FOTOĞRAFÇILIK Sergiler Diplomalı fotoğrafçı Uzunca boylu, esmer güzeli saçla- rını Gına Lollobrigida gibi kestir- miş bir kız birdenbire titredi. Gözleri dolar gibi oldu. Aklına fotog— raf makinesi geldi. Mini mini çocuğu durdurdu. Üstü başı perişan halde, pislik içindeydi. Ayaklarında ayak— kabı bile yoktu. Saçları sakal gibi u- zamıştı. Cıvıl cıvıl, güzel, siyah göz- leri vardı. Çocuk şaşırmıştı. Avuçlarının a- rasında madeni, büyükçe bir paranın sıcaklığını duyunc gülümsedi. Genç kız makinesini çıkardı, bir kaç adım geriledi. Gözlerini hafifçe kırparak fakir çocuğa hitaben dedi ki: —Dilini çıkar bakayım." Çocuk dilini çıkardı. Harikula- deydi. Yere düşen gölgesi bile fakir- di. "Cırt" diye bir ses duyuldu. Hep- si bu kadar. Granatah çocuk avucun- da madeni para ile koşa koşa uzak- laştı. Genç kız kafasında bir yığın düşünce ile eve döndü. Karanlık oda- sına girdi. Filmi banyo etti. Nefisti. Sonra beyaz bir kâğıt alıp agrandi- zörün altına yerleştirdi. Yıldız Moran'ın geçen hafta Sa- natsevenler Kulübü Lokalinde açılmış olan Fotoğraf sergisinde, en ziyade dikkati çeken fotoğraflardan birisi olan "Granatah çocuk"- fotoğrafı bu şekilde meydana gelmişti. Sonra ül- keler aştı ve Türkiye'de Ankara şeh- rinde, bir apartmanın alt katındaki salonda Bar amerikanın yanına ge- tirip astı. Bu güzel fotoyu sergide başka asacak yer yok muydu dersi- niz? Yoksa serginin sahibesi, insan- ların'ayık kafayla Granatah çocuğun halini — seyredemiyeceklerini mi an- latmak istemişti? Serginin açılışı tatlı bir dediko- duya sahne oldu. Hemen bütün basın mensupları için Yıldız Moran meç- ü. Herkeste bir meraktır başla- mıştı. Saat dört oldu. .Serginin bu saatte açılması lâzımdı. Ortalarda serginin sahibine benzer kimse yok- tu. Heyecanlı ve meraklı bakışlarla en fazla dolaşan Sanat Sevenlerin ye- ni başkanı, Ekonomi ve Ticaret Ba- kanlığı Müsteşarı Munis Faik Ozan- soy'du. Doğrusunu isterseniz sergi- nin açılışından evvel başlıyan "Aca- ba kimi bekliyor" meraki; bizde bu dakikaya- kadar hâlâ devam ediyor. Saat dördü on geçti sergiyi ne açan var, ne de serginin sahibi! Herkes sabırsızlanmıştı. Birbirine soruyordu: Bu serginin sahibi kim- dir Allahaşkına? Serginin sahibi ne- den gelmemiş? Ankara'nın meşhur terzisi Mat- mazel Sidoni imdada yetişerek vazi- yeti izah ediy : l Moran şımdı elbıse de- gıştırıyor Neredeyse Sergi salonuna Ankaranın en' ki- bar hanımefendileri dolmuştu. Salon Devlet Tiyatrosunun fuayesine ben- ziyordu. Nihayet kapıdan genç güzel bir kız girdi. Kulaktan kulağa bir fısıltı yayıldı: Yıldız Moran gel- aat dördü yirmi geçiyordu. Ser- ginin sahibi artist olunca elbette geç gelir. Güzel siyah bir elbise giymişti. Hafif çekik gözleri Vardı. Bir anda bir çok kimseler etrafını sardı. Bu esasen âdettir. Çoğu bir şey anlamaz ama, gene de sorar ve sorar durur: "Şu resmi izah eder misiniz?" Evve- lâ buradakiler resim değil, fotoğraf- tır efendim, diye başlamak — lâzım bunlara. Fakat Yıldız Moran o kadar kibar