TİYATRO Devlet Tiyatrosu Paristen gelen telgraf Paris'ten — bir telgraf geldi; "Medi— ha geçmiş olsun, Handan'ı ça— lıştırın diyor, imza yerınde de "Mu sin" yazıyordu. «Derhal Handan Uran bulduruldu ve telgraf gösterildi; bu kendilerinin arzusu deği üdürün emri idi. İşin mahıyetı ise şundan ibaret- ti: Devlet Tiyatrosunda mevsimin i- kinci eserleri olarak Kuçuk Tıyatro— da Cevat Fehmi Başkut'un "Harput- ta bir Amerikalı" adındaki komedısı Buyuk Tıyatroda da Noel Coward "Ruhlar gelirse" isimli eseri sahneye konulacaktı. Her iki tiyatroda rağ- bet görmemiş olan "Akif Bey" ve “Oğuzata" temsilleri zorla devam et- tirilirken, bir yandan da provaya a- lınan eserlerin mümkün olan süratle hazırlanmasına çalışılıyordu. Cevat Fehmi'nin eserini Mahir Canova sahneye koyuyor, öbürünü de Ragıp Haykır hazırlıyordu. Her iki eserde rol alan sanatkârların mecmuu yirmibir kişi idi. Hiçbir role dublör verilmemişti. Halbuki bu eserlerin temsiline başlanınca tiyat- roda en az, sahnede vazife alanların iki misli sanatkâr boşta gezecekti. Mühim rol alan sanatkârlar dublör istemiyorlar, kendilerini ehemmiyet- li gören bazı sanatkârlar da bir baş- ka sanatkârın dublörü olmaya taham- mül edemiyorlardı. Devlet Tiyatrosu Umum Müdürü Muhsin Ertuğrulun Paristen gönder- diği telgraf Handan Uran'a verildiği zaman programa göre temsilin baş- lamasına üç gün kalmıştı. "Ruhlar gelirse" komedisindeki rol aslında hareketli ve uzundu, mühimdi de. Mediha Gökçer bir aydanberı çalış- makta ve esere intibak etmekte idi. Mis en scene icabı, temsilin bir ye- rinde bir taburenin üzerine zıplaması gerekiyordu. Hareketin tehlikeli ol- duğu rejisöre söylenmiş, fakat reji- sör ısrar etmişti. Muhsin Ertuğrula telgraf çekildiği gün, provada rolü icabı tabureye zıplayan Mediha Gök- çer, bir talihsizlik eseri olarak düş- müş ve bacağı kırılmıştı. Umum Mü- dürün gıyabında müzakereye girişen tiyatronun ileri gelenleri - ki hiç bi- risinin diğer sanatkârlardan ayrı ola- rak resmi bir sıfatı ve her hangi bir üstün hakkı yoktur - önce, Küçük ti- yatro için hazırlanan "Harputta bir Amerikalı" komedisini Büyük Tiyat- roya nakledip, Mediha iyileşinceye kadar Küçük Tiyatrodaki Akif Bey'i devam ettirmek gibi dahiyane bir karara vardılar. Bilindiği gibi Bü- yük Tiyatroda her akşam sahneye kırk beş kişi çıkıyor, fakat seyirci olarak o muhteşem salonda en fazla yirmi beş kişi bulunuyordu. (6 Kasım Pazar günü ücretsiz davetliler de da- hil olmak üzere salonda 18 seyirci vardı. Aynı gün Küçük Tiyatroda halktan yirmi dört kişi bulunuyor- AKİS, 12 KASIM 1955 du ve salonu Kız lisesi talebeleri ta- mamen değilse bile, kısmen doldur- muştu Tıyatronun ileri gelenlerı hadise- yi ve kararlarını Paris'te Muhsin Ertuğrul'a bildirmişler ve sözü ge- çen cevabı almışlardı. Muhsin Ertuğ- rul, program değiştirilmesine razı ol- mamış, sadece temsilin on gün gecik- tirilmesini istemişti, nitekim öyle ya- pıldı... Umum Müdür gene Avrupa'da Okuyucularımız bu satırları oku- dukları sırada Muhsin Ertuğrul Yeşilköy hava meydanına inmiş bu- lunacak. Devlet Tiyatrosunun Umum Müdürü mevsimin henüz başında, ti- yatroda işlerin çok sıkışık bulunduğu ve Devlet Tiyatrosunda huzursuzlu- ğun tahammül edilemiyecek seviyeye ulaştığı sırada, Viyana Devlet Ope- rasının açilışında bulunmak maksadı Handan Uran Şerefe ! ile, merasimden yirmi beş gün evvel Avrupaya gitmişti. Muhsin Ertugrul Viyanada yapılacak olan açılış içın Avusturyaya gideceği yerde, Paris'e gıtmış, ancak tiyatronun açılacağı gün Viyanaya dönmüştü. Devlet Ti- yatrosu Umum Müdürünün Fransa- ya, tiyatrosu ile ilgili her hangi bir vazifenin ifası için gittiği iddia edi- lemezdi. Zira aslında âmiri bulunan Maarif Vekili dahi bu gidişe taraftar görünmemişti. Sadece bunun da ba- hanesi vardı. 