Dinime I_]îîıza—i beşerin nisyan ile malül bulunduğuna inan- ak ne boş, ama ne de boş bir kanaat! Bir defa bu- na inandınız mı, söyleyemeyeceğiniz lâf, yapamıyaca- ğınız iş yoktur. 1950 nin 13 Mayıs akşamı, isterseniz cebinizde sadece iki buçuk liranın kaldığını, sıfırı tü- kettiğinizi, milletvekili seçilemediğiniz takdirde mahvo- lacağınızı ilan etmiş 960 1n arifesinde milyoner olmanıza engel teşkil etmiyeceği gibi namus ve dürüstlük şarkıları okumanıza da mani değildir. Ne olur, dört sene millete vaad ederek iktidara gelmiş bu- lununuz! Bir defa iktidara yerleştiniz mi bu milletin "tahretlenmesini bile bilmediğini", arkasında pislik bu- lunan insanlara elbette ki ciddi seçim hakkının verile- miyeceğini — göğsüm gere gere — söyliyebilir, sadece kendinizin akıllı oldugunuzu bildirebilirsiniz. Bir adam son zamanlarda, kendisini Basın Filozofu ilan ederek Türk Basınını en şiddetli şekilde ithama başlamıştır. Daha doğrusu, şimdi kendisini kuvvetli zannettiği için bir zaman gazete gazete dolaşıp aksi fi- kirleri -hem de pek yakın bir mazide- savunduğun Menderes 1daresı hakkında bambaşka fikirler soyledıgı— ni unutarak Türk Basınının hürriyete lâyık olmadığını, bu basının şereflere, haysiyetlere riayet etmediğini, ala- bildiğine küfrettiğini ve meselâ kendi külotu içinde dai- ma bir büyük objektif bulundurduğunu -ne nezih bir teş- bih- iddia etmektedir. Bu zat, Dr. Mükerrem Saroldur. ma, Dr. Mükerrem Sarol da vaktiyle pek bahtsız bir gazetecilik tecrübesi yapmış, pek başarısız bir gaze- te çıkarmıştır. Türk Sesi adını taşıyan bu gazete elbette bir takım şeyler yazmış, altı sayfasını doldurmuştur Bugün Türk Basınının seviyesizliğinden bahseden Dr. Mükerrem Sarol, zannedilebilir ki o fırsat eline geçtiğin- de ideal bir gazete çıkarmış, şahıslarla, hiç meşgul olma- mış, müstehcen edebiyata kaçmamış ve “"gazetelerin evlerimize girdiğini, çocuklarımızın eline verildiğini" as- launutmamıştır Şimdi, bu Dr. Mükerrem Sarol tarafından çıkarılan parlak gazetenin neşriyatına lütfen bir göz atalım. Ba- kınız, Türk Sesi 19 Kasım tarihli sayısında, gazete sa- hibinin hoşuna gitmemek felaketine uğrayan bir başka gazete için neler yazmaktadır: "Holywood âleminde içe- riye girip çıkanlara havlu ve kolonya takdim eden tu- valet memurluğundan bir (Mis) gibi tutalım şunun elin- den de yükseltelim muharrirliğe.. Yükseltiyorlar.. O ga- zete bu gazete derken bay Bedii Faik Dünya gazetesi sahiplerinden Bedii Faik Beyfendi oluyor. Yani hiç bir eser, fikir, görüş, irfan temeline dayanmaksızın en lüp- çü ve en meccani tarafından bir şöhretçik... " O heccav kâtip ki kısa bir müddet evvel idare heyetı âzası bulunduğu Gazeteciler Cemiyeti ka- sasından,sıhhat bahanesiyle bir iki bin lirayı çekmeyi Dahleden... ve sonra bu paradan kendisini ibra ettirmesini bilmiştir. ine Allahın hikmetiyle ayakta kalabilen yırtık secıyelere eş olarak Namus kelimesini agzına al- dığı halde yere yıkılmayan bu espri esnafına... Bu bir dil sürçmesi midir? Asla! Bu, "Terbiyeli Ba- sın"ın savunucusu Dr. Mükerrem Sarolun Türk Sesi ga- zetesinin edep ve terbiye anlayışıdır. Nitekim, buyrunuz aynı gazetenin 21 Kasım 1954 tarihli sayısında aynı mes- lekdaş için yazılanları: "Heccav kâtibimiz bugün muha- lif olmuştur. Dün kalemini sokup çıkardığı insanların müdafiliğini uzerıne almıştır. Bu işte menfaat vardır, geçim vardır.. ine bugün varlıklı dediği bir vekilden kendısının, sırf kaypak huyunu kiraya vermek suretiyle daha zengin bir durumda bulunduğunu unut- muştur." Denebilir ki, üstad bahis mevzuu zata pek kızmış, almış kalemi eline, veryansın etmiş. Peki, aynı gaze- tenin 24 Kasım 1954 tarihli sayısında başka bir meslek- daşı hakkında yazılan şu satırlara ne demeli: u haya tırmalayıcı övünmeyi bizzat Cumhuriyet inkılabını kuranlar bile kendilerine çok gö- rür. Onlar bile bundan memnudur. Edib-i lebibin bahset- tiği hizmet ise Ankara Palas kumpanyasındaki zimmet kayıtlarından anlaşılacagı veçhile, Nefsi azizi adına gi- riştiği samimiyetsiz ve hakikatsiz laf hokkabazlıkların- dan başka nedir? Yoksa, Basınımızı beğenmiyen Dr. Mükerrem Sa- rolun gazetesinde neşrettiği edebi romanlardan parça mı istersiniz? Hani şu, evlere sokulan ve çocuklarımı- zın ellerine verilen gazetede? 31 Temmuz 1954 tarihli Türk Sesi gazetesinden şu satırları lütfen okur musu- nuz? 'Şimdi Maria divanı düzeltmekle meşguldü. O ka- dar eğilmişti ki iri göğüsleri siyah uçlarına kadar gözü- küyordu. Göğüslerinin arasındaki çukurluk bir erkeğin- ki gibi kıllarla örtülüydü ve bu sık tüyler karnına doğ- ru genişliyordu. aa e man kadın daha fazla çömeldi, to- puklarının üzerine oturdu. Şimdi bütün vücudu görünü- yordu, kalçaları dalga dalga oynuyordu... Kadın iki ayakkabıyı da çıkarmıştı. Erkeğin çoraplarını çıkar- dıktan sonra gözlerini kaldırmadan elinde tuttuğu erke- ğin ayağını çıplak bacaklarına değdirdi, yavaş yavaş kalçalarına doğru çıkardı, sonra butlarının arasına hap- setti. Ama, hakikaten aşkolsun! Böyle bir gazete çıkar, sonra da "Böyle bir gazetenin çıkabildiği memlekette ga- zetecilere Basın Hürriyeti tanımak reva mıdır?" diye haykır!. Hatta bir takım kimselere "Yahu, adam doğru söylüyor" zehabını ver. Aşkolsun, aşkolsun, aşkolsun!.. Meşhur Türk Sesi gazetesinin başlığı . bari müslüman olsa AKİS, 24 ŞUBAT 1960