ki, sineye çekip izahat veri- yor. Yıldız Moran Diplomalı foto “Biz sergide en çok "Gene gelece- ğiz" isimli uç kuru yaprağı ve "Din- lenen ağlar" 1 beğendik. Serginin en güzel fotoğrafları kötü ışık altında hemen hemen en fena yerlere konul- muştu. Bütün fotoğrafların isimleri ori- jinal. "İki gece arasında" deyince ak- lınıza ne gelir? Yıldız'ın aklına ça- maşır yıkayan bir kadın gelmiş. Ke- yifli keyifli çamaşırları yıkıyor. Çok manalı değil mi? Espri bir çok fotoğraflarda,, sıyah beyaz tonlar haline gelmiş. Serginin sahibesi "Kontrast fotograf]ara ba- yılıyorum" diyor. Bu sevgi onu çok defa kontrlümier ankadrmanlar seç- meye sürüklemiş. Yıldız. Moran, bizde büyük bir boşluk teşkil eden fotoğraf sanatına yepyeni anlayışla girmiş bir sanatçı- ır. Dört sene İngilterede kalmış, iki sene fotoğrafçılık tahsil etmiş, İki sene de tecrübeler yapmıştır. Ondan sonra Rolleflex makinesini sırtına a- sıp memleket memleket ge zmış Gra- nata'lı, çıplak ayaklı çocuğa Trastla- mış. Kulagından tuttuğu gibi objek- tıfîn karşısına geçirmiş. Ondan son- a dönmüş gelmiş, Fatih'te seyyar sebzecıyı bulmuş. Prasa ve soğanla- rı Bursa sepetinin içinde bırakıp gi- den sebzeci gelınceye kadar, o "Sa- hibini bekliyor" isimli eserini mey- dana getirmiş. Akbıyık'tan bir pen- cere onu altüst etmiş. Saatlerce Uğ- raşıp bir eser meydana getirmiş. Ziyaretçilerin çoğu beş on daki- kada gezip gidiveriyorlardı. Bu böy- le olmakta devam ettikçe bizde Yıl- dızlar az olacaktır. Bu işe atılırken kendisini bekleyen talihsizlikleri mu- k ki biliyordu. Zaten Yıldız Moran bunlara kulak asmıyacak ka- dar olgun bir genç kızdır. İşin poli- tikasını bile öğrenmiş, "memleketi- mizdeki butun fotoğrafçıları" beğe- niyor. Hele gazete fotoğrafçılarını... Doğrusu istenilirse bu, bir teva- zudan ziyade bir hakikatin ifadesiy- dı. Gerçi gazete fotografçıları böyle "sosyete hadisesi" olan sergiler ter- tipleyemiyorlardı ama, aralarında öy- le fotoğraf çekenleri 'vardı ki bütün diplomalılara taş çıkartırdı. ıildız Moran onlarda eksik olan tarafı tamamlıyordu. Alaylıların ha- diseleri objektife sokuşlarındaki ma- haret hatta makinalarını ayarlamala- rındaki ustalık ortaya sanat eseri çıkmasını temin edemiyordu. Fotoğ- rafçılığın bir de karanlık odadaki ısmı vardır ki bir nevi kimyager- liktir. Bizim fotoğrafçılarda kimya tarafı noksan bulunduğu gibi malze- mesizlik de işleri güçleştirmektedir. Yıldız Moran diplomasiyle — bilhassa o gediği kapatıyordu. Gazeteciliğin gazetecilik mektep- lerinde öğrenilmediği gibi fotoğrafçı- lığın da sadece ve sadece fotoğrafçı- lık mekteplerinde tahsil edilmediği bir hakikattir. Ama mektebin faydası bulunduğunu görüp anlamak için Yıl- dız. Moranın bazıları sahiden güzel fotoğraflarını seyretmek kâfidir. İ- şin sanat tarafı bir yana, teknik ta- raf hakikaten kuvvetlidir. Ama Yıl- dız Moranın daha ziyade bir stüdyo sanatkârı olduğu anlaşılmaktadır. AKİS Hoşunuza gittiyse abone olunuz Posta Kutusu 582 ANKARA AKİS, 18 HAZİRAN 1955