Adabımuaşeret Tiyatro âdabı Tiyatro mevsimine girerken, birçok memleketlerde, tiyatro âdabı İli- selinde münakaşalara yol açılmıştır. Netice şudur ki, bazı memleketlerde hoş karşılanan tiyatro adapları di- ğerlerinde yadırganmaktadır bir Iskandınavyalı tiyatro âdetleri için ne "— İlk defa Londrada bır tiyat- roya gittiğim zaman, doğrusu gözle- rime inanamadım. Salona gıren er- kekler, paltolarını çıkarıp, büyük rahatlıkla oturacakları koltukların altına yerleştiriyorlardı. Doğrusu bu pratik zihniyete hem erkek olarak, em de bir tıyatro sever olarak hay- ran oldum. Neden mi? Vestiyerden paltolarımızı alabilmek için, biz İs- kandinavyalılar en ço sevdiğimiz temsillerin bile tadını çıkaramayız.. Aktörün — söyliyeceği en tesirli söz, yapacağı en güzel hareket, temsılın özü olan son kısım palto kapma ya- rışma çıkacakların kıpırdanması, he- yecanı ve gürültüsü arasında heba olup gider. Halbuki İngilizler geli- yorlar, sükünetle paltolarını katlayıp yerleştiriyorlar, piyesi en son damla- sına kadar içlerine sindirip, nihayet alkışlıyor, paltolarını sükünetle kol- larına alıp ağır, ağır çıkıyorlar. On- lar yürürken bile zihinleri gördükleri temsile takılmış kalmıştır. Bunu his- sediyorsunuz. Gitmek için aceleleri yoktur. İngiliz İngilizlerde imrendiğim ikinci bir nokta, çok yumuşak ve rahat koltuk- larındaki rahat oturuşlarıdır. Sonra söylemeyi unutuyordum, yerden kal- dırdıkları paltolarda en ufak toz lal yoktur. Temizliği yapan, birbirini ta- kip eden paltolar mıdır, yoksa sü- pürge mi, doğrusu burasını hallede- İlk gün, beni şaşırtan bir hadise daha oldu. Oturanların önünden ge- çerek, yerlerini alacak olanlar, otu- ranlara sırtlarım çevirip öyle ilerli- yorlardı. Böylece diz dize gelmek teh- likesi yoktu! Ama ne de olsa bu pek de nazik bir hareket değildi.. Biz İs- kandinavyalılar, en dar yerlerden ge- çerken bile, kendimizi kâğıt gıbı in- celtir fakat oturanlara . yüzümüzü göstererek, tebessüm ederek ilerleriz. ir nevi Özür dilemektir. Fakat lngılızlerın tiyatro âdetle- rinde en eksi hakkak ki, programlarındadır. Bir futbol prog- ramı bile bundan daha izahatlıdır. A- caba Ingılızler fu bolu tiyatrodan daha mı çok seviyorlar, yoksa tiyat- royu, temsılı yazan muharrırı ak- törleri çok mu iyi tanıyorlar?" İngilizler İskandinavyalının bu tenkidlerini uzun uzun okumuşlar. — ÂAllah, Allah diyorlar... Bütün bunlar incir çekirdeği doldurmaz. İs- kandinavyalı dostumuz, Londra ti- yatrolarına daha evvel gelmiş olsay- 22 KADIN Yeşillik Aşkı Mahallede bir ses yükseldi: — Seni ınzır seni, ne yapı- yorsun bakay Sekiz on yaşlarında bir çocuk, bir erkek çocuğu, elindeki su kova- sını sokağa götürüyordu. Annesı— nin feryadını duydu.. Bir an du- raksadı, sonra kovayı kaptıgı gibi, daha hızlı yürümeğe başladı. Kadın, yanındaki bir başka ka- dına: — Oğlan çıldırdı galiba diyor- du. Birkaç gündür, su kesilir diye su bırıktırıyorum Bakıyorum su boşalmış! Meğerse Bu sırada çocuk kaldırımın ke- narında, sallanan bir fidana yak- laşmıştı: su kovasını onun dibine boşalttı, sonra kabahatli, ağır a- dımlarla evine döndü.. nne, biraz anlar gibi olmuş- tu. Fakat o anda hakikaten su ke- silmişti ve bunun için anlamak is- temiyordu. — Ne yaptın o su Ben, onun ne yaptıgını biliyor- dum! Üç dört gündür hayretle, aşkla bu çocuğu seyrediyordum.. Bir otomobilin çarparak zedelediği küçük