YURTTA karşısında bir ekalliyet ise hakikaten Kabataşa gitmek zorunda kaldı. O ün Adnan Menderes onlara, hak et- tıklerı şekilde bir kısa "antişambr" yaptırdı ve davet üzerine geldiği- ni defalarca belirterek toplantıya başladı. Evet, "İşte, basın!" karşısın- daydı... Ertesi gün, bütün gazeteler -bir tek istisnasıyla: Dünya birinci sayfala- rının üst katını Kabataşta dinledik- lerıne hasrediyorlardı. Müteakip nüs- hada da çeşitli kalemler vasıtasıyla "İstanbulun imarı" adı verilen poli- tik hamle övüldü ve övüldü. "İstanbulun imarı" Haftalardan beri İstanbullular şe- hirlerinde bir takım degışıklıkler olduğunu, bazı — yerlerin yıkıldığın! görüyorlardı. Sonra, ağaç kesme ha- diseleri gazetelere aksedmce bu "bom bardımana uğramış" halin İstanbu- lun imarına başlangıç olduğunu anla- dıdar. İşin değişik tarafı imarın İs- Ahmet Emin Yalman Buz çözücü! tanbul Belediye Başkanı değil, Türki- ye Cumhuriyeti Başbakanı tarafından idare edılmesıydı Adnan Möenderes, yanına resmi sıfatları itibarile selâ- hıyetlı kimseleri alıyor, şehri kara- ve denizden dolaşıyor, şuranın yıkılması, şuranın açılması, şuranın duzeltılmesı hususunda direktifler ve- ordu. Direktiflerin yıkmayla a- lakalı kısmı ise -en kolayı- derhal tatbike konuyor ve kazmalar faali- yete geçiyordu. Sıkışık trafik rahat hale getirilecek, dar yollar genişleti- lecek, İstanbula bir modern şehir ha- li verilecekti. Bunun fevkalâde bir gaye olduğu- nu görmemek için insanın aklını ka- çırması lâzımdı. Hakikaten İstanbul, yani baştan ele alınmaya muhtaçtı ve devletin belediyeye yardım eli u- zatması mükemmel bir şeydi. Fakat k çok kimsenin aklına gelen bir su- al Kabataştaki hasbıhal sırasında muhterem - basın kodamanlarımızın 6 OLUP BİTENLER DEMOKRASİLERİN D emokrasimiz niçin istediğimiz gibi iyi işlemiyor? Hasretini çektiğimiz rejime — kavuşmak için ne yapmak lâzım ? Bu sualler kahve toplantılarında, gazetelerde, akade- mik münakaşalarda “şeref mevkii"- ni işgal ediyo! Ekseriya hukukçular bu dertleş- melerde baş ro) Ka arın Anayasaya uygunlugunu kon- trol eden bir müessesenin mevcut ol- mayısından dert yanarak başlanır. Konuşma "Efendim Batıda şöyle- dir... veya böyledir..” diye devam e- der. Kabahat, iki üç adamın hüsnü- nıyetsızlıgınde bulunarak bitirilir. sohbetlerde, Batıda demokra- si meselesımn halledildiği bır müte- arife olarak kabul edilir. Nasıl bir zamanlar köyü, çoban kaval çalar, onun hayatı şahanedir" misillü gör- mek hoşumuza gıttıyse Batı demok- rasilerini de mbe bir gözlük arkasından gormeyı ve göstermeyi seviyoruz. Batılılar acaba kendi siyasi rejim- leri hakkınd ne düşünüyorlar? Walter Lippmann'ın yakınlarda neş- redilen "Public Philosophy — Siyasi Felsefe" adlı kitabı bu suale bir ce- vap getirmeye çalışmaktadır Gaze- teciliği adeta "“günbegün yaşanan bir felsefe" haline getiren bu Ame- rikalı yazarı Türk okuyucuları iyi tanırlar. "Herald Tribune" de çıkan makaleleri 20 dile, bu arada Türk- çeye de, çevrilmektedi ippmann ayni zamanda iktisat- çıların, siyast ilim mütehassıslarının a gayet, ıyı tanıdığı bir simadır. "Hür Site"nin müellifidir. Asrın gerçeklermı anlamış, demokrasiye gönülden bağlı aydın bir liberaldir. Lippmann, Demokrasiler hakkın- daki duşuncelerı e 1938 yazında, Muüunich arifesinde başlıyor. 