28 Şubat 1959 Tarihli Akis Dergisi Sayfa 14

28 Şubat 1959 tarihli Akis Dergisi Sayfa 14
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

İSTBDATTAN ; eşrutiyet ilânını takip eden heyecanlı sevinç ha- M diseleri yanında türlü taşkınlıklar devam eder- ken umumi hatlarıyla muvaffakiyet ve güven intibai kendını gösteriyordu. En ehemmiyetli başarı Batı Ru- melide üç vilâyet umumi müfettişliğinin tasfiyesi ol- muştur, ıttıhat ve Terakki Cemiyetinin kısa zamanda Rumelide ihtilâl doyurabilmesinin başlıca sebebi olan Batı Rumelideki müfettişlik teşkilâtı meşrutiyetin ilânı ile kendiliğinden kaybolmuştu. Rusya ve İngiltere hü- kümdarları arasındaki Reval mülakatından sonra tesis edilmiş olan üç vilâyet müfettişliği nasıl kurulmuştu, bu kuruluşa esas olan milletlerarası muhabere ve muhavere- ler nelerdi, bunları bilecek muhitte değildik. Yabancı ku- ruluşun kalkıp kaybolmasının da muamelesini bilmiyor- duk. Hatırladığım şudur: Selanik, Manastır ve Kos- va vilâyetlerinde kurulmuş olan sözde Osmanlı mü- fettişliği gerçekte Batı Rumelinin — milletlerarası bir idareye tabi tutulmasıydı Rusya ve Avusturya "ajan sivil"leri bizim umumi müfettiş ile beraber idare edi- yorlar ve bir İtalyan generali Jandarma teşkilâtını, tensip ederken, memleket' asayişini ve çetelere karşı takibatı kontrol ediyordu. Ayrıca bir mali komisyon bu uç vilâyette devletin mali işlerini yürütüyordu. Her manâsı ile milletlerarası, müşterek bir idare — kurul- muştu. Meşrutiyet ilâm ile bu. idare kalkmış, üç vilâyet, öteki vilâyetlerimiz gibi kayıtsız şartsız Osmanlı devle- tinin idaresine geçmişti. Bu netice Meşrutiyet inkılâbı- nın ilk semeresi ve tek başarısı olsa da her zahmete ve her fedakârlığa değecek kıymette idi. bütün ha- yaller muvaffakiyet heyecanı ile genişledi ve istikba- in daha parlak olacağı intibar kuvvetlendi. Gene müs- pet başarılardan sayılabilecek bir olay olmak üzere, o zamana kadar can düşmanları olan komita reisleri Türk şehirlerine inmişler, kendilerini takip etmiş olan subay- lar ve idare amirleriyle dostluk ve beraberlik akitleri yapmışlardı. Edirnede bu arada asker sivil bir karma heyet Bulgaristana bir ziyaret yapmış ve gidenler dostluk nutukları söylemişlerdi. ve haftadan haftaya geçiyor ve değişiyordu. Bu sene günden güne olaylar pek sık ve pek kesif "Bu iyi günlerin ne kadar sonrasında olduğunu gü- nü ile söyliyemiyeceğim ama emniyetle hatırladığımı zannederim ki 1908 senesinde; Avusturya - Macaristan İmparatorluğu Bosna ve Hersek eyaletlerini İmpara- torluğa ilhak etmiş ve Bulgaristan istiklâl beyan ede- rek Frene bütün Bulgarların carı olduğunu, ilân etmişti. Bosna-Hersek 1878 de Avusturya tarafından işgal edil- miş, o zamandan berı sözde geçici olarak onun idare- sinde kalmıştı. Bulgarıstan ise prenslik olarak, yani nazari şekilde Padişahın tabiyetinde, kendisini ve Doğu Rumeliyi idare etmekteydi. Gerçekte Bosna-Hersek Avusturyanın fiili olarak kesin hakimiyetinde ve Bul- garistan da diğer Balkan devletleri gibi her sahada tam 1st1k1a1 ile yaşayan bir devlet halindeydi. Bu devletler 1908 senesinde vaziyetlerini enternasyonal hukuk bakı- nundan kesin bir şekle bağlamak ihtiyacını duymuş- lardı. Meşrutiyet ilânı ile halk idaresinin kurulması ve halkın her sahada bütün haklarını bilerek savunacak hale gelmesi ve ehemmıyetlı bir nokta olarak bu inkı- lâbın Türkiyeye geniş bir itibar sağlaması, avusturya- yı ve Bulgaristanı hukuki vaziyetlerini sağlama bağla- mak tedbirine sevketmişti. İki milletin bu. hareketleri memlekette bastan başa bir kaynama ve köpürme mey- dana getirdi. Sanki elimizdeki iki vilâyet gasbedilmiş ve yurdumuzun bir bolgesı ayrılıp, Bulgarıstan namıy- la bir parçalanma olmuş gibi umumi "ir hiddet hasıl olmuştu. Vatanseverler fırsat bekleyen düşmanlar ta- rafından suratlarına vurulmuş bir şamarın acısını duyu- yorlardı. Bütün idarenin bağları kendi başına işler bir dağınık durumda iken, herkes yalnız karsı tedbir yani silâhlı bir hareketle saldırmayı reddetmek