G eçen haftanın en mühim tiyat- ro hâdisesi, şüphe yok ki. Muh- sin Ertugrulun uzun bir ayrılık- tan sonra, tekrar İstanbul Şehir Tiyatrosunun başına — getirilmesi olmuştur. Hâdise, umumi efkâr tarafından alâka ' ve — sempatiyle karşılanmıştır. Muhsin Ertuğrula umumi ef- kârın duyduğu alâka ve sempati yeni bir şey değildir. Ömrünü ti- yatro sanatının — memleketimizde gelişmesi, bir —eğlence vasıtası telakkı edilmekten — kurtarılarak bir kültür müessesesi haline geti- rilmesi uğrunda harcamış, yeni sanatkâr — nesilleri — yetiştirmiş, Devlet Tiyatrosuna geniş faaliyet imkânları kazandırmış, — nihayet büyük bir ıhtıyaca cevap Verdıgı ugün -İzmir, —Adana ve Bursa tiyatrolarının gördüğü — rağbetle- açıkça anlaşılmış olan Bölge Ti- yatrolarını kuvveden fiile çıkar— genış halk kitleleri ona daima sevgi ve hayranlık duymuşlardır. Fakat bu kitlelere Muhsin Ertuğrulu daha da sevimli kılan, daima onlar le- hine gerçekleştırdıgı mühim ış— terden sonra, atı. — boyunc kendisini en çok desteklemesi 1— cabedenlerden, zaman zaman gör- düğü anlayışsızlıklar kadirbilmez- likler ve buna karşı hiç değişme- yen asil davrandı olmuştur. Ha- kikaten yediği her darbeden yeni bir hız ve kuvvet alan, bütün te- selliyi yeni teşebbuslere atılmak- ta, halka yeni bir sanat ocağı ka- şandırmakta bulan Muhsin Ertuğ- rulun gösterdiği ruh metaneti ve irade kuvveti bu hayranlığa hak kazandırmaktadır mumi efkâr bugün, İstanbul Belediyesinin Muhsin — Ertuğrula gösterdiği anlayış ve takdir kar- şısında — mütehassis olmakta ve buna İki yönden — sevinmektedir. Birincisi: Muhsin Ertuğrul, geçen Ağustos ayında, ellinci sanat yılı- nı idrak edeceği günlerde, bu elli yıllık hizmetinin bir mükâfatı o- larak, kuru bir teşekküre bile lü- zum görülmeden Devlet Tiyatro- su Umum Müdürlüğünden uzak- 28 Muhsin Ertuğrul Şehir Tiyatrosunun Başına Geçerken... laştırılmıştı. Buna — -İzmirde, bir temsil sonunda, Muhsin Ertuğrul 5 tezahuratta bulunarak ka- dar- üzülen halk, şimdi onun Şe- hir Tiyatrosunun başına getiril- melinde, bir sanat adamına karşı haklı sayamadıgı bir muamelenin tamirini buluyor. İkincisi: bu tâ- yinde, son yıllarda kötü bir duru- ma düşmüş olan, eski bir sanat müessesesinin yenıden kalkınma imkânlarını görüyor. Bu gözle bakınca Muhsin Er- tuğrulun Şehir Tiyatrosunun başı- na getirilmesi elbette memnuniyet uyandırıcıdır. Yalnız şunu hatır- amak yerinde olur ki, Muhsin Ertuğrul, gene, çetin ve ağır bir vazifenin yükü altına girmekte- dir. Kemal Aygünün kendisini bu vazifeyi kabule "ikna" ettiği yo- lundaki beyanatı da bu gerçeği açıklamaktan geri kalmıyor. Zira Şehir Tiyatrosu, Muhsinin on yıl önce bıraktığı Şehir Tiyatrosu de- ğildir. Kendisinden sonra bu ti- yatronun sanat işlerini — düzenle- mek ve yürütmek için Avrupadan getırtılırış -kendine göre — mezi- yetleri de olan- bir yabancı sah- ne adamı bu işde muvaffak ola- mamıştır. Şimdi on yıllık bir ay- rılıkttan sonra, Muhsinin kırkbeş yıl önce işe bsraber başladığı, son- ra yıllarca beraber çalıştığı ve ço- ğunu kendi yetiştirdiği insanlarla, muhtelif nesillerden, muhtelif gö- rüş, onlayış ve iddiada sanatkâr- larla, dümeni