lan Gana Başbakanı Nkhrumah ha- riç, bunların hepsi yuvarlak bir ma- sanın etrafında yer almışlardı. Geçen hafta başlayan toplantının özelliklerinden biri, bu yuvarlak ma- sanın başına ilk defa olarak bir kadı- nın oturmuş olmasıydı. Bu, Seylân Başbakanı Bayan Sirimavo Bandara- naike'ydi. Toplantının ikinci özelliği de, konferans masası başına oturan başbakanların içinde derisi orenklile- rin çoğunlukta olmalarıydı. Fakat işin tuhafı, masa başında oturan be- yazların bir kısmı bu gerçeği ogör- mezlikten gelerek, kendi ülkeleri için de hâlâ ırk ayırımına dayanan bir politika takip etmekteydiler. Meselâ, Güney Afrika Birliğinde bugün siyah- larla beyazlar arasında hâlâ geniş bir uçurum mevcuttu. Orta Afrika Fe- derasyonunda ise bu uçurum daha da genişliyordu. Bu bakımdan, konfe- rans masası başına oturan başbakan- ların büyük çoğunluğu Güney Afrika Birliği oOBaşbakanı Hendrik oVerwo- erd'e iyi gözle bakanuyorlardı. Hele söz Orta Afrika oFederasyonundaki duruma gelince, iş büsbütün çatal- laşıyordu. Bilindiği gibi, bu federas- yon Güney Rodezya, Kuzey Rodez- ya ve Nyessaland bölgelerinin bir a- raya getirilmesiyle kurulmuştu ve bilhassa Kuzey Rodezyada büyük bir çoğunlukta olan yerliler, o fede- rasyonun dağıtılarak yerine zencile- re daha geniş idari ve siyasi yetküer verecek bir idare sisteminin kurulma- sını istiyorlardı. Orta Afrika rasyonunun Başbakanı Roy Welensky beyazların imtiyazlarından vazgeç- meye hiç istekli görünmüyordu. Bun- dan birkaç ay önce Londrada topla- nan bir konferansta federasyonun dağılmasına şiddetle itiraz etmiş, Afrikaya döndükten sonra da kendi gibi düşünmeyen altmış kadar yerli lideri kurşuna dizdirmişti. Bütün bu olaylar İngiliz Devletler Topluluğu başbakanlarım Welensk'ye karşı çe- virmişti. O kadar ki, geride bıraktı- gımız hafta içinde Londradaki ça- lışmalar ilerlerken topluluk (o başba- kanları arasında Orta Afrika Fede- rasyonunun İngiliz Devletler Top- luluğundan çıkarılmam yolunda kuv- vetli bir cereyan da belirdi. Aynı şe- kilde Güney Afrika Birliği için ben- zer bir tedbirin alınması meselesi de ortaya çıktı. Irk ayrımı yapan bu iki ülkenin İngiliz Devletler Topluluğundan çı karılması fikri daha çok, topluluğur derisi renkli başbakanlarından ge- liyordu. Diğerleri ise, ırk ayrılığının tamamen aleyhinde olduklarını söy- lemekle beraber, bu kadar şiddetli bir tedbire taraftar görünmüyorlar- AKİS, 13 MART 1961 Harold Macmillan Ne yârdan geçer ne... dı. Bunlara göre topluluğun tek me- selesi ırk ayrımı meselesi değildi ve bir yandan bu ayrımı önleyecek müs- bet tedbirler alınması düşünülürken diğer yandan topluluk içindeki birlik korunmalıydı. Bu arada, İngiliz Baş- bakanı Macmillan'ın da en çok bu so- nuncu mesele ile ilgilendiği anlaşılı- Dr. Erhard Purolu adam DÜNYADA OLUP BİTENLER yordu. Kraliçenin Hükümet Başkanı, Verwoerd ile yaptığı özel bir görüş- mede ırk ayrımı politikasını iyi göz- le görmediğini belirttikten sonra, e- ger konferansta Güney Afrika Birli- ğinin İngiliz Devletler (o Topluluğu i- çinde kalması fikrini savunuyorsa bunu yalnız topluluk içindeki birli- gin korunması için yaptığım söyle- miştir Batı Almanya Zenginin malı Geride bıraktığımız hafta içinde A- merikan gazetelerinde en fazla görünen resim, hiç şüphesiz, beyaz saçlı, yuvarlak yüzlü bir Alman ol- du. Şişman Alman, bazı resimlerin- de, ağzında bir refah işareti iri bir puro ile id sayılan Amerikalıların büyük bir kıs- mı bu adama gıpta ve biraz da iç burkulması ile bakıyorlardı. Geçen hafta Amerikalıların . gör- mekten baktıkları bu resimlerin sa- hibi, Batı Almanya İktisat Bakanı Ludwig Erhard'dı. Erhard, geçen haftanın başlarında, Alman markı- nın kıymetinde bir değişiklik yapıl- dığını, markın yüzde beş nisbetinde kıymetlendirdiğini açıkladı. Er- hard'ın yaptığı bu açıklama, bütün Batı Avrupa- devletleriyle (o birlikte, en çok Birleşik oOAmerikada geniş yankılar uyandırdı. Amerikan gazete- lerinin büyük bir çoğunluğu bu tedbi- rin çok yerinde olduğunu yazdı, Batı Almanyayı büyük bir dost olarak selâmladı. Amerikan ve Alman paraları ara- sındaki denge bu şeklinde bozulunca yapılacak iki şey kalıyordu: Ameri- kan parasının değerini düşürmek, ya da Alman parasının değerini yükselt- mek. Her iki devletin idarecileri de, uzun bir müddettir, bunların Uç biri- ne yanaşmıyorlardı. Kennedy idare- si Amerikan dolarında yapılacak bir değişikliğin Amerikan iktisadi düze- nini altüst edeceğini düşünerek pa- rayı kıymetlendirecek başka tedbir- ler almak yolunu seçmişti.. Alman i- darelerine gelince, onlar da ekono- milerinin bir oenflâsyonun eşiğinde olduğunu ileri sürerek parayı okıy- metlendirmek gibi iç talebi arttıra- cak bir yola gitmek istemiyorlardı. Fakat Alman maliyecilerinin aldığı son karar, Birleşik Amerikanın içine düştüğü güçlükleri biraz olsun azalt- mak için Bonn Hükümetinin görü- şünden fedakarlık yapmayı daha uy- gun bulduğunu göstermektedir. 21