YURTTA OLUP BİTENLER ler şimdi gözlerini Avrupa dışına, Or- ta Doğuya, Afrikaya, Güneydoğu As- yaya ve Latin Amerikaya çevirmişler- di. Kuzey Atlantik Paktı Teşkilâtı, yer değiştiren bu komünist tehlike- sini karşılayacak yapı ve yeterlikten çok uzaktı. İkinci olarak, son yıllarda, Avru- panın tam göbeğinde, kendi başına büyüklük politikası (o izlemek isteyen bir De Gaulle Fransası belirmişti. De Gaulle, bu politikayı yürütebilmek için Fransayı bağımsız bir atom devleti yapmaya ve Ortak Pazar etrafında toplanan Avrupa devletlerini Birleşik Amerikadan uzaklaştırmaya çalışıyor- du. De Gaulle'ün Avrupadaki dostla- rına bu konuda söyledikleri şuydu: Eğer Avrupa devletlerinden biri gü- -ün birinde Sovyet saldırısına uğrar- sa, Avrupadan o kadar uzaktaki Bir- leşik Amerika, kendi ülkesinin tahri- bi bahasına Sovyetlerin karşısına di- kilir miydi? oDe Gaulle bu soruyu "Hayır" diye cevaplandırıyordu. E- ger atom silâhları iki büyük devletin tekelinde kalırsa, Amerika böyle teh- likeli bir maceraya girişmezdi. o Bu bakımdan Avrupa aklını başına alma- lı ve kendi atom vurucu kuvvetini kendi, hazırlamalıydı. . NATO'yu son yıllar içinde bölen ikinci önemli o- lay Fransanın Birleşik Amerikaya ve onun atom kuvveti konusunda yaptı- ğı bütün tekliflere karşı cephe alan De Gaulle'ün bu uzlaşmaz tutumuydu. NATO'yu o büyük bir parçalanma- ortaya çıkmıştır. rında yapılan yunan seçimlerinde da- ha imzalandıkları günden başlayarak Zürih ve Londra anlaşmalarına karşı olduğunu bildiren Papandreu iş başı- na gelince, Makarios adındaki politi- kacı bozuntusu bir papaz Kıbrısı si- lâh gücüyle Yunanistana bağlamaya kalkışmış ve türk hükümeti de, mil- letlerarası andlaşmaların kendine ta- nıdığı hakka davanarak bunu önlemek isteyince, NATO'nun güneydoğu ka- nadında büyük bir anlaşmazlık be- lirmiştir. İşin acı yönü şudur: Tür- kiye ve Yunanistan gibi iki üyesi a- rasında çıkan bu anlaşmazlığı, Ku- zey Atlantik Paktı Teşkilâtı, (kendi başarama- çerçevesi içinde çözmeyi r. İşin doğrusu İ şin gerçeği aranırsa, tıpkı diğer o- laylarda olduğu gibi Kıbrıs anlaş- mazlığı karşısında içine düştüğü ha- reketsizlikte, Teşkilâtın kendisinin o AKİS/10 kadar büyük bir suçu yoktur. Teşkilâ- tın hem kurucu belgesinde, hem de 1956 yılında Teşkilât içinde askeri ol- mayan konulardaki işbirliği hakkında hazırlanan üçler Komitesi -ki o dev- rin İtalyan Dışişleri Bakanı Gaeta- no Martino, Norveç Dışişleri o Bakanı Halvard Lange ve Kanada Dışişleri Bakanı Lester B. Pearson'dan kuru- luydu- raporunda, üyeler arasında ba- rışçı (Oo münasebetlerin Oo gelişmesi ve kuvvete başvurulmaması yolunda açık hükümler vardır. Üçler Komitesi, üs- telik bütün NATO üyeleri tarafından büyük bir heyecanla karşılanan ra- Sir Alec Douglas - Home Pişmiş aşa su... porunda, açıkça, bunlar arasında çı- kacak bir milletlerarası anlaşmazlı- ğın Teşkilât tarafından ele alınıp bir çözüme bağlanması gerektiğini söyle- mektedir. Fakat bütün bunlara rağ- men NATO üyeleri bu konuda o ka- dar çekingen ve suya sabuna dokun- mayan davranışlarda bulunmaktadır- lar ki, insan, ister istemez, böylesine hareketsiz üyelerden kurulu bir teş- kilâtın daha korkulu (o milletlerarası anlaşmazlıklarda nasıl bir işe yaraya- cağını düşünmekten kendini alama- maktadır Çanlar kime çalıyor? gon yıllarda üyelerinin obüyük bir kısmı bozuk sesler çıkarmaya baş- ladıkları halde, Türkiye, yakın za- manlara kadar NATO'ya olan güveni- ni kaybetmemişti. Nitekim, Kıbrıs an- laşmazlığı çıkar çıkmaz, önce Zürih ve Londra anlaşmalarına taraf olan üç devlet arasında görüşmeler yapıl- masını istemiş, sonra da NATO'nun a aramıştır. Fakat NATO ü- yeleri, o sırada, "ne şiş yansın, ne kebap" yeri işe, karışmak isteme- mişlerdir. Diğer yandan Birleşik A- merika ile İngiltere de o Türkiyeden anlaşmazlığı NATO'yu getirmek ko- nusunda fazla diretmemesini dilemiş- ler, üstelik, türk hükümetine, bu an- laşmazlığın onun istemediği bir şekil- de çözülmesine göz yummayacakları konusunda söz vermişlerdi. e Türkiye, bunun üzerine Kıbrıs meselesinin Bir- leşmiş Milletlere (o aktarılmasına razı olmuştur. Birleşmiş Milletler müda- halesinin ne sonuç verdiği ortadadır. Amerika Bireşik Devletleri ise, ken- disine verdiği söz hatırlatıldığı za- man, "Yaa, öylemi? Acaba ne demiş- tim?" diye hayretler içinde kalmak- tadır. Türkiyenin Kıbrıs konusunda ne kadar haklı olduğundan hiç şüphesi yoktur. Verdiği sözü bozan, milletler- arası andlaşmaları tanımamazlıktan gelen Türkiye değildir. Ama rumlar bugün Kıbrısta iki topluluğun yeniden bir arada yaşamasını imkânsız kılmış- lardır ve Türkiye, oradaki soydaşla- rım rum cellâtların insafına bırak- maya hiç mi hiç istekli değildir. Bu bakımdan, son sözünü söylemiştir ve na devam edeceklerse Adanın payla- şılmasından başka bir çözüm yolu ka- bul etmeyeceğini dosta düşmana açık- ça bildirmiştir; Nitekim, Laheyde yapılan NATO Bakanlar Konseyi toplantısına katılan Türkiye Dışişleri (o Bakanı (o Feridun Cemal Erkin, bu haftanın başında A- merika Dışişleri Bakanı Dean Rusk'da yaptığı özel bir görüşmede, bu türk görüşünü, bir kere daha ve hiçbir te- reddüde yer vermeyecek şekilde or- taya koymuştur. Erkin, Dan Rusk'a Türkiyenin (o federasyon (o hakkındaki görüşünü anlatmış ve Amerikanın bu görüşü desteklemesini istemiştir. Dış- işleri (Bakanının Bay Rusk'tan çok haklı olarak sorduğu gibi, (o Türkiye Kıbrısta bir federal devlet kurulma- sında ne sakınca olduğunu bir türlü