FETVA! İzmirden gelen bir haber XX. Asrın ikinci yarısında ve devrimlerimizin kırkıncı yılında düşündürücüdür. Eğede bazı müteşebbisler Avrupaya domuz ihraç et- mek için harekete geçmişlerdir. Domuz Avrupada para etmektedir ve bizim için çok verimli bir döviz kaynağıdır. Piyasası dışarda hazır olduğu için bu müteşebbisler (o bir takım anlaşmaları kolaylıkla yapmışlar, bundan sonra bir takım faaliyete girişmişlerdir. Bölgede büyük capta domuz çiftlikleri kuracaklardır ve bunu adeta geniş bir ihracat dalımız haline getireceklerdir. Türkiyenin büyük derdinin, ihracat dallarının bir türlü bir kaç kalemi geç memesi ve kör değneğini bellemiş gibi en sonda hep tütünle üzüme ve fındıkla incire kalmamız olduğu O her- kesin malümudur. Fakat Egede hemen bir şayia çıkmıştır: Domuz ti- careti günahtır! Söylentiler o kadar çabuk ve öyle ge- niş sahada yayılmıştır ki buna heveslenenlere kötü kötü bakılmaya başlanmıştır. Müteşebbisler (o endişelenmişler ve kendileri böyle bir düşüncenin saçmalığını bizzat an- latmaya muktedir olamadıklarından müftülerden istemişlerdir. Müftüler buna bir kesin cevap verememişler hrısti- yana domuz satmanın günah sayılmaya kalkışılmasında- ki gülünçlüğü açıkça ifade edememişlerdir. Bunun üze- rine fetva Diyanet İşleri Başkanlığından talep edilmiş tir. Şimdi, eğer Başkanlık fetva verirse Türkiye bir yeni ihracat sahası bulacaktır. Bu, Başkanlıktan istenilen tek fetva değildir. Bir başka iddia, bilindiği gibi, faizin haram olduğu, Onun için bankalarla muamele yapılmaması gerektiği iddiası- dır. Bunun şampiyonlarının bulunduğu malümdur o ve bunlar bunu fütursuzca söyleyebilmektedirler, buna ina- nacak adam bulabilmektedirler. Diyanet İsleri Başkan Peki ama, ne olacak bunun sonu? Bir defa, banka faizi ile domuz ticaretinin bugün islâm dini tarafından yasak edilebileceğini düşünmek için islâm dinini okap- kara, kopkoyu, hiç bir dünya görüşü bulunmayan, don- muş bir din sanmak lâzımdır. İslâm dini böyle bir din değildir. Hristiyan dini de böyle bir din değildir, aklı başında hiç bir büyük din böyle değildir. Bu tertip inanç- lar artık sadece Afrika kabilelerinin batıl itikatlarından ibarettir. Kaldı ki Afrika bile uyanmaktadır ve içinde yaşadığımız asrın şartlarına ve gerçeklerine ayak uy- durmaktadır. din içinden gözü kapalı iddiacılar her zaman çıkabilir. Bunlara karşı o dinin yüksek makamları ce- saretle, aydın fikirlerle ve bir felsefeyle vaziyet almalı- dırlar. Hurafeleri ancak bu şekilde yenmek, atı ka- lıpları böyle kırmak kabildir. Bir din, nur (felsefesinin küflü ellerine bırakılamaz. Bırakılırsa o dinin mensup ları, mutlaka, başkasını bulamadıklarından ona kısmen kapılabilirler. Dışardan bakıldığında insana ancak şaş- kınlık verecek olan "nur felsefesinin inanılmaz tesiri" aslında başkasının yokluğunun tepkisidir. Bir kaç yıl önce Papalık, komünizme karşı dini en iyi silâh olarak ileri sürerken yepyeni bir "çalışan o ve çalıştıran münasebetlerinde sosyal