ağacı, bezle sarmıştı.. Ve oyununun en heyecanlı anında, bu afacan çocuk - Çünkü Selanik cad- desinin sayılı küçük haydutların- gaca sokulup ziyan ve- renlere ağaca dayanan koskoca a- damlara ihtarda bulunuyor, onu suluyor, onu severek koruyordu. Anne ile çocuk bir an bakıştı- lar. — Şu yaralı ağacı suladım, de- di çocuk. Sesine, gene biraz evvelkı em- niyet ve enerji gelmişt ama.. Annenin sesi sertti, den sustu, yavaşça: Kurt ldu mu bari? dedi. Birkaç gün sonra baktık» ağaç cidden kurtulmuştu. Çocuk onu u- nutmuş gibi görünüyordu ama yanından geçerken, halinde bir ba- ba gururu vardı.. sonra bir- mış acaba ne Duyuracakmış? Eski- den İngilterede tiyatroya giden aris- tokratlar, localarında oturur, arala- rında kart oynarlarmış.. Sonra, be- ğendikleri primadonna sahneye çıkın- ca, bir an oyunu terkederler, nefes- leri kesilerek seyrederlermiş. Prima- donna çekilir çekilmez tabii oyun de- vam edermiş. O günden bu güne ya- pılan terakkiler düşünülecek olursa, İskandinavyalıları — insafsızlıkla — it- ham etmemek mümkün değildir! Mamafih bizim en eski tiyatro tarihimizde bile Paristeki gibi evvel- den hazırlanmış suikastler yoktur. Jale CANDAN Henüz memlekette orman yan- gınları oluyor, henüz öyle böl- geler var ki, ağaç sevgisi, oralar- da köklü olarak yerleşmemiştir. Halk küçük menfaatler için büyük menfaatleri çiğner, öyle bölgeler i, orman mühendisi, orman bek- çisi oralarda birer adsız kahra- ma Ama bu eksiklik, yalnız köylü- müzde midir? ız, boş Za- manlarımızı evimizin önünü, ba çemizi yeşertmeye hasrediyoruz? İşte Ankara, işte Gazi Çiftliği, ku- rak arazılerden neler yapılabilece- ğinin birer misalidir. Yapmak şöy- le dursun, kaçımız yapılanların kıymetini biliyoruz? — Bakarsınız, kocaman bir adam gelmiş, kaldı- mdaki körpe fidana — dayanmış, sozde dinlene dinlene arkadaşı ile konuşuyor. Bir delikanlı bisikleti- ni, dayamış, bir başkası çiçeği yol- muş, elinde ezmiş, atıyor. Halbuki ağaç sevgisi hepimi- zin içindedir. Yeşil dinlendiricidir, iç açıcıdır. Uzun ve yorucu bir se- yahatte, yeşillik görür görmez bir- den dinlenir, canlanır, adeta kuv- vet buluruz. Çocuk, daha anne ku- cağında, çiçeği sever.. Ona bir çi- çek verin bakın, bir oyuncak almış gibi sevinecektir; Oyuncakları ara- sında bir de vazosu olsun, çiçeği ezmeyi değil Ööğrensin.. Bahçede de küçücük bir köşesi ve- ya balkonda bir saksısı bulunsun Onu sulasın, onu büyüt Bir erkek omrunde bır defa ağladım, diyordu, o da bır orman yangınım seyrederken Erkek, kadın, buyuk küçük he- pimizin içinde bu sevgi vardır. A- ma her his gibi bu da biraz bes- lenmek ister.. Selanik caddesindeki yaramaz çocuk, ağacı kurtarmışta ama, baktım, annesinin küçücük balko- nu saksılarla dolu idi ve evin su- yunu bazan o da aşırıp, saksıla- rına taşıyordu. Hiç bir sanatkâr, Londra sahnelerin- de çürük domates veya yumurta hü- cumuna uğramamıştır ve Viyana'da olduğu gibi, fena addedilen bir tem- silin ortasında, koynundaki be- yaz fareleri sahneye koyuvermemiş, pis kokulu gazlarla havayı bulandı- rıp salonun boşalmasına — sebebiyet vermemiştir. Hayır Londrada böyle evvelden tertiplenmiş suikastler ol- maz: Olsa olsa Birinci Cihan Harbi- nin sonunda olduğu gibi, kadınlar bir yandan temsil seyreder, bir yandan yün işi yaparlar. Öyle ki, şış sesleri, bir ara, sanatkarların sesini bastırır. AKİS, 17 EYLÜL 1955