MUSİKİ Konserler İstanbul Cemal Reşit Rey, viyolonist Suna Kanla beraber Şan Sinemasının sahnesine çıkıp ta salonu tıklım tık- lım dolduran dinleyicileri selâmladı- vakit, takvimler Ekimin 8'ini gös- teriyordu. Biraz sonra mevsimin ilk senfonik konseri başlıyacaktı. Prog- ramda son derece ilgi çeken üç eser yer almıştı. Vivaldi'nin keman ve yaylı çalgılar orkestrası için "Mev simler" adlı ört konçertosu, De- vr "Prelude a l'apreös midi n Faune"u ve Cemal Reşit Reyin “Fatih Sultan Mehmet" adlı senfo- nik şiiri. "Mevsimler", bir Türk or- kestrası ve bir Türk solisti tarafın- dan İstanbulda ilk defa çalınacaktı. "Fatih'in de -programdaki nota gö- re. Türkiyedeki ilk icrası yapılıyordu. Vâkıa bu eseri iki yıl kadar önce Ro- bert Lawrence Ankarada Cumhur- başkanlığı Senfoni Orkestrasına çal- dırtmıştı ama, o "Fatih" ile bu "Fa- tih" arasında dağlar kadar fark var- dı. O zaman, Robert Lawrence kendi keyfince senfonik şiirin sağım solu- nu budamış ve büyük bir pervasız- lıkla "esere hizmet ettiğini" iddia et- mişti. "Fatih Sultan Mehmet", beste - cinin kaleminden çıktığı şekliyle ilk defa o gün çalınacaktı Vivaldi'nin o "Mevsimleri, konser mevsimi için mükemmel bir Auftakt teşkil etti. Viyolonist Suna Kanın bu önemli eseri enine boyuna incelediği, her ölçüde belli oluyordu. "Mevsimler", herşeyden evvel tasvi- ri bir kompozisyondu: Vivaldi, ilkba- harda kuş seslerini, yazın guguk ku- şunun ötüşünü, sonbaharda sarho şarkılarını, kışın soğuğunda dişleri birbirine vuran, ısınmak için tepinen insanları canlandırmıştı. Büyük us- talık isteyen son derece güç ve par- lak keman pasajlarının yanında, dün- yanın belki de en duygulu, en içli sarkılan yer alıyordu. Suna Kan, bu mükemmel eseri bütün yönleriyle or- taya çıkardı. "Mevsimler"i bu kadar parlak, bu kadar duygulu, bu kadar temiz çalmak ancak büyük keman- cılara, kemancılığın da üstünde, bü- yük müzisyenlere vergi olmalıydı. yeni Suna Kan sahnedeyken "keman" sahneden çekiliyor, gözden kaybolu- yor, "teknik", "doigte" gibi şeyler si- linip gidiyor ve dinleciyiler son dere- ce beşeri bir icranın peşisıra sürük- leniyorlardı. Eski toprak Konserin Vivaldi kadar ilgiyle din- lenen diğer eseri Cemal Reşit Reyin "Fatih" adlı senfonik şiiri ol- du. Besteci bu eserinde önce Fatih Sultan Mehmetin bir portresini çiz- miş, sonra da İstanbulun fethedilişi- ni tasvir etmişti Kompozisyonun XX. yüzyılın dinleyicisi için oldukça eski bir dili vardı ama, ustaca kurul- muş olduğu da inkâr edilemezdi. Ce- mal Reşit Rey, eserini birbirine zıt iki ifade üzerine oturtmuştu. Bu iki zıt ifade, dinleyici karşısına önce Fa- tihin portresinde -birinci kısım- çı- kıyordu: Kahraman Fatih ve şair Fa- tih. Arkasından savaş sahneleri ve dua sahneleri geliyordu. Senfonik şi- ir, genel olarak izlenimci okulun çer- çevesi içine giriyordu ve madeni ne- fesli çalgılarla vurma çalgıların oa- ğır bastığı "höroigue" bölümlerde Mu- sorski'ye, tahtalarla yaylıların Ön plâna geçtiği "Iyrigue" bölümlerde Fransız "impressioniste"lerine yakın duruyordu. Cemal Reşit Rey, zıt ifa- deler arasındaki dengeyi iyi âyarla- mış ve kompozisyonu sıhhatli bir rit- mik bünyenin etrafına oturtmuştu. "Fatih Sultan Mehmet" çağımızın çocuğu sayılmazdı, ihtiyar (oOolarak doğmuştu ama, "milli" karakteriyle, sağlam yapısıyla herhalde pek ço kişinin ilgisini üstüne çekecekti. Ankara Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkest- rası 10 Ekim sah gecesi mevsi- min ilk konserini verdi. Orkestrayı İtalyan şef Bruno Bogo yönetiyor- u. Programda Corelli'nin fa majör Conoerto Grosso'su, Wagner'in Parsi- fal Prelüdü, Liadov'un Peri Masa- lı ve Beethoven'in Üçüncü Senfonisi yer almıştı. Bruno Bogo, orkestrayı Eylül başından beri büyük bir titiz- likle çalıştırıyordu ama, ektiklerini ilk konserde biçtiği pek söylenemez- di: Konser teknik yönden orta sevi- 16 EKİM 1961 AKİS, Sona Kan Usta parmaklar yenin üstüne çıkamadı. Vâkıa orkest- ra geçen yıllara nazaran adamakıllı toparlanmıştı, yaylı çalgılardan ge- len ses yumuşamıştı, ton güzelleş- mişti ama, kusursuz bir beraberliğin, sağlam bir entonasyonun -hele nefes- li çalgılarda-pek sözü edilemezdi. İlk konser, teknik kusurlar bir yana- asıl eserlerin yorumlanışı bakımın- dan dikkati üstüne çekiyordu: Bru- no Bogo, bütün bestecilerin üzerine değişik ışıklar düşürmeye bilhassa özenmiş gibi görünüyordu. Geleneğe karşı durmakla, müzik dünyasına elleri üzerine dikilip tersten bakmak- la taze hava eseceğini, yapılan şeye "şahsi yorum" adının verileceğini sa- nan bütün şeflerin düştüğü hataya Bruno Bogo da düşmüştü Böylelikle programdaki eserler cansız birer no- ta kümesi olmaktan öteye geçeme- di. Bilhassa' Beethoven'in Üçüncü Senfonisi beşeri yönünü bütün bütü- ne yitirmiş görünüyordu. Bruno Bo- go bütün bestecileri sert, köşeli ka- lıpların içine dökmüştü ve eserlerin nefes alıp vermesini, kendi kuralla- rına göre akıp gitmesini engelliyor- du. Ankaralı dinleyicilerin, bu konse- re bakıp İtalyan şef hakkında kesin bir karara varmaları herhalde doğru olmaz. Bruno Bogo belki önemli bir yorumcu değildir ama, Cumhurbaş- kanlığı Orkestrasını bir öğretmen gi- bi titizlikle çalıştırmaktadır. Bu mevsim içinde orkestranın oteknik seviyesini yükselteceğine muhakkak; gözüyle bakılabilir. Herhalde bir sü- rn cambazlık yapmadan Onca a- a binmesini öğrenmesi şarttır o ve milim beri devamlı bir şeften mah- rum kalmış olan Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrasının Bruna gibi bir çalıştırıcıya şiddetle ihtiya- cı vardır. 33