İktisat Zenginden Alıp, Fakire Vermek Bitirdiğimiz hafta içinde, Devlet Planlama Dairesinde ir seminer yapıldı. Konuşan, Dünya Bankasuun bir temsilcisi, Mr. Adler idi. Temsilci, bizim için Sen dere- ce alâka uyandıran Mr meseleyi konu olarak secmiçti. Az gelişmiş memleketlerde vergi sisteminin nasıl ol- ması gerektiği yolundaki fikirlerini anlattı. Mr. Ad- ler'in söyledikleri, sosyal ilimlerde daima olduğu gibi, lehinde ve aleyhinde söylenebilecek sözler bulunan dü- şüncelerdi. İktisat bir müsbet ilim sayılamıyacağına göre, her tezin bir de antitezi vardır ve görüşler (o ay- rılmasından daha tabii şey bulunamaz. Dünya Banka- sının temsilcisi, daha ziyade "XX. asır liberali" bir ik- tisadın şampiyonu gibi göründü. Ama seminerde. bu inancı benimseyenler ve benimsemeyenler bir noktada ittifak ettiler: Mr. Adler, vazifesinin de icabı, geniş tec- rübelerini konuşturdu ve az gelişmiş her memleket için üzerinde dikkatle durulması gereken bazı kilometre taşlarım meydana çıkardı. Bu taşların üzerindeki rak- kamı değişik şekillerde tefsire tabi tutmak kabildir. Ka- bil olmayan, onların mevcudiyetini inkârdır. Bir in- sanın akidesi liberal veya sosyalist olabilir. Bu, Dünya Bankası temsilcisinin belirttiği gerçeklerden çıkarılan derse, dolayısıyla takınılacak tavra tesir eder. Ancak, müşahedelerin değerlendirilmesi oevvela bu müşahede- lerin sağlamlığıyla alâkalıdır. Mr. Adlerin müşahede- leri ise, herkese sağlam göründü. Az gelişmiş bir memleket için, meselelerin birincisi ne- dir? Elbette ki, adam başına düşen milli geliri çoğalt- maktır. Bu da, ancak istihsali arttırmakla kabildir. Kalkınma böyle olacaktır, sosyal adalet böyle sağlana- caktır, iktisat böyle düzelecektir, ilerleme böyle ger- çekleşecektir. O halde, bir memlekette zenginden alıp fakire verdin mi, netice değişir mi? Elbette ki hayır. Burada, bazı iktisatçıların sevdikleri tâbirle "pasta me- selesi" kendini belli ediyor. Pastayı büyültemedin mi, çekişmeleri önlemenin imkânı yoktur. Hiç kimsenin kanunin doymaması, huzursuzluğu gidermeyecektir. O halde, hedef bütün açıklığıyla meydana çıkıyor: Adam başına düşen geliri yükseltmek! Bu da, şüphesiz istihsalin artmasıyla kabil olacaktır. Batı cemiyetlerin- de istihsalin oyükseltilmesi için devlet ve özel sektör elele faaliyet halindedir. As gelişmi memleketlerde, devlete asıl düşen iş bu faaliyeti en verimli halde or- ganize etmektir. Devletin, ister istemez bütün iş adam- larının, müteşebbislerin en iyisi olması beklenilemeye- ceğine göre memleketin bütün kuvvetlerini Mr plân ve program dairesinde seferber kılmak pastayı en ziyade süratle büyültmenin tek yoludur. Dünya Bankasının temsilcisi bir noktaya daha par- mak bastı. As gelişmiş bir memleketin eksiği sermaye- den ibaret değildir. Az gelişmiş memleketlerin her şey- leri az gelişmiştir. Teknik eleman yoktur, ham madde yoktur, becerikli idareciler yoktur, tecrübe yoktur. Bunlar, sermaye sağlansa da verimi azaltan hususlar- da?. Devlet, aldığı vergilerle kendisine yeni iş sahaları arayacak yerde iktisadı kuvvetlendirecek unsurları ye- tiştirmeğe, çoğaltmağa çalışsa -bir teoriye göre- kal- kınma işine daha faydalı olacaktır. Cemiyet dişleri bir- birine geçmiş çark manzarası arzettiğinden Mr. Adler*- lil sözlerinde doğru taraflar boldur. Bu, elbette