İKTİSADİ VE MALİ SAHADA gerekli tedbırlerın araştırılmakta ol- duğunu — söylem iktifa etmesi, bir iktidarın altıncı . çalışma yılında bütün seçmenlerin dikkatini çekmesi gereken bir husustu. Bakanın temas etmediği zirat kre- diler mevzuunda, 24 Ağustos tarihli Zafer'de bazı rakkamlar vardı. Zi- raat Bankası tarafından köylümüze açılan zirat krediler yekünunun 1956 nın ilk beş ayında 116 milyon lira- lık bir artış kaydettiğini ılgılıler bıl— dırıyorlardı Enflâsyonu söylenen hükümet rıyasetı— nin ne derece kuvvetli olduğunu enf- lâsyonu körükleyecek olan bu kredi artışından anlamak kolaydı. Sanayi ve Madencilik ükümetin zirat politikasının he- defi sanayi idi. Bu husus nutuk- ta şöyle ifade edilmişti: "Bu suretle, arttırılacak zirat istihsalin teşkil e- deceği sağlam bir bünyeye istinad et- tirmeği — düşündüğümüz sanayiimiz- de inkişâf imkânını bulacak ve eko- nomik potansiyel ve — sosyal refahın teminatım teşkil edecektir". Nutku dinleyenler bu noktada ziraatin sa- nayıe ne şekilde temel teşkil edece- ğinin daha acık bir şekilde belirtil- mesini bekleyebilirlerdi. Fakat onla- rı bir sürpriz. bekliyordu. Bakan ümet, müstakbel refahımızın teminatı telâkki ettiği sanayiimizi teşvik edici mahiyette hiç bir feda- kârlığı esirgememektedir" diyor ve ilâve ediyordu: "Bu vesile ile hükü- met polıtıkasının arzettıgım şekildeki tezahürü, tam teşvik edici ma- hiyette hazırlanmış bulunan maliyet unsurları hesapları ve kâr hadleri üzerindeki koordinasyon — kararında ifadesini bulmaktadır". —Evet hükü- met fedakârlıktan bahsediyordu. De- mokratik usullerle idare edilen bir memlekette bu şekilde bir fedakârlık, yani sanayii teşvik için oldukça yük- sek adleri tesbiti, anlaşılır şey Bu sadece bır Vazıfcydı Bun- dan sonra bakan, "müstakbel refahı- mızın teminatı olan sanayiimiz" hak- kında şu son sözlerini söylüyordu; "Diğer ekonomik sektörlerde oldugu gibi sanayiimize de, ucuz maliyet ve süratli devir imkânlarım bahşedecek enerji ve yol dâvasının tahakkuku üzerinde yapılan geniş envestısman— ları tekrara lüzum — görmüyorum". Dinleyici de buna lüzum görmüyor- du. Yedek parcasızlıktan sıkıntı çe- ken, işleyecek ham madde bulama- dıgı için kapanan fabrıkaların der- dine nasıl çare bulunacağından bah- sedilse, son günlerde daha başka se- beblerle ortaya çıkan düşük sınai is- tihsali işlerine son verilen sanayi iş- çileri gibi meseleler hakkında açıkla- malarda bulunulsa çok daha lüzum- lu bir şey yapılmış olurdu. Maden mevzuunda da nutukta faz- la bir şey yoktu. 1949 yılında ma- den ihracatından kazandığımız para- nın 41 milyon lira olmasına kar- şılık bunun 1953 yılında 131 mil- yon liraya sıktığı belirtiliyor, fa- kat, ense son Üüç yıl içinde- ki (1953 * 1956) maden ıhracatımızın 12 nasıl bir seyir takip ettiğinden bah- sedilmiyordu» Nutkun madencilik sa- hasındakı en nemlı paragrafı galiba şuydu: "...madenlerimizin, yarı ma- mül ve mamül şekilde ihracım sağla- yacak sanayi teşebbüslerini de teşv ederek, bu sahada da el emeğim de- gerlendırmek ve daha geniş nısbette döviz sağlamak