borçları ödenecekti. Bu durumda, 1950 de Demokrat Par- ti iktidara geçtiği gün onunde "bal- ta girmemiş bir orman" . değil iyi kötü bir "yol" Bulmuştu. iş, mümkünse bu yolu asfaltladıktan sonra, tayin edilecek hedefe doğru hızla ilerlemek idi. Kazın ayağı V arlıkları inkâr edildiği — halde var oluş sebepleri — açıklanmıya çalışılan sıkıntılarımızın gerçek — se- beplerini gene Başbakanın üç ko- nuşmasından çıkarmak kolaydı. Birincisi hükümetin bir iktisat si- yaseti yoktu. Hedef belli olmayın- ca sağa, sola sapa sapa zaman kay- bedileceği muhakkaktı. 18 İkincisi, zaten açıkça belli olma- yan hedefe ulaşmak için tutulan yol doğru yol değildi. — İmkânlarımızın ölçüsü daima gözden kaçırılmıştı. Hem dış yardıma, yabancı sermaye- ye muhtaç — olduğumuz belirtiliyor, hem da o olmadan da kalkınacak ta- katta olduğumuza inanılıyordu. "Hiç bir milli ekonominin başka ekonomi- lerle işbirliği yapmadan kalkınıp i- lerliyemiyeceği, bütün dünyanın bil- diği bir hakikattir. — Bütün ketler ancak bu — işbirliği yolu ile kalkınmışlardır. Bunun aksine bir tek delil ve örnek mevcut değildir. Bizim de bu yolu takip etmemiz mu- kadderdir." diyen Başbakan: "Tür- kiyenin imkânları artık harekete getirilmiştir. Bu imkânları ile Tür- kiye kendi kendine yetecek hale gel- mektedir.” diyordu. Şu cümleleri bilhassa dikkati çekiyordu: "Hal- buki bu memlekette, 1950 de mille- tin kendi kaderine kendi elini koy- duğu zamandan beri başka bir zihni- yet vardır. Bu zihniyet imkânsızlık- ları ortadan silip kaldırmış, mem- leketin karşısında hudutsuz imkân- ların ? ufkunu mıştır", "Dünkü devletin yapıcı kudreti ıle bugünkü yapıcı kudret arasında namütenahi fark vardır." cümlelerde — dile gelen düşünce, sıkıntılarımızın belki de ana sebebi İi Zaman zaman "iktisadi istiklâl sa- vaşı" sözünü — kullananlar herhalde kendilerim — İstiklâl Savaşını kaza- n ordumuzun başkomutanı ile kı- yaslıyorlardı Halbuki Atatürk, en güç şartlar altında çok büyük bir zafer kazandıgı halde, askeri gücü- müzün “namütenahi" olduğuna i- nanmamış, tedbiri elden bırakmıya- memle- rak durulması gereken yerde — dur- masını bilmişti. Üçüncüsü işbaşındakilerin — zihni- yeti bilimden, kitaptan faydalanma- larına, —tecrübenin — sesine — kulak vermelerine müsait değildi:. Bunu da gene Başbakan pek güzel anlatmıştı: "Sivas çimento fabrikasının, mem- lekete gelmiş olan makinelerle 90 bin tonluk tevsi işi, o zamanlar karşılaş- tığımız engeller hakkında bir fikir vermek için cidden beliğ bir misal teşkil eder. O zaman bütün idareci- ler, zinhar bu — tevsii yapmayalım ünkü Sıvasın tevsii halinde elde e- dilecek çimento istihlâk edilemez, di- yorlardı, biz vazıyetı ehemmıyetlı bulduk. Muhte Reisicumhuru- muz fevkalâde hassasıyetle harekete geçti. — Refakatlerinde Sivasa git- tik. Fabrikanın müdüriyet salonun- da uzun münakaşalar yapıldı. — Bi- ze bu tevsiin ticari ve iktisadi icap- larla kabili telif olmadığı hususun- da kitaptan, akıldan, akılsızlıktan ne kadar delil varsa hepsını getirdiler, önümüze döktüler. Bunları dinledik- ten sonra Reisicumhurumuzun em- ri ile aşağı indik. Kazmayı elime al- dım Ve tevsi işine buradan başlıya- caksınız, emrini verdim Sivas fabrikası mısalınde kan haklı olabilirdi. FFakat tek ba- şına bu haklılık bile durumu bü- tün açıklıgı ile ortaya koyuyordu Bir işin 1çınde pişmiş, o işin bütün ıncelıklerını öğrenm kimseler bile mek ki yanılabiliyorlardı. O hal- de o iş hakkında sağlam bilgiye sa- hip olmayan bir kimsenin yanılma ihtimali çok daha fazla idi. İktisadi mevzular kavranılması güç, karışık mevzular olduklarından durumlarına Başba- Bir çimento fabrikası Bacalar yükseliyor, fakat... AKİS, 13 EKİM 1956