lerinin tedviri bundan böyle Ahmet Salih Korura veriliyordu. Başbakan- lhk Müsteşarı kâğıt vaziyetini izah etti, döviz meselesini anlattı. Hükü- met her şeyden evvel kâğıt ısrafına mani olmak niyetindeydi, bunun i- çin de tedbirler alacaktı. Tedbirlerin başında pazar ilâvelerinin — kaldırıl- ması ve piyangoların men edilmesi geliyordu. Öyle göründü ki Yeni Sa- bah Müstesna hemen bütün gazete- ler bu tedbirlerin alınmasına taraf- tardılar. Piyango sulünü büyük çapta ilk defa tatbık eden Hürriyet bile herkese uymaya hazırdı. Sade- ce, iktidarın bir hizbini dört elle tut- maya başladıgından beri iştirak eden - ve dolayısıyle tirajı - süratle iyangoya okuyucularının adedi düş- ş olan Yeni Sabah inad ediyordu. Dogrusu istenilirse alınması iste- nilen tedbirlerin şampiyonu Ahmed Emin Yalmandı. Babıâlide yüz bin- lerin veya hiç olmazsa on binlerin ti* raj rakamı olarak söylenilmeye baş- laması karşısında bir kaç binlik ti- rajlar bir mâna ifade etmez olmuş- tu. Ahmed Emin Yalman zannedi- yordu ki yüz binler veya on binlerle tıra]ı temin eden piyango veya pa- zar ilâveleridir. Bir kısım gazeteler- den bu avantajlar alındı mı, tiraj farkı azalacaktır. Böylece Vatanın satışının biraz yükselmesi ihtimali belirecektir. Tabii bunun yanlış bir hesap olduğu muhakkaktı.. İlk pi- yango tertipleyen gazetelerden biri de Vatandı. Artık okuyucu gazete- sini başka ölçülerle almaya başlamış- tı. Ama piyangonun - Yalmanın ifade ettiği gibi - başka bir mahzuru var- dı: bir çok kimse kuponunu kesmek YURTTA OLUP BİTENLER için aynı gazeteden bir kaç tane alı- yordu. İşte bu, bir handikaptı. Pazar ilâvelerinin de kağıt israfından baş- ka bir şey olmadığından zerrece şüp- he yoktu. Bu ilâveler magazin mec- mualarının okuyucularını çalıyorlar- dı. Gazete sahipleri iki hususta da mutabık kaldılar. Toplantıda Safa Kılıçhoğlu bulunmuyordu, fakat bir tek itirazın bütün topluluğun kara- rını değiştiremiyeceği hatırdan çı- karılmadı. Hükümete bu yolda İ rapor verilmesi aşağı yukarı karar- laştırıldı Eğer Ankara kabul eder- e piyango usulüne son verilecek, pa- zar ilâveleri de kalkacaktı. Cumhu- riyet, Hürriyet, Dünya gibi sağlam gazetelerin bundan bir zarar görme- yeceklerı aşikârdı. Sağlam olmayan- lar ise eğer tirajları yüksekse sarsı- Basının Geçirdiği Fena İmtihan Bir — gazetenin vazifesinin ne oldu- ğunu kime sorarsanız sorunuz, alacağınız cevap aynı olacaktır: Haber vermek. Haber vermek va- zifesinin yanında başka vazifelerin de bulunduguna şüphe yoktur. Bun- ları inkâr etmek hiç kimsenin ak- Indan geçmez Ama bütün bunla- rın üstünde, gazete deyince hatıra gelen her zaman havadis olmuştur ve bunun böyle kalacağından her- kes emin olabilir. Son senelerde gazeteciliğimizin büyük hamleler yaptığı ortadadır. Demokrasi hayatına girdiğimiz yıl- larda en nikbin basın mensubunun dahi hatırından geçirmeye cesaret edemiyeceği tirajlar bugün pek çok gazete için tahakkuk etmiştir. Ger- ç bu gelişmede gazeteci diliyle 'magazin" denilen kısımların, ya- ni bol resimli, hafif mevzulu sayfa- ların, hattâ ve hattâ piyangoların mühim rolü olmuştur. Ama başlıca iki âmilden birinin memlekette 0- kuyup yazma bilenlerin miktarının artmış olması, diğerinin ise halkın politikaya alâka duyması olduğu a- çık bir hakikattir. Basının bu husu- su goz önünde tutarak hareket et- mesi, istikbalinin en büyük garan- tisini teşkil edecektır Halbukı ga- zetelerimizin büyük bir kısmı Kıb- rıs konferansı hadısesınde fena bir imtihan geçirmişlerdir. Kıbrıs konferansı... Bu toplantı- nın ehemmiyeti uzerınde durmal dahi abestir. Hadise son derece mü- him bir siyasi karakter taşıyordu Gerek müzakereleri, gerekse müza- kerelerin devam ettiği sırada, hat- tâ onların arefesindeki havayı mem- lekette