düşüncesin- deydi. Hürriyet şenlikleri, protesto mitingleri ve n 1908 tuklarına çevrildi. İstanbulda ve memlekette hiddet gös- terileri yapılırken Rumeli ordularında harp vaziyetleri, ön plânda, hazırlanmağa başlamıştı. Avusturya ve Bul- garistan ile muhtemel bir harbin türlü şekilleri hesao ye tertip ediliyordu. Dikkatimizi çeken nokta şuydu: Istanbulda hükümet eden eski vezirler, — milletin tabii gösterileriyle desteklenerek, sakin ve mütevekkil bir halde vaziyeti idare edıyorlar ve Selânikte bulunan İt- tihat ve Terakki umum merkezi onları kontrol ediyordu. ' ugunlerde İkinci Orduya kumandan tâyin edılmış olan Nâzım Paşa vazifesi başına gelmişti. Nâzım'Paşa ıstıbdat devrınde sıyası ithamlardan dolayı tardedılerek sürgün edilmiş ve Meşrutiyetle hürriyete kavuşmuştu. Siyaset mağduru ve şohreth bir asker olarak yeni de- virde vazife alması tabii idi. Bununla beraber vazife başına gelmesinin gecikmesi,' kendisinin askeri rütbesi nin iadesi ve vaziyetinin tamiri için haklı merasimin yapılmasında israr etmesinden ileri geldiğini öğrenmiş- tik. Nihayet Nâzım Paşa Edirneye geldi ve ordusunun kumandasını üzerine aldı. Ordu erkânıharbiye reisi ola- rak getirdiği Hasan Rıza Paşa bizim erkânıharp sınıf- larında hocamız, devrin vükelâsından birinin damadı, iktidarı umumiyetle teslim edilen parlak bir subaydı. Nâzım Paşa ihtilâl hareketleri içinde dağmık ve az çok inzibatı bozulmuş olan İkinci Orduda süratle disiplin kurdu. Hasan Rıza Paşanın canlandırdığı ordu idare- sinde geniş bir faaliyet başladı. Zaten Bosna-Hersek ve Bulgaristan olayları ile endışelı bulunan bütün vatan- sever ordu unsurları intizam ve vukuf, içinde acılan ça- lışma devrini bütün kuvvetlerıyle desteklediler. "Nâzım Paşanın o zamana kadar görülen kuman- danlardan farklı, otoriter ve laubali davranışları ara- sında hususi bir idare tarzı vardı. Evi, akşamları, genç ve yaşlı meslek dostlarına açıktı.. Edirnede bekâr bu- lunduğu için akşamları, masasının başında, herkesin gözü önünde hem aperıtıfînı alır, hem kâğıtlarını havale eder, hem de erkânıharbiyesine hususi telkinlerini ya- zar, kumandanlarıyla görüşürdü. Ertesi günü ordugâ- hın bir köşesinde yapılan manevra meydanında bü- tün maiyetiyle hazır bulunur, askeri hareketleri takip erdi. O zaman kaç yaşında olduğunu tahmin edemem. An ak biz genç hayalimizde bütün istibdat devri gene- ralleri ve devlet adamlarını vakti geçmiş, pek yaşlı in- sanlar zannederdik. Hayat faaliyeti işareti olarak ifrat ile beslenmenin arızları ile Sultan Hamit ricali ekseri- yetle ço ok yıpranmış görünürlerdi. Bugünkü tahminleri- me göre çoğunun 60 yaşında bile olmadıklarım zannedi- yorum. Nâzım Paşa felâket ve sürgün zamanının ezi- yetlerine rağmen ak pak olduğu halde, dinç ve canlı idi. O devirde otomobil olmadığı için asker arasında ve manevralarda, at sırtında hareketleri takip ederdi. Ken- disinden daha genç olan eski generallerde bu dermanı görmediğimizden Nâzım Paşanın hali bizim üzerimizde çok iyi tesir yapardı. Soğuk ve yağışlı havalarda ma- nevradan dönen her sınıf askerin yol kolunda selâmları- 1 kabul eder, böylece, ordu kumandanı olarak yorgun kıtaları teftiş etmiş olur, onların Truhlarına güven ve kuvvet aşılamasını bilirdi. Bunlar bir askeri âmirin her zaman iyi v mit verici vasıfları sayılır.. Kumandan olarak bu asrın bilgi ve kültür sevıyesını henuz kimse- de, Nâzım Paşada da göremiyorduk. Bu ilim belki er- kânıharp reisi Hasan Rıza Paşada olacaktı, fakat o da kumandan olmadığı için kıtaların talimleri ve manev- ralarında, asıl kumandanın yanında, — tabiatıyla sessiz bir durumdaydı Doğrusunu söylemek lâzım gelırse bir ordu kumandanının ilim ve kültür sahibi âmir alarak vazifesinin ne olduğunu biz yüzbaşılar da, o zaman ta- biatı ile kavramış değildik. Biz bu vazifeleri seneler ve seneler sonra öğrenebilmiştik. Bu kayıtlar altında Nâ- zım Paşanın ordu kumandanlığı devri bizi bahtiyar et- mişti. "Ben bu esnada topçu bölüğünden ayrılmıştım. Be- AKİS, 28 ŞUBAT 1959

Bu sayıdan diğer sayfalar: