HADİSELERİ ni Edirnedeki süvari fırkasına erkânıharbiyesine me- mur etmişleri Bu süvari fırkası kuvvetli, bir birlik idi. Bir saat fince İstanbuldan gelmiş lan Hamidiye süvari alaylarıyla her süvari fırkasından daha toplu ve gosterışlı olmuştu. Fırka kumandanı, bana rütbe- min addimin üstünde bir teveccüh gösteriyor, üç dört süvari livasının kıtaları ve Doğu Trakyâya, hudut- lara dağılmış bütün birlikleri arasında serbest çalışma— mı destekliyordu. Edirneden sabahleyin kalkar', at tında Kırklarehne peşe ile giderdim. 60"kil ometrslık bir yolculuğu 7-8 saatte kolaylıkla yaptıktan sonra, oradaki liva ve alay kumandânlarıyla görülecek işleri- mizi görüşür, süvari alaylarının bütün subayları ile derslerimizi ve muhtemel vazifeleri gözden geçirirdik. İdeal ve bahtıyar bir askeri meslek hayatı yaşıyordum. "Süvari erkânıharpliğim zamanında tümene Aziz Paşa isminde bir Mısırlı Prens memur edilmişti. Pek genç yaşta general olmuş, Avusturya veya Prusya or- dularının birinde bir müddet teğmenlik, etmiş bir asker olarak iddialı bir hali vardı. Bizim alışmadığımız ölçü- de zenginlik imkânları içinde yaşıyor. Edirnenin en bü- yük evini mümkün olduğu kadar süslü ve gösterişli do şeyerek, büyüklü küçüklü ordu subaylarını kabul e yordu. Ordu kumandanının pek yakım idi. Süvari fırka— sına memur edilmiş olan Prensin vazifesinin ne olduğu- nu kimse bilmiyordu. Zavallı, fırka kumandanı gün gör- müş Akil Paşa, Prensin bir alay veya livada aklına esen tedbir veya talimi Şehzade edasıyla emrettiğini veya tatbika koyduğunu, kendisine haber verdikleri za- man, aklı başından giderdi. O devirden hatırımda kalmış olan sözlerden birisi şudur: "Davul benim boynumda, ço- mak başkasının elinde" derlerdi. Bir âmirin kendi üstün- deki selâhiyeti başkasının dilediği gibi kullanmasını an- latmak için söylenirdi. Prens Aziz Paşayla, ben, fırka erkânıharbi, az zamanda tık. Prens askerlik heves- lerini tatmın ederken seferberlıklerme dair emirler ver- meğe başlamış ve kıta kumandanlarından tümene se- ferberlik talimatlarının değişip degışmedıgı sualleri so- rulmağa başlanmıştı Fırka m beni Prensle görüşmeğe ve kendi hareketleriyle, fırka emırlerı ara- sındaki uyuşmazlığı münasip surette izah etmeğe me- mur etti. Prensle konuştum. Fırkanın seferberlik tertip- lerinin bozulmamasını ve değiştirilmemeşini fırka ku- mandanının rica ettiğini, mümkün olduğu kadar bat- miyacak bir ifade tarzında, anlatmağa çalıştım. Azız Paşa, bilmediği bir dille kendisine anlatılan askeri ihti- yaçları dinlerken hem sararmış, hem kızgın bir hal al- mıştı. Sözüm bittikten sonra ordu mandanı ile gö- rüşüp, vaziyeti bildireceğini ve ordudan fırkaya lâzım olan emirlerin verileceğini cevap olarak bana söyledi. Akşam üzeri, çok zaman olduğu gibi, Nâzım Paşanın evine "beni de çağırmışlardı. Önce Hasan Rıza Paşa ben- den malümat aldı ve bize hak verdi. Sonra Nâzım Pa- şa, büro ve yemek sofrası vazifesini gören masasında beni karşısına oturtarak, süvari fırkasının hikâyelerini dinledi. Alicenap bir tavır ile ehemmiyetli bir mesele olmadığı kanaatine vararak; Hasan Rıza Paşanın işle- re düzen vereceğini bildirdi. Bu vakadan sonra Prensle münasebetlerimiz daha ciddi, yani Prens tarafından tü- men erkânınarbiyesine karşı daha dikkatli olmuştu. Paşanın ordu kumandanlığı zamanı esef verici sıyası olaylarla sona ermiştir. "Bu esnada İstanbulda çatışmalar ve cemiyetle ih- tilâflar herkesin gözüne batacak kadar parlamıştı. Hü- kümet ile cemiyet arasında anlaşmazlık ilerlemiş ve bü- yümüştü. Bosna - Hersek ve Bulgaristan olayları sükü- nete ve bir anlaşmaya doğru ilerledikçe, iç ihtilâf