aksettirmek basının ilk ve ön plânda tutulması gereken vazi- fesiydi. Yapılacak bir gaf sadece gazetecilik gafı olmaz, aynı zaman- da politik zararlara sebebiyet ve- ir. ü efkârın muhtelif nok- talarda yanıltılması tahmin oluna- mıyacak neticelere yol açabilirdi. O kadar ki yalnız toplantıya katı- AKİS, 17 EYLÜL 1965 lan resmi delegasyonumuz değil, konferansı takıp edecek gazetecile- rin de siyasi fikirleri olan, dış poli- tikada ihtisas yapmış bulunmasa bile hiç olmazsa hadiseleri yakından takip etmiş kimseler arasından se- çilmesine 1lüzum v Havayı, mevcut bılgılerıne dayanarak seze- bilmeli, onu ekete doğru şe- kilde aksettırebılmelı, sözlerin ve hareketlerin altındaki mânayı anla- yabilmeli, — tarafların - tetkiklerine vukuf kesbedebılmelıydıler Bunla- rın, şahsi meziyetlerden başka bir takım melekeler, tecrübeler istedi- ği ortadadır. Konferansı, elbette ki gazetelerin dış polıtıka mütehassıs- ları takıp edeceklerdi iş, dünyanın her tarafında boyledır Gazeteler - büyük gazete- ler - mühim hadiselerde muhabirle- rini gonderırler Hadiseye bakarlar, hadisenin mahiyeti neyse o işten en iy anlayan adamlarını memur e- derler. Spor karşılaşmalarına spor yazarları, sinema gösterilerine sine- ma yazarları, siyasi konferanslara da siyasi yazarlar gider. Gelişigü- zel bir Fransız gazetesi açalım Meselâ Le Monde. Venediktekl si- nema festivaline sinema münekkidi Jean de Baroncelli gönderilmiştir. Büyük at yarışlarını R. Robert ta- kip eder. Cenevre konferansına ise Andre Fontaine memur edilmiştir. Olimpiyatlar Rol)ert Marcillac'a ve- rilmiştir. Uzak Doğudaki hadiseler ise Robert Guıllaınm sahasıdır. A- ma hiç kimsenin batırma Marcil- lac'ı Cenevre konferansına, Fon- taine'i Olımpıyatlara, Jean de Ba- roncelli'yi Uzak Doğuya göndermek gelmemiştir. İşte bu yüzdendir ki oralardan gazeteye gelen havadis- ler en sıhhatli, endoğru havadisler olmuş, hiç bir zaman spekülâsyon- lara girişilmemiştir. Gönül isterdi ki bizim gazetelerimiz de, tabii ken- di çaplarında aynı şekilde davran- sınlar. Maalesef böyle olmamıştır. Böyle olmadığı için de umumi ef- kâr bazı yanlış kanaatlere olm sahip Londradakı basın heyetımıze bır göz atarsak sadece iki başya rastlıyabiliriz. Diğerleri ya olı yat takip etmekte, ya hafif ropor- tajlar yapmakta, ya muhasebe iş- leriyle uğraşmaktadırlar. Hattâ a- ralarında bir de sinema tenkidcisi vardır. Hepsi, kendi sahalarında hakikaten birer kıymet olabilirler. Ama Londra konferansında sinema tenkidcisi... Ama Londra konferan- sında olimpiyat yazarı.. Bunun cid- di bir hareket sayılamayacağı aşi- kârdır. Bu hareket ciddi bir hareket sa- yılamıyacağındandır ki Londradan, daha konferansın arefesinde "Yu- nan tezi tamamiyle hezimete uğra- dı", "bütün dünya Türk tezini des- tekliyor" nevinden ciddiyetle alâ- kası olmayan haşlgerler gelmiştir. Gazetelerimiz - son senelerde haki- katen övünülecek bir gelişme göstermişler, bilhassa teknik ba- kımdan batı memleketlerindeki em- sallerinin seviyesine hemen hemen ulaşmışlardır. Bunun yanında muh- teva itibariyle de bir adım atmala- rının zamanı gelmiştir. Bunun ça- resi ise gazetecilik meslegıne gire- cek olanların daha cazip şartlar bulmalarıdır. Basın artık bir ihti- sas işidir, ihtisas ise kültür demek- tir. Başka ek bulamadıkları veya başka mesleklerde muvaffak olamadıkları için gazeteciliğe ge- lenlerin yüzüne bu mesleğin de. ka- pıları kapanmalıdır. Kapanmalıdır ki başka mesleklerde parlak mevki- ler elde edebilmek için her şeyleri mevcut kimseler, buna rağmen o mevkileri tepip gazetecılıgı tercih etsinler. Ancak ( ylece gazeteleri- miz, her işe o işin mütehassısını memur etmek imkânına — kavuşa- caklar, bu gibi vazifeler turistik seyahat kisvesinden çıkıp ciddi bir hal alacaktır.