kırılmış, hattâ ka- raya oturmuş bir eski — tekneyi yüzdürmedi ve selâmet — sahiline ulaştırması İcap edecektir. Bu da sanıldığı kadar kolay bir iş de- ğildir. Fakat Muhsin Ertuğrulun da, ellibirinci sanat hayatına girer ve aynı tıyatroya altıncı defa döner- ken, yapacağı işleri, soylıyeeegı sözleri henüz tüke etmemiş O ğuna inanabiliriz. Kaderin ve te- sadüflerin onu, en olgun çağında tekrar başladıgı yere getirmiş ol- ması İstanbul için bir talih eseri sayılsa yeridir. Bu sayede İstan- bullular, önümüzdeki — mevsimden İtibaren, şehirlerine lâyık bir ti- yatroya sahip olmayı ümit ede- bileceklerdir. katı arayan, yanlış bir hükme var- maktan, bir masumu elektrikli san» dalyeye göndermekten korkan, vic- dan sahibi bir adamın akla ve man- tığa dayanan haklı şüphe ve tered- dütleri içinde canlandırmak da ka- ildir. Eseri realist bir görüşle ve itina ile sahneye koymuş olan Müfit Ki- per, bu görüşe uygun olan, iİ i şekli tercih etmiş ve bu rolü oyna- yan Sami Ayanoğluna da aynı an- layışı benimsetmekle — çok isabetli hareket etmıştır Lumet'nin Berlin festivalinde "en iyi film" mükâfa- tını kazanan eserinde Henry Fon- da da Sekizinci adamı bu an- layışla oynamış ve bu sayede "en iyi erkek Aaktör" mükâfatını al- mıştır. Pariste Andre Obey'in pi- yesinde aynı rolü oynayan ve eseri sahneye de koymuş olan Michel Vi- told ise, her zamanki ateşli hattâ dinamik oyun tarzını bir hayli de- ğiştirmiş, ve Fransız tenkidçilerine göre, "zaptedilmiş heyecan ve ihti- rasla dolu bir tatlılık ve yumuşak- lıkla" oynayarak büyük bir muvaf- fakiyet kazanmıştır. — Fakat mukabil "sinirli, gergin ve aman- sız"” mizanseniyle, bütün temsil bo- yunca bir tek oda içinde fasılasız oynanan, oyunun bütününe eseri a- yakta tutmak için zaruri olan "dra- matik hava"yı kuvvetle yaratmasını bilmiştir. İşte Müfit Kiperin mizanseninde eksik olan bu "hava"dır. Esere adı— nı veren “öfke" şahısların söz Jestlerınden -isabetle- alınmış, fakat mizansenin bütününe ve eserin ha- vasına aynı isabetle- verilememiştir. Bu yüzden sekizinci adamın ortaya koyduğu vicdan mesuliyeti, bi cin hayatı bahis mevzuu peşin hükümlerin tesiri altında ka- lan, bazı jüri üyelerinin davranışla— rındaki hafiflik, hele kendi dan kötülük gordugu için gençlıgı ve bu gençlıgı temsıl etti- ğine inandığı sanığı mahküm etmek- te ayak direyen Uçüncü adamın an- dakikada kendini kurtara- bıldıgi "hissi hareket tarzı ve bütün bunlardan doğan "adalet dramı" vu- zuhla belirtilememiştir. Bununla beraber "12 Öfekli A- dam" Şehir Tiyatrosunun son za- manlarda oynadığı eserlerin iyilerin- den ve iyi oynananlarından biri ola- rak şevkle seyredilmiştir. jü Ti üyesinden, sekizinci ve üçüncü ü- ye -Sami Ayanoglu ile Kani Kıpçak-, en iyi oy 11 er olarak be— liriyor. arasın- da Kadri güvenç dırıcı tipler çiziyorlar. Geri — kahin eler de, eserdeki, silikliklerine uy- gun bir şekılde canlandırılıyorlar. Turgut Atalayın dekoru, mizansenin realizmine uygundur. Yalnız boyle bir eserde rolü mühim olan sahne gu— rültüleri -meselâ — yağmu nak. iyi ayarlanmamıştı. run pencere camlarından aktığı gö- rülüyor, fakat sesi duyulmuyordu. AKİS 2 MAYIS 1950