DÜNYADA OLUP BİTENLER İran Çanlar kimin için çalıyor? Geride bıraktığımız haftalar içinde Tahran sokaklarında dolaşanlar, kendilerini tereddütsüz 1960 Mayısı- nın Türkiyesinde sanabilirlerdi. Ana caddelere açılan sokakların başları askerler tarafından kesilmiş, üniver- site kapatılmış, basın sıkı bir kont- rol altına alınmış, toplantının her tür- lüsü yasak edilmişti. Buna rağmen öğrenciler (arasındaki kaynaşmayı önlemek mümkün olmuyordu. Ellişer yüzer kişilik kümeler halinde topla- nan gençler bazen şu, bazan da öteki köşebasında beliriyorlar, kimi oza- man polislerle, kimi zaman da asker- lerle köşe kapmaca oynuyorlardı. Gerçi bunların hiçbirinin ağzından Şa- ha karşı en ufak bir söz bile çıkmı- yordu ama iş basındaki hükümete söylenenlerin ohaddi hesabı yoktu. Bunların içinde en çok kulağa çarpan "Hileciler", "istifa" sözleri oluyordu. İranda geçen haftalar içinde bir- denbire patlak veren olayların kay- nakları, çok gerilere kadar inmekte- dir. İkinci Dünya Savaşından sonra bütün iktisaden geri kalmış ülkeler de. beliren sosyal hoşnutsuzluklar kı- sa zamanda bu ülkeyi de sarmış, bu- nun üzerine, gene iktisaden geri kal mış bütün ülkelerde olduğu gibi, randa da kuvvetli bir milet akımı doğmuştur. Bu akımın öncülü- günü yapanlara göre, eğer İranın ta- bii zenginlikleri, bu arada petrolleri Batılı devletlerin elinden alınıp İran halkının hizmetine verilirse, o zama- na kadar fakirlik içinde yüzen geniş kütlelerin durumu düzelebilecekti. Bu düşünce, geride bıraktığımız on yı- lın başlarında İranda o kadar kuvvet- lenmişti ki, böyle düşünenlerin öncü- lüğünü yapan Musaddık kısa saman- da iktidara kadar yükselmiş ve uzun çekişmeler sonunda, petrolleri milli- leştirmeyi başarmıştı. Ancak Musaddık için gerçek bir başarı o sayılabilecek bu (o millileştir- me, çok geçmeden ateşli Başbakanın başını yedi. O güne kadar keyiflerin- ce işlettikleri, kârından servetler kur- dukları İran petrollerinin ellerinden çıkmasını hazmedemeyen Batılı pet- rol kumpanyaları, ne yapıp yapmış- lar, Şalım arkasına gizlenerek Mu- saddıkla büyük bir kuvvet denemesi- ne girişmişlerdi. denemesi ihtiyar Başbakanın lehine m fakat sonra, ordunun da Şahın yanında yer almasıyla, genç Hükümdar yeniden İranın tek v mutlak hakimi oluverdi. 24 Bir ara bu kuvvet, Şah Rıza Pehlevi Tarih tekerrürden ibarettir Sonun başlangıcı İşte Şah için bütün güçlükler bundan sonra başladı. Gerçi İran halkının büyük bir kısmının Şahı sevip saydı- ğına hiç şüphe yoktu ama, Batılı dev- etlerin arkasında yer alması, İranlı aydınları olduğu kadar fanatik mil- liyetçileri de çok kızdırmıştı. Bunla- rın aşırıları, Şah İranın başında bu- lundukça memleketin bir adım ileri gidemiyeceğini, İranın kalkınması için ilk olarak bir Cumhuriyet idare- si kurulması gerektiğini açıkça söy- lemekten bile kaçınmıyorlardı. Böyle düşünenlerin Sovyetler Birliği tara- fından da desteklendiğini gören Şah- ister istemez, sonundan endişe duy maya başladı. İşin kötü tarafı, Orta Doğuda ge- lişen bazı olaylar Şahın bu korkusu- nun hiç de yersiz olmadığını gösteri- yordu. Orta Doğuda kapı dışarı edilen . ilk hükümdarın, Kral Farukun âkibe- tl Şah için ilk tehlike işareti olmuş- tu. İran Şahı buna bakarak kendi için ibret dereleri çıkarmaya çalışıyordu. Şaha göre Faruk önce büyük halk kütlelerinin isteğini oanlayamadığı, sonra da Batıya yeteri kadar bağlan- madığı için gitmişti. O halde iş basın- da kalmak isteyen bir hükümdar önce ülkesinde o sosyal ve ekonomik re- formlara girişmeli, sonra da mevcut idarelerin yerinde kalması için elin- den gelen hiçbir gayreti esirgemeyen Dinlesin peşinden- giden Batı ile sıkı bağlar kurmalıydı. Bu sonuncu ama- ca ulaşmak için, o sırada kurulması düşünülen Bağdat Paktından iyi fır- sat bulunamazdı. Bu pakta katılırsa hem Batılı devletlerin askeri deste- gini kazanarak içerideki bozgunca unsurlarla daha i: i mücadele edebil- mek, hem de sosyal ve iktisadi rö- formları gerçekleştirmek için gerek- li dış yardımı daha kolay alabilmek imkânlarını kazanacaktı. Ancak 1933 yılında Orta Doğuda patlak veren bir olay, İran Şahının Bağdat Paktına bağladığı ümitleri biraz kırar gibi oldu. Bu olay, Orta Doğunun taçlı başlarından birini da- ha yalnız yerinden değil, aynı zaman- da hayatından da eden Irak ihtilâliy- di. O zaman yalnız Şah değil, Türk idarecüeri de Bağdat paktının bu ih- tilâle müdahale etmesini istemişler, fakat İngiltere ile A.B.D. nin buna ta- raflı olmadıklarını görünce hayal kı- rıldığına uğramışlardı. Fakat Türk idarecileri sonradan bu işin üzerinde daha fazla durmamışlar, Irakın çe- kilmesinden sonra Bağdatsız kalan Bağdat paktının çok fazla işe yaramı- yacağını anlar gibi olmuşlardı. Hele Menderesin o 1960 yılı başlarında Moskovaya bir ziyaret oyapma- yı düşündüğü açıklanınca İran Şahı büsbütün güç bir duruma düşmüştü. Acaba Türkiye Sovyetler ( Birliğine biraz olsun yanaşmayı mı düşünü- yordu? Halbuki Şah Bağdat Paktına girdikten sonra Sovyetler Birliği ile bütün bağları koparmış, Moskovanın yıldırımlarını oOüzerine (oçekmekten korkmamıştı. Türkiye de Sovyetler Birliğine doğru (yaklaşacak olursa, iki pakttan geriye ne kalacaktı? Şah bu işe o kadar kızmıştı ki Menderes hükümeti Şahı teskin için Dışişleri bakanlığının en yüksek , kademeli memurunu Tahrana gönderip kendi- sine Sovyetler Birliğine yaklaşma di- ye birşeyin bahis konusu olamıyaca- ğına dâir teminat vermek zorunda kalmıştı. AKİS, 13 ŞUBAT 1961