Bir Vesika Erginin Hatıra Defterinden KİS bu hafta da düşük bakanlardan Şemi Erginin hâtıra defterinden A bâzı yapraklar ele geçirmeğe muvaffak olmuştur. Düşük bakan bu hâtıralarında sakıt iktidar zamanında istifa mües- sesesinin ne tarzda işlediğini yana yakıla anlatmaktadır. Fakat, ne garip- ir. Ayni Şemi Ergin ayni zihniyetin bir bendesi olarak, tekrar kabineye girmiş ve koltuğunu terke yanaşmamıştır. Erginin hâtıraları biraz ibret ve biraz da dehşetle okunmağa değer... 045 Ocak 1958 çarşamba günü öğleden sonra, bir aske- ri uçakla Ankaraya hareket ettim. Müsteşar paşa ile doğru Vekâlete gittim. Vekâletin bâzı işleri ile meşgul oldum. Başvekâlet kalemi mahsus müdür muavini Şe- fik beye Ankaraya geldiğimi ve Başvekili görmek is- tediğimi söyledim. Ve eve yemeğe gittim. Biraz otur- muştum ki, telefon ettiler. Başvekil, (Reisicumhurun yanında imiş. Beni Köşke bekliyorlardı, gittim. Namık Gedik de oradaydı. Biraz sonra, Orgeneral Fevzi Men- güç geldi. Mesele hep ayni idi. Reisicumhur sordu: "Şemi bey, ne var ne yok, anlat". Anlattım ve hâdisenin bundan ibaret olduğunu, bunu uzun müddet bu şekilde bırakmanın doğru olamıyacağını bu işi olduğu gibi ka- bul edersek mahkemeye vermemek ve kesip atmak lâ- zım geleceğim söyledim. "Bilmiyorum" dedi, "Bu işi nedense örtbas etmek gibi bir temayül var. Ben de aynı fikirde değildim. İşe lâzım gelen ehemmiyet verilmiyor ve hafife alınıyor." “En can alıcı yerimden vurulmuştum. Bu lâf tama- men bana aitti. Çünkü, tahkikat benim Vekâletime aitti "Reisicumhurun ifadesine göre, hâdiseye ehemmi- yet vermeyen ben, bu işi hafife alan da bendim. Namık Gedik meseleye tamamen el koymuş, her safhasıyla ta- mamen alâkadardı, O Kadar canım sıkıldı ki, burada kavga etmek karşı gelmek lâzımdı, ama kendimi tut- tum, sigaramı çıkararak yaktım ve hırsımı sigaradan aldım. Aynı mevzu üzerinde ileri - geri konuşmalar ol- du ve hemen nerdeyse küçüldükçe küçüldü. "Bir müddet sonra, yemek hazır dediler. Gelen birisi bizi yemeğe davet etti. Fakat, beraber oturup ye- mek yiyecek vaziyette değildim. İzin isteyerek ayrıl- dım, ben de soğuktum, onlar da soğukta. "Fevkalâde asabi idim. Geldim ve yattım. Sabah- leyin erkenden istifamı yazdım, sert bir istifaydı, bir de husus! mektup yazdım. Daireye gittim, canım hâlâ sıkılıyordu. Acele imzaları yaptım ve emir subayı Bin- başı Adnan beyi çağırarak mektubu verdim. Başvekâ- lete götürüp kalemi mahsus müdürü Şefik beye verme- sini söyledim ve eve gelerek yattım. Hevesle çalıştığım ve hizmet etmeyi kendime şiar edindiğim Türk.Ordusu- nun başından ayrılıyordum. Henüz yapılacak çok işle- rim vardı, fakat ne çâre İd artık çalışmama imkân yoktu. 