demek AKİS, 13 ŞUBAT 1961 değildir ki devlet bir jandarma devlet" mevkiinde kalsın ve kalkınma sadece serbest teşebbüs erbabı ta- rafından gerçekleştirilsin. oOAma, serbest teşebbüsün varının yoğunun alınması her halde kalkınmayı en emin şekilde sağlama yolu değildir. Bir iş adamının, ama gerçek bir iş adamının işini geliştirmek için kullanaca- ğı geliri devlet vergi diye alıp cari masraflarını ka- bartırsa» verimli bir yatırım yapmış sayılmaz. Her ver- gi, nihayet bir mükellefiyettir. Yani, verene yük tahmil eder. İyi vergiler, veren dahil, milletin bütün fertlerine bu zararından fazla fayda sağlayan vergiler olduğuna göre meselesi istihsal olan bir az gelişmiş memlekette "zirai mahsul vergisi" ile''memur maaşlarına zam" mı aynı zamana tesadüf ettirmeğe, talihli bir politika de- nemez. Cemiyette yaratüan bütün sosyal çatışma bir yana, sadece teknik bakımdan, sadece maliyeci gözüyle bu bir vahim hatadır. Mr. Adler, memleketlerin özel meselelerine hiç dokunmamak niyetiyle tamamile âfâkl konuştuğa ve prensipler üzerinde durduğa halde semi- ner dinleyicilerine bu hususu düşündürttü. Herkes gibi Dünya Bankasuun temsilcisi de milletin her sınıfının vergi yükü altına sokulmasının, vergilerin umumilik ve âdillik vasıflarının göz önünde tutulmasının bir hara retli taraftarıdır. Ama Mr. Adlerin aklı, meselâ zirai verginin en verimli sarf yerinin memur maaşları oldu- guna yatmamaktadır. Bu verginin en verimli sarf yeri, şüphesiz, Ziraat sektöründe istihsali çoğaltmak, verimi arttırmak için yapılacak devlet hizmetlerini o geliştir- mektir. Böylece, ortaya bir fasit daire yerine bir velüt daire çıkacaktır. Ziraat sahasında gelir yükseldikçe vergi miktarı kabaracak, kabarık vergiyle devlet zirai gelirlerin artmasını temin edecek, o ek gelirden ek ver- gi alınacak, böylece La Fontaine'in meşhur Perettel gibi, ama hayalhanede değil, gerçekte, az gelişmiş man- leket ziraat sahasında gelişme imkânını kazanacaktır. Şimdi, meseleyi bir Mr. Adler meselesi olarak al" mak hatadır. Böyle seminerler çok yapılmıştır, çok ya- pılacaktır. Dünya Bankası temsilcisinin bası noktalar- da fazla "kâğıt üzerinde kaldığı" su götürmez bir ger- çek olduğu gibi söylediklerinin ohepsine herkesin İşti- raki de bahis konusu değildir. Ama bu sözlerin bu sı- rada söylenmiş olması mesut bir tesadüf olmuştur. Zi- ra akıl için yolun bir olduğu, as gelişmiş memleketler- de başarılı iktisatların sırrının neden ibaret bulunduğu bir defa daha ortaya çıkmıştır. Yeni sistemi sırf kızı- lan bazı şahıslar ve zümreler de tenkit ediyorlar, geç- miş devirdeki tutumları unutulmamış bu şahıs ve züm- reler şimdi sırf kendi menfaatleri ohaleldar oldu diye feryat koparıyorlar omülahazasıyla gerçekten hatalı atılmış adımları düzeltmekten kaçınmak devlet ve hü- kümet mefhumlarına yakışmaz. Kendilerini bilen ve ta- nıyanlar nezdinde, avukatlığım yapmaya kalkıştıktan en haklı davaları en haksızmışlar şüphesiyle damgala- yan kimselerin yüzünden yanlış yolda ısrar etmek, his- leri ön plânda tutmak olur. Basın meselesinde, hattâ lifler işinde vuku bulan böyle talihsizliklere bahsinde şans tanımamak şarttır. Zira bu bahiste, me- sele az gelişmiş Türkiyemizin yarınını sağlam iktisadi temellere oturtabilip oturtamama meselesidir ve bunda hislere asla yer yoktar.