27-28 Ekimde Pariste Unesco tiyatro toplantısı yapılacak- tı. Burada hatırlanması icabeden nokta şu idi: Tiyatro idaresinde Muh- sin Ertuğrul'un asla terketmediği bir taktiği vardır: tiyatrodaki işle- rin kötüye gittiğini ve bundan mesul tutulacağını keşfettiği zaman bir se- bep yaratır; ya İsviçreye veya her- hangi bir Avrupa memleketine gider. Bu ani gidişin de iki neticesi olur; ya gaybubeti sırasında pürüzler giderı— lir veya kötü sonuçlara müncer olur. Muhsin Ertuğrul yurda döndüğü zaman her iki halde de kârlıdır; zira işler o yokken düzeltilmişse tefsiri şöyle yapılır: "Muhsinin gücendiğini anlayan alâkalılar, onun haklı oldu- ğunu gördüler ve haksız iddiaların- dan vaz geçtiler." Şayet mesuliyeti mucip, fena neticeler olmuşsa ileri sürülen iddia şudur: "Gördünüz mü, Muhsin muvakkat bir zaman için bi- le olsa, tiyatrodan elini çekti mi, iş- te böyle olur!" Muhsin Ertuğrul'un İstanbul Şe- hir Tiyatrosundaki idareciliği boyun- ca tatbik ettiği bu usulü hâlâ terket- mediği işte bu vaka ile de sabit olu- yor. İstanbul M. Karaca ve M. Musenidis Vakit gece yarısını geçmişti. Yeşil- köy hava meydanına lâcivert bir otomobil geldi. Otomobilin arka ta- rafında müzik âletini andıran, nikel bir arma vardı. Arabadan, uzunca boylu bir adam indi. Şapkasını dü- zeltti ve pardesüsünün yakasını kal- dırdı. O sırada bir tayyare piste İn* mek üzere idi. Otomobilden inen a- am Muammer Karaca, beklediği yolcu da Atinadan gelen rejisör M. Musenidis idi. Muammer Karaca, yeni mevsime henüz başlamamış, tiyatrosuna yeni bir şekil vermek yolunda hazırlığa girişmişti. Kendisi: "Tiyatro bir ilim- dir, maalesef biz bu ilmi bilmiyoruz, dolayısıyle öğrenmek mecburiyetin- eyiz. Tiyatromda bu lüzumu hisset- tiğim 1ç1n bir ecnebi rejisör angaje ettim." demektedir. M. Musenidis, i- i sene önce Devlet Tiyatrosu sah— nesinde Selâhattin Batu'nun Güzel Helena isimli eserini sahneye koy- muş ve çok takdir edilmişti. ncak "Cibali Karakolu" gibi bir eseri 749 defa temsil etmek bahtiyar- ligına eren Karaca Tiyatrosu ile "Güzel Helena" arasında asla doldu- rulamayacak bir urum vardır. E- ğer Musenidis "Mıllı ihtikâr anonim şirketi" adı ile Karaca tiyatrosunda ele alman eseri, Güzel Helena zavi- yesinden mütalâa ederse, Karacanın emeklerine yazık olacaktır, yok eğer Musenidisin hareket noktası "Cibali Karakolu" olursa, o takdirde Muam- mer gerçekten isabetli bir iş yapmış sayılır. Bütün bunlardan başka, yakın za- mana kadar sahnesinde akademik ti- yatroyu alaya alan Muammer, bu değişmiş kanaatında samimi ise baş- ladığı ve önderliğini yaptığı orijinal tiyatro nev'inden ayrılıyor demektir. O zaman da İstanbul yeni bir akade- mik tiyatro kazandı diye sevinecek ve Karaca hususiyetini kaybetti di- ye üzüleceğiz. Meydan Tiyatrosu Kaçan Kaçana Devlet Tıyatrosunun Küçük Tiyat- ro bölümünde —"Akif Bey" adı 31