1918 de harbi kazandığı halde, sulhu kazan- masını bilmiyen Batılılar için ikinci rbi" kaçınılmaz bir hale gelmıştı İşin en kötüsü, harbi onlemek için bütün fırsatları kaçı- an Demokrasiler, 1938 de Hitlerin karşı ında tamamiyle hazırlıksız bulunuyorlardı. 1945 ten sonra da, bilindiği gibi, durum pek parlak ol- madı. Diğer taraftan 1917 ye kadar, li- beral demokrasinin faziletlerinden pek şüphe edilmiyordu. Hitler, Mus- solini, Franko, Salazar, Peron, Ti- to, nin, ta henıız mevcut değillerdi. Lippmann, Demokrasiler, diyor, inhitat devresindedir. Bu inhitatın sebepleri nelerdir? Başlıca iki sebep var: Halk kütleleri ve hükümet -ic- rai kuvvet mânasında- arasındaki muvazenenin bozulması ve liberal demokrasinin temeli olan siyasi fel- sefenin zayıflaması.. Demokrasilerde halk ippmann incelemesine, kütleler- L den başlamaktadır. Fenalıkların sebebini bir kaç siyaset adamına yükleyip, seçmenleri bir kenara bı- rakamayız. Krallar ve dıger devlet şefleri gibi halk ta gökler maktan ve dalkavukluktan hıç bır şey kazanmaz. Doğru veya eğri iyi veya kötünün sandıklar"dan çıkacağına inanmak, sadece bir mü- railiktir. 1917, Batı demokrasileri için bir dönüm noktası oldu. Evvelce mem- leketi kelimenin tam manasıyla İ- dare eden hükümet, harbin ağır şartları dolayısıyla kütlelerde uya- nan memnuniyetsizliğe mukavemet edemedi, testim oldu 1917'den bu yana Batıda ir hükümet mevcut değildir. Montesguieu ve J efferson'dan son- ra Lippmann da "Halk iyi bir seçi- ci bile olsa, kendi kendini idare et- meye muktedir değildir" fikrini ka- bulleniyor. Tahsil imkânlarının ve seçmen sayısının artması bu sözü yalanlamadı. Bilâkis halk efkârı, gitgide hükümet realitelerinden u- zaklaşmaktadır. Zira büyük kutlelerın memleket meseleleri hakkındaki bütün bilgisi, radyo ve gazetelerden toplanmış bir kaç "kırıntı"dan ibarettir, eğer o da mevcutsa.. Halk efkarı, ekseriya hadiselerin gerisinde kalır. Amerika, İkinci Dünya Harbıne vaktinde hazır ol- saydı, belki bu harp vuku bulmıya- caktı. Diğer bir misal de halk efka- rının zoruyla 1945 te Almanya vs Japonyanın yerle bir edilmesinden ir kaç sene sonra, bu devletlere silâhlanmaları için yalvarılmasıdır. Kütlelerin devlet işlerinin yürü- tülmesine karışmalarından doğan en büyük mahzurlardan biri de, kütle- lerin kolaylığı seçmesi ve arzularını hakikatler yerine almak temayülü- dür. Bir tercih yapmak gerektiği zaman, halk terazinin hoşa giden kefesını görmekte, ödenmesi gere- ken fiatı unutmaktadır. Mekteplere, hastahanelere, güzel yollara sahip olmak halkın hoşuna gitmektedir. Fakat bunun İçin vergileri arttır- mak gerekirse bu, halkı kızdırmak- tadır. Halk bol istihlâk maddeleri arzulamaktadır, çarşıda her aradı- ğını bulmak istemektedir, fakat is- tihsali arttırmak için gerekli yatı- rım gayretini unutmaktadır. Bu ba- kımdan çok partili bir rejimde, nor- mal olarak partiler arasında reka- bet bulunduğuna göre, meselâ mem- leketimizde, köylüler gelır vergısı şumulüne alınabilir mi? İşt de durulacak bir mesele.. AKİS, 22 EYLÜL 1956