adalet" felsefesiyle ortaya çıkmıştır. Türk dostu Papa XXIII, Ciovanni'nin o ansiklikini okuyanların bir sosyalistin fikirlerini okuyor- muş hissine kapılmaması imkânsızdır. Efendiye sadaka- tin ve onun verdiğiyle iktifa etmenin bir din icabı oldu- gunu Papa söyleseydi, bilhassa Lâtin Amerikanın halkı - o ansiklik en ziyade Lâtin Amerikanın dertli, sefil küt- lelerine hitap etmekteydi - kendisine mutlaka yeni put- lar arayacaktı. Dünya değişirken bir avuç yobazın "istemezük" ünün bir devleti, bir memleketi ve bir milleti nereden alıp lığına ciddi ciddi müracaat edilmekte ve bu konuda (nereye getirerek bıraktığı hiç hatırdan çıkarılmamalıdır. “gerçek''in ne olduğu sorulmaktadır. Bu gerçek, din büyüklerine önemli ödev yüklemektedir. lık süküt yarattı. O sırada Gümüş- Eroganın daha önce, «veto Yazıhanemdeki eşyaları oeşime ve- pala toplantıda değil, alt kattaki edildiği takdirde intihar edeceğini» orin. Bütün arkadaşlarım beni ha- odasında idi. Ancak Eroganın it- bir kaç defa ağzından kaçırdığını oyırla yâdetsinler. Allahaısmarladık, hamının havayı tersine döndürebi- (o hatırlayan Bulak, belediye ve aday- hakkınızı helâl edin» denilmekteydi. leceğini hisseden Genel Merkezciler (o zede İstanbul İl Başkanının yalnız Aynı gün saatlerin 16 yı göster- derhal harekete geçtiler. Gümüşpa- (bırakılmaması gerektiğine (o karar diği sırada, Babıali yokuşunda sıra- laya gidip, Eroganın söyledikleri- (verdi. İstanbul milletvekili Mahmut (lanmış büyüklü küçüklü bütün gaze- nin doğru olup olmadığını soracak- Rıza Bertanın arabasını alelacele telerin telefonları çalınmaya başladı lardı. Gidenler biraz sonra geri dön- düler ve Gümüşpalanın Erogana ce- vap olarak şu şekilde konuştuğunu açıkladılar: «— Ben Eroganın adaylığını öğrenince sadece, hayırlı olsun, de- dim...» Gençliğinde tüberküloz geçirmiş olan Erogan ruhi dengesini kaybet- mişe benziyordu. Toplantı salonun- dan çıkarken Nurettin Bulaka Bu, son konuşmamdı!» de- tehelikeli Obir hal «©— yince, durumun aldığı farkedildi. AKİS/16 ödünç aldı, alt katta bekleyen İs- heyeti ile birlikte (o Eroganı İstanbula, (okendi eliyle sağ salim ulaştırmak üzere yola çıktı. Bir acayip vasiyetname Gökhan Begciler, Eroganın o geliş ve gidişini sıkı bir göz o hapsine aldıktan sonra, hemen, ortalığı toz dumana katacak (o kolpanın üzerine mal bulmuş mağribi gibi atladılar. Bu, Eroganın giderayak Oo yazıp ma- sası üzerine bıraktığı bir mektuptu ve bunda da «Sizlere veda etmek fırsatını bulamıyorum. Beni affedin. ve kendisini AP İl Merkezinde gö- revli biri olarak tanıtan heyecanlı bir erkek sesi, İl Başkanı Nuri Ero- ganın bir mektup bırakarak ortadan kaybolduğunu ve bu kayboluşun bü- yük bir ihtimalle «intihar» olduğu- nu bildirdi. O andan itibaren de ga- zeteler seferber oldular, 477806 nu- maralı telefon durmaksızın o çalıştı. Fakat telefona bir türlü cevap ve- ren çıkmıyor, düdük uzun uzun ça- lıyordu. Eroğanlarda kimseler yok- tu. Gazeteler, Eroganın evinde ha-