Haftanın İçinden Sayın Gürsel ve Dertleri Bİ tuhaf tartışma, milletin gözü önünde sürüp gidi- yor. Hadisenin hayret verici tarafı, tartışanlardan birinin ihtilalin sayın başı Cemal Gürsel olmasıdır. Sayın Orgeneral, emekliliğe sevkedildikten sonra poli- tikaya merak sarıp bir yeni siyasi teşekkülün başına geçmiş olan bir başka Orgeneralle, karşılıklı, yazışı- yor, söyleşiyor. Her cevap bir mukabeleye, her muka- bele bir cevaba yol açıyor. İthamlar, serzenişler birbi- rini takip ediyor, hava bazen sertleşiyor, iki tarafın meydan okumalarına şahit olunuyor. Gazeteciler on- dan bir söz alıyorlar, sonra koşup öteki tarafın ne de- diğini soruyorlar. Bu arada, ihtimal ki bir takım cevap- lar ayaküstü verildiğinden, pek talihsiz yorumlara sebep olacak zayıf fikirler ciddi ciddi söyleniyor. Bunun tadsız bir manzara teşkil ettiğinin bilinmesi lazımdır. İhtilâ- lin, aynı zamanda Devlet ve Hükümet, M.B.K. Başkanı olan sayın başı Cemal Gürsel bir siyasi teşekkülün Ge- nel Başkanını karşısına alıp onunla çekişmemelidir. İşgal ettiği mevki, bu türlü bütün tartışmaların üstün- de bir mevkidir. Sayın Gürseli bu tuhaf polemiğe iten sebebi keş- fetmek güç değildir. İhtilâlin sayın başı, en ciddi gaze- telerin başyazılarında bile kendisinden Pala Paşa diye bahsettiren Af. Genel Başkanına yazdığı mektupta “Tarihe, millete ve bütün dünyaya karşı deruhte etti- ğim mesuliyetleri bilen bir adam olarak memleketi kargaşalığa götürecek faaliyetlere müsamaha etme- yeceğimi kati olarak bildirmek mecburiyetindeyim" demek suretiyle bunu açıklamaktadır. Yeni kurulan ve bütün şanslarını kendilerini D.P. nin varisi saydır- makta gören partilerin, hele yeraltı faaliyetlerinin, va- tandaşlar tarafından iyi gözle görülmediği muhakkak- tır. A.P. bu kuyruk avcılarından sâdece bir tanesidir. Tıpkı onun gibi, sayın Alicanın Y.T.P. si de, üstü artık hiç kapalı sayılmayacak bir şekilde Menderes ve arka- daşlarından kalan yere talip olmuştur. Bu iki rakibin karşısında bir üçüncü ve eski partinin Genel Başkanı, her gittiği yerde "Siz onlara bakmayın, sizin asıl ku- anınız benim, haydi benim saflarıma katılın" diye durumunu açıklamakta ve seçim savaşma hangi kuv- vetlerin desteğiyle katılmak istediğim göstermektedir. İhtilâlin sayın başının, bu üçlü yarışın bir tek koşucu- sunu kendisine muhatap alması, hem o koşucuya fazla bir önem verilmesine yol açmakta, hem de, doğrusu, ötekilere ve bilhassa Af. yi kendisine rakip bilip onun kuyusunu kazabilmek için cansiperane gayretler sar- feden Y.T.P. ye karşı fazla munis bir davranış teşkil etmektedir. Aslına bakılırsa, D.P. kapatılmış olduğuna göre, partilerin C.H.P. karşısında o oylara göz dikip müca- dele etmelerinin yadırganacak tarafı yoktur. Bir çok memlekette olduğu gibi Türkiyede de geniş seçmen kütlelerinin iki kampa ayrıldıkları görülüyor. D.P. kampına ait oyları, politikacılar, elbette ki onların sa- hiplerine hoş görünen fikirler söyleyerek, vaadlerde bulunarak, onlara şirin görünerek ve bugünkü duru- mun dünkü durumdan iyi olmadığım ileri sürerek top- lamaya çalışacaklardır. Bu politikacıların, sanki mem- lekette hiç "bir 1950 - 60 arası" olmamışçasına okları- na hep "1950 öncesi" veya "1960 sonrası"nı hedef tut- maları da tabii karşılanmalıdır. Bir