MUSİKİ Konserler Teneffüs F ransz Litohauer gitti Orkestramız gene her zamanki — şefleri Haymo Taeuber Hans Hörner ve Ferit Alnar"- la başbaşa kaldı. Eh! Biraz dinlenmeğe hakları var. Ne de olsa üç tane tanı- madıkları eser çaldılar. Titiz bir şefin idaresinde ter döktüler. Şimdi bir par- ça rahat etsinler. Gene mutad konser- lerini versinler ama nasıl çalarlarsa çal- sınlar. Dinleyicilerle — yüz göz oldular zaten eçen Cumartesi günü Riyaseti- cumhur Orkestrasının Büyük Tiyatro'- da verdiği konser, istırahatın başlamış olduğuna gösteriyordu. iki haftadır radyodaki konserleri!.. Lıtschauerden çektiklerinin acısını çıkarıyorlardı sanki. Kornolar gerine gerine falsolarını yapı- yor, kemanlar nota kâğıdında gözleri- ne ilişenleri akıllarına estiği gibi çalı- yorlardı. Gevşeklik ve kayıtsızlık, umu- miyetle rabıtalı tahta nefeslılere de si- rayet etmişti; Kim: seyi dinlemi- yordu. Acaba başlarmda değnek salla- yan bir şef var mıydı? — Radyolarının başında gülmek mi, ağlamak mı lâzım geldiğini kestıremıyen dinleyicilerin sor- dukları bu idi. Ne zamana kadar devam edecek bu istirahat? Bugüne — kadar edınılen tecrübelerimize bakılırsa yeni bir safir şef gelene kadar.. erkeninden versin. Bılmek ve yapabilmek umartesi günkü konserde bir de so- list vardı. İsmi Ulvi Yücelen'di. Ke- man çalmak ve hem de Mendelssohn Konsertosunu çalmak isteyen bir genç. Ulvi Yücelen, viyolonistlerimizin piri Liko Amar'ın talebesidir. Gazi Eğitim Enstitüsünden mezun olmuş, bir sene e ya'da keman tahsil etmiştir. Liko Amar ona herhalde eserlerin ma- nâsını anlamayı öğretmiş. Mendelssohn konsertosunun pek derin bir — manâsı yoktur ya! Ama Ulvi Yücelen ne de ol- sa bu konsertoya nasıl bir ifadenin ya- raşacagını anlamış. Fakat solıst olabile- ar keman çalmayı henüz öğre- iş öğrenmiş de tatbık ede- miyor. Viyolonist Yücelen, bir orkest- ranın içinde iyi bir eleman olabilir ama Yücelen'den aldıkları — cesare orkestraya şöyle dilekçeler Vermeye ni- yet edenler çıkabilir. Rıyasetıcumhur Filarmoni Orkest- rası Şefliği Yüksek Makamına Orkest ranız ti Strauss'un korno Mozart' ın klarınet susunda bir fikir sahibiyi kadar korno, klârnet veya piyano çalma yı bılmıyorsam da bunun ehemmiyetli AKİS, 18 ARALIK 1954 olacağım sanmıyorum. Geregmın yapıl- masını — saygılarımla...... Dem 126 ncı yıldönümünü idrak ettiği prog- ramlarında israrla belirtilen Filarmo- ni Orkestrasının durumu böyle iken, da ha geçen sene kurulmuş olan Helikon Yaylı Sazlar Orkestrası, gerçek bir sa- nat teşekkülü olduğunu her fırsatta is- bat etmektedir. İlk konserlerini verdik- leri zaman bir münekkit, «musiki şahe serlerini ölü doğmuş hilkat garibeleri haline getiren orkestra icralarının sık- laştığı bugünlerde Helikon Derneği Or- kestrasının konseri bir müjde gibi ruha ferahlık verdi» diye Arai geçen zaman, Ölü hilkat garibelerı doğu- ranların değil, fakat müjdeyi getirenle- rin lehine işlemiştir. çgece önce opera sahnesinde, on- beş kadar musikişinas, — resmi konser kıyafetiyle ve ellerinde sazları, toplan— dılar. Sahne