imkânlarını aramak- tayız". Kullanılan kelimelere bakın- ca bu vaadin tahakkuku için de köp- rülerin altından bir hayli suyun geç- mesini beklemenin lâzım geldiği an- laşılıyordu. Ticaret icari faaliyetin başarılı ve ahenk- li şekilde cereyanı ekonomik ve sosyal' refahımızın teminatı idi. Milli Korunma —Kanununun son şekliyle yürürlüğe girmesinden önce 500 ku- ruşa almış olduğumuz bir malı ka- nundan sonra 400 kuruşa satmak zo- runda kalan namuslu bir tuccar bu söz üzerine acı acı gülümse sal sahalarına intikal ettirmek, enf- lasyoncu tesirler icra eden bazı âmil- leri ortadan kaldırmak istiyordu. Milli Korunma —Kanununun gayesi bu idi Para kıymeti Paramızın iç kıymeti gibi dış kıy- meti de düşmeğe başladıktan son- n zaman devalüasyon söy- lentileri çıkıyordu. Devalüasyon bir bakıma fiili bir durumun tanınması idi. Meselâ hükümet dolara 2.80 T.L. fiat biçmişti. İhtiyaç sahipleri bu fi- attan dolar bulamıyorlardı ve kara- borsada dolar on liranın üstüne fır- lamıştı. Böyle durumlarda devalüas- yon ihracatiı mümkün kılacak bir yol olarak duşunuluyordu Çünkü para- nın resmi ve gerçek rayiçleri arasın- daki fark dış ticareti — güçleştiren sebeplerin başında — geliyordu. Nut- kunda bu söylentilere temas eden ba- kan, "biz hükümet olarak bunun tek- zibini her gün aldığımız ucuzluk ted- Ekonomi ve Ticaret Bakanı Amerikan Büyükelçisiyle Nutkun — harareti Tüccarın iktisadi hayat içindeki rolüne geçen bakan, ticaretin memle- ketin refahı ile ilgili çok şerefli bir vazife olduğunu, hükümetle tüccarın zıt iki kuvvet olarak değil, aynı ga- yenin tahakkuku için çalışan ve bir- birini tamamlayan iki müessese ola- rak sebatla ve anlayışla çalışmaları gerektiğini belirtti. Milli Korun Kanununun yarattığı endişe havası içinde bunun nasıl mümkün olacağı suali nutku dinleyen vatandaşın ka- fasında şekillenmeğe başlamıştı. Za- ten bakin da sözü bu noktaya getir- mişti. Yüksek Meclisin milli irade- nin bir tecellisi olarak kabul ve hü- kümeti tatbikine memur ettiği Milli Korunma Kanunundan bir ebze bahsetmeği faydalı buluyordu. Hü- kümet, arızi fiat pahalılığı doğura- cak ihtikârı önlemek, müstehliki ka- raborsa âfetinden koru mak, iştira gücünü spekülatif sahalardan istih- şampanyayla söndürülüyor bırlerı ile fazlası ile yaptığımıza ka- yiz, bu tedbirlerin paramızın içerde ve dışarda kıymeti üzerindeki müsbet tesirleri efkârı umumiyenin malüm- larıdır" diyordu. Gerçekten son gün- lerde paramızın dış kıymetinde bir yükselme, yani serbest döviz fiatla- rında bir düşme başlamıştı. Ama bu- nu bir sıhhat işareti saymak çok güçtü.- Çünkü döviz fiatlarının düş- mesine sebeb olan şey serbest dövi- ze olan talebin azalmasıydı. Tüccar on liraya temin ettiği dolarla mal ithal edip bu malı içerde bir dolar hesabı Üüzerinden satamazdı. Milli Korunma Kanunu tatbikatı ser- best dövizle sağlanan ithalâtı fiilen imkânsız kılmış, bu üzden döviz talebi azalmış ve döviz fıyatları düş- meğe başlamıştı. Dış ticaret azı yeni döviz tahsisleri ile sağla- nacak ve mal bolluğuna bilhas- AKİS, 1 EYLÜL 1956