satıcıdan, malının AKİS, 31 TEMMUZ 1961 Metin TOKER kusurunu da bizzat belirtmesini istemek biraz fazla değil midir? Ya alıcı gözünü açmalıdır, ya alıcının gö- zünü rakip satıcılar açmaya çalışmalıdırlar. Bu, şüphesiz demek değildir ki siyasette -veya ti- carette, adam kandırmanın hiç bir hududu yoktur ve bütün usüller mubahtır. Asla! Siyasette -veya ticaret- te- bir yandan yazılı kanunlar, diğer taraftan ahlâk kaideleri ciddi bir sınır teşkil eder. Bunların asılması- na göz yummaya imkân yoktur. Ancak, bunların tak- diri ve harekete geçme zamanının tayini çok dikkat isteyen bir husustur. Kanunlardan ve ahlâk kaidele- rinden başka düşüncelerin, resmi otoritelerin davranış- larında yeri bulunmamak gerekir. Bele hislerle veya peşin hükümlerle hareket etmek, çok zaman zararlı, en azından faydasız tasarrufların başlıca kaynağıdır. Demokrasiye demokratik yoldan gitmeye karar verdiğimize göre, bir takım tehlikelere karsı tutumu- muz müsamaha ve serinkanlılıkla damgalanmalıdır. Sayın Gürselin A.P. Genel Başkanına yazdığı mektup- ta "İyi biliniz ki, hükümet elinde partinizin faaliyetleri hakkında çok hazin bilgiler toplanmıştır" dedikten sonra bu hazin bilgilerin açığa vurulmaması ve mille- tin uyarılması yoluna gidilecek yerde bir söz ve, nâme düellosunun tercih edilmesi hayret uyandırıcı bir dav- ranıştır. şim Devlet Başkanının katıldığı bir çekiş- enin demokratik rejime ne gibi bir fayda sağlayaca- ğı, Li anlaşılır bir husus değildir. Sayın Gürsel, A- nayasaya Hayır dedirtmek için elinden geleni yaptık- tan sonra, şimdi Anayasa kalkanının arkasına sığın- mak isteyen A.P. Genel Başkanının durumundaki tu- haflığa işaret ederken de kuvvetli bir kos kullanma- maktadır. Anayasa, elbette ki, milletin tamamının, Evet'cilerle birlikte Hayır'cıların da bütün haklarım teminat altına almaktadır ve Demokrasinin fazileti bu noktada yatmaktadır. İhtilâlin sayın başının haklı ol- duğu husus, Anayasa teminatının "fitnecilere ve fesat- çılara fırsat vermek için olmadığı" hususudur. Bunun takdirinin söz ve nâme düellolarının haricinde aranma- sında inanılmaz fayda vardır. Sayın Gürsel şüphesiz "Tarihe, millete ve dünya- ya karşı deruhte ettiği mesuliyetler" konusunda' tak- dir hakkını bizzat kullanacaktır. Ancak onun başarısı, onun Tarihe türk milletinin en mümtaz simalarından biri olarak geçmesi hepimiz için son derece önemlidir. Zira İhtilâlin sayın başı, İhtilâlin sembolü olarak o mevkide, sâdece saygı duygulan uyandırarak oturmak- tadır. Onun yanılmâması, onun yanıltılmaması, onun bir takım çekişmelerin içine sürüklenmemesi ve yüksek şahsiyetini yitirmemesi, onun karşısında kafa tutulu- yormuş gibi durumlara yol açacak davranışlardan uzak kalması, bir Olimpus dağı sakini misali, bugüne getir- diği gerçek tarihi misyonunun son safhasını da pırıl pı- rıl kapaması İhtilâl Türkiyesinin 1 numaralı hedefi ol- malıdır. Hiç kimse alınmamalıdır ama, sayın Gürsel kimdir, Basının Pala Paşası kim? Böyle bir muhatabın İhtilâlin sayın başına lâyık olmadığını söylemek ve İh- tilâlin sayın başına, her dost görünenin mutlaka gerçek dost sayılamayacağım ve biçare teknelerine dümen ara- yanların kendi başlarına bırakılmalarında milli menfaat bulunduğunu hatırlatmak cüretkârlık addedilmemelidir.