onlar ıçın bıraz büyük gı— biydi. Sonra, Schubert res ıml erine benzeyen gozluklu fakat saçları dökül- muş bir genç sahneye çıktı. Şef kü süne yürüdü. Halkı selâmladı. kuyruğu buruşuktu; pantalon paçaların- dan biri kısa, diğeri uzundu. a hafifçe gülenler oldu. Fakat, değneği eline alıp da Geminiani'nin bir konser- to grossosunu çaldırmağa başladığı za- man, çıkan seslerin hiç de gülünç ol- madığı anlaşıldı. Programdaki ikinci eser, Hindemith'in sekiz parçası idi. Da- ha da iyi çalındı. Sonra, birinci keman mevkiindeki musikişinas — ayağa kalktı (adı İlhan Özsoy'dur) ve — orkestranın sağlam desteğiyle Bach'ın Majör keman konsertosunu ustalıkla çaldı. K veye erişmişti. Antraktta dmleyıcılerm yüzü gülüyor, gözleri parlıyordu. İkinci kısımda seviye biraz düştü. Önce, Fransız bestekârı Jean Rivier'nin bir eseri Türkiye'de — ilk defa çalındı. Bestekârın uçuncu (yaylı sazlar için ikinci) senfonisiydi bu. Beliydi ki, or- Roussel in — Sinfonietta'sıyla ko ns r bit- ti. Eserin ani bitişi dinleyicilerin çoğu- nu şaçırttı (hep öyle olur). Fazla alkış olmadı. Ama, ekseriyet salondan mem- nun çıkıyordu Muhakkak olan birşey vardı. Heli- kon Yaylı Sazlar Orkestrası, bir isimden ibaret değildi. Başta şef Bülent Arel (o sarışın, gözlüklü, saçı az, fraklı ve değ- nekli genç) olmak üzere orkestra üye- lerinin hepsi, bir konser vermenin ne demek olduğunu ve bunun mesuliyetini idrak etmışlerdı Ciddiyetle, hevesle, ilgiyle bu konsere hazırlanmışlardı Bü- lent Arel işini bilen, deri rüşlü, zih- ni çalışan, zeki bir musıkışmastı Prog- ramları da bir zevk anlayış mahsulü idi. Ankara'da yerli — musikişinaşların — ver- dikleri konserlerde böyle seçkin -ve modern eserlere geniş ölçüde yer veril- miş - programa rastlamak hemen hemen mümkün değil William Walton Bir İngiliz bestekâr Kısacası, zevkli bir musiki mıydı o akşam akşa- Küçük Fransızlar G eçen hafta Salı akşamı Büyük Ti- yatro'da, bir müddetten beri An- kara'da, salonun boş bir akşamını bek- leyen Fransız piyanist Gilles Guilbert nihayet resitalini verdi. Programında, Fransız bestekârlarının eserleri ekseri- yeti teşkil etmekteydi. A a, Fransız musikisinin başlıca üstadları Ramea Couperin ve Ravel'e İ beste rarı kalıyordu üyüğü -hoşa gitsin ve- Cesar Franck idi. Diğer- leri, empresyonistlerin öncüsü Chabrier ve artıcısı Jacgues TIbert, hakkındaki münakaşa henüz sona ermemiş olan Da- rius Milhaud, ve neyı temsıl ettıgı şüp- heli Francis Poul , bel- ki Franck hariç, Fransz uh nu mü- kemmelen ifade ediyorlardı. p: him bestekârlardı; fakat musiki tının üstün şahsiyetleri değil. Gilles Guilbert programında, hudu- dun ötesindeki memleketi, — İspanya'yı da, başlıca bestekarlarıyle temsil edi- yordu lbeniz, Granados ve Falla. İs- panya ile alakası büyük olan bir klâsik stad da - Scarlatti- dört parça ile prog- ramda yer almıştı. Fakat gerçek deha, programa ek ola- rak çalman «Su Altındaki Katedral» ve «Batı Rüzgârının Gördüğü» adlı parça- larda ortaya çıktı: Gilles Guilbert büyük bir piyanist olmasa bile Debussy, De- bussy idi. 29