artı- yordu. Bu esnada Nâzım Paşa İstanbul a gitmişti. Az bır müddet sonra Sadrazam Harbiye Nazırını değiştir- mış ve onun yerine Nâzım Paşanın getirileceği söylen- meğe başlanmıştı. Olay esasında tabii bir şeydi. Ancak o sırada bir Harbiye Nazırının gidip, Nâzım Paşanın AKİS, 28 ŞUBAT 1959 İsmet İNÖNÜ onun yerine gelmesi siyaset cereyanları içinde hususi bir kıyafet almıştı. Nâzım Paşanın bu mevkie tabii bir eğişme ve seçilme hâdisesi gibi değil, İkinci Ordudaki başarısı ve İkinci Ordu subaylarının desteği — neticesi getırılmış olduğu manzarası verilmişti. Cemiyet vakayı böyle yorumladı ve Edirnedeki teşkilâtından, ordunun bir Harbiye Nazırının değişmesinde vaziyet almasının varit olmadığının tashih ve ilân edilmesini istedi: Or- Cemıyet kuluplerı ve Askeri Kulüp hareke- ordunun mevkiye gelip git- mesinde ve Kendisinin tayınınde hiç bir talebi ve ilti- zamı olmadıkı telgrafla bildirildi.. Ordunun yemden böyle bir sıyası harekete karışmış ve karıştırılmış 01— masını hâlâ esefler ve üzüntülerle hatırlarım. Zan - yorum ki Ha rbıye nezaretinde, Cemiyetle çalışan Sad— razamın arzu ettiği değişiklik olmamıştı. Nâzım Paşa tekrar ikinci Orduya gelmedi. Onun yerine Salih Pa- şa ordu kumandanı olarak tâyin edildi. Bu zat da is- tibdat devrinin mağdurlarından ve sürgünlerinden idi'. İnkılâp üzerine vazifeye başlamıştı. "Salih Paşanın zamanı İkinci Ordunun hayatında daha sakin bir hususi devir açmıştır. Gösterişli manza- ralar kalmamıştı. Fakat, akşamcılık hayatı 1çınde bir dereceye kadar külfetsiz çalışmalar ve teşebbüsler ye- rine daha ciddi gündüz gayretleri yer almıştı. Hudut gerginlikleri devam ettiği için umumi uyanıklık baki idi. Kıtalarda ve Askeri Kulüpte akşam dersleri' verili- yor ve muhtemel muharebe safhaları, her rütbeden su- baylara anlatılıyordu. En mühim mesele İştanbuldaki siyasi çatışmaların fena tesirlerine ordunun tutulması- nı önlemekti. İstânbulda vaziyete hâkim olmak 1htıyacı hissolunmuş ve Üçüncü ordudan seçme kıtalar gönde- . Bu seçme kıtalar Batı Rumelide teşkil edılmış ve komita takiplerinde ün almış avcı taburlarıydı. Su- bayları fedakâr insanlar ve o zaman başlıca muharebe tecrübesi sahası olan Makedonyada askeri takiplerde tanınmış unsurlardı. Umumi kanaat o idi ki, İstânbul- da inkılâp aleyhine herhangi bir taşkınlık artık ola- mazdı "Hatırlamak lâzımdır ki bu esnada İkinci Abdül Hamit sarayında ve muhafızları arasındaydı ve Halıfe İstânbulda ve Anadoluda itibarından zerre kaybetm miş olarak hüküm sürmekteydi. bu esnada Me busan Meclisi seçilmiş, mebuslar her vilâyetten büyük merasımle ugurlanarak İstânbulda vazifeye gelmişler- yasofya civarında bulunan bir büyük ve eskı adlıye bınasında mebuslar toplanmış, Meclis açıl- mıştı. Ayan Meclisi kurulmuştu. Millet işleri hepimi- zin hasretli gözleri önünde açıktan konuşuluyor ve hü- kümette bulunan vezirler Meclis murakabesi altında vazife görüyorlardı. Manzara alışılmamış bir fevkalâ- delik içinde ümitlerle doluydu. Mebusların İstanbulda- ki hayatları alabildiğine serbest gazetelerin ciddi ve mizahi sütunlarını dolduruyordu Sarayla mebuslar a- rasındâ az zamanda resmi ve kibar temaslar kuruldu. Hükümdar mebusları takım takım yemeğe davet edi- yordu. Anadolu ve Rumeli mebuslarının halifeye karşı sadakatle, hürmetle bezenmiş olan münasebetleri Hü- kümdarın hoşuna gidiyor, iltifatlarını ve iyi niyetleri- ni gösteren kısa sözlerini, gazeteler basıyorlardı. Bu perde arkasında, İstânbulda feci vakalar hazırlanmış ve bunlar patladığı saman memleketi karanlık ve fe- lâket istilâ etmiştir. (Bu hatıratın her hakkı mahfuzdur. Kısmen dahi iktibas edilemez.)