'Reisicumhur ve Başvekilin tavırlarından, artık itimatları zail olduğu anlaşılıyordu. Benim bu kadar müdahale içinde çalışmama imkân yoktu. İzzeti nefsi- mi bundan fazla rencide ettiremezdim. "Biraz sonra eve, Albay Nusret bey ve müsteşar Korgeneral Fahri Özdilek geldi. Hallerinden, çok üzgün oldukları belli idi. Mektubumdan şüphelenmişler: "Bize istediğiniz cezayı verdiriniz, fakat bu mektubu verdir- meyiz. Bizi ve Orduyu nereye bırakacaksınız? Subay ve assubayların pek çok hizmet bekledikleri şu anda, AKİS, 24 EKİM 1960 nereye gideceksiniz? Bu hizmetleri kim yürütecek? Seneler senesi Türk Ordusu bulduğu bir insanı nasıl bı- rakacak." dediler. Buna benzer sözler söylediler. Göz- leri dolu doluydu. Ben de üzüldüm. Bir insan olarak be- nim de asabım tahammül edemez bir hâl almıştı. "Biraz sükünete ihtiyacım olduğunu bildirdim. Mü- saade iİstediler ve ayrıldılar ve gittiler. Odama çekildim ve kimseyi almadım. Perşembe ve cuma günleri aynı hava içinde geçti. Hâdisenin inkişafını, bütçenin umu- mi heyetten çıkmasını ve anormal hâdiseleri bekledim. Bu fikirle 18 Ocak cumartesi günü daireye geldim. Cu- ma gününden beri Devlet Vekili Muzaffer Kurbanoğlu beni arıyordu. "Cumartesi günü işlerim bittikten sonra, Başvekâ- lete Kurbanoğlunun yanına gittim. Oturdum, konuştuk. "Lâflar Reisicumhurdan geliyordu. Bir - iki lâf yaptı. Yorulduğum, istirahat etmem lâzımgeldiği gibi lâflar... Hemen sözünü kestim: "Dur, bak Muzaffer, ben daha perşembe günü istifamı yazmıştım. Fakat, türlü tefsirlere mâruz kalırım endişesiyle vermemiştim. Sen beni biç düşünme, ben bu mevkide daimi duruculardan değilim. Ver şu kaleni kâğıdı" dedim, istifa mektubu- mu yazdım. "Muhterem Başvekilim ..... . .Ciddi vaziyet arzeden sihhi durumum bakımından istirahat etmem için Kabineden ayrılmama müsaadelerinizi rica eder en derin hürmetlerimi arze- erim.” “Yazdığım istifa mektubunu cebime koyarak doğ- ru Başvekilin yanına gittim. Yanında İngiltere Büyük Elçisi vardı, biraz bekledim. Çıkar çıkmaz yanına gir- dini. Ayaktaydı. Gayet rahat ve huzur içersinde, kendi- lerini serbest bırakabilmem için istifamı yazdığımı söy- ledim ve takdim ettim. Malüm tavır ve hareketleriyle kendisinin asla böyle düşünmediğini, fakat Reisicum- hurun daha sert hareket edebilmesi için, benim davra- nışım dışında hareket eden birisini buraya getirmek is- tediğini düşündüğünü söyledi... En kısa zamanda tek- rar beraber çalışabileceğimizi söyledi. Cevaben, "Şemi üzülecek diye endişe ediyorsanız, asla onu düşünmeyin, ben asla müteessir değilim, huzur içerisindeyim" de- dim. Sarıldık, yanaklarımdan öptü. Muvaffakiyetler di- leyerek ayrıldım ve doğruca eve geldim. "Böylece iki senelik Hükümet âzalığım sona ermiş- ti. Kandilli Kız Lisesinde bulunan Nurten kızıma ve Eczacılık Okulunun birinci sınıfında okuyana birer mek tup yazdım. Vekâletken istifa ettiğimi ve üzülmemele- rini söyledim. Her ay kendilerine, bir Vekil kızı olarak değil, fakat, dâima şahsiyetini kendi şahsından alan Semi Erginin kızı olarak iftihar etmeleri lâzımgeldiğini ve belki bu ayrılış dolayısiyle bâzı mahrumiyetlere kat- lanmak icap ettiğini ve icap edeceğini ve bunu da mâ- kul karşılamalarım söyledim."