eki personele söz dinletmelerine im- kan vermemektedir. Öteyandan spi- kerler ve teknisyenler radyoculuk mes- leğinin içinden yetişmemiş oldukla- rından, bu mesleğe dışardan -hem de gerekli eğitimden — geçmeden- gel- miş bulunduklarından, düzgün bir ya- yınyapılması hususunda kendilerine düşen vazifeyi idrak etmemekte, bu mesuliyeti taşımamakta taşısalar bi- le yetişmelerindeki büyük boşluklar yüzünden kendilerinden bekleneni ve- rememekte, neticede yayınlarda gü- lünç hatalara yol açmaktadırlar. Rad yolarımızda her hangi bir elektrikçi- nin müzik kayıtları yapmak, prog- ram montajlarıyla meşgul olmak ü- zere ses alma cihazının başına otur- ulduğu, herhangi bir üniversite öğrencisinin veya ev kadınının, hiçbir eğitimetabi tutulmadan, spiker diye mikrofon başına çıkarıldığı pek. sık rastlanan birşeydir. Gerçi radyolara teknisyen ve spiker alınırken sözde bir imtihan yapılmakta ve hu imti- handa sesin radyoya uygun olması- la, namzetin telâffuzuna, kültürüne, bilhassa müzik bilgisine -gene söz- de- dikkat edilmektedir. Fakat, bü- tüntâyinlerde olduğu gibi, asıl tesir edici faktör, namzetin getirdiği ilti- asın kuvvetı olmaktadır. Spiker ve teknisyenler radyoya alındıktan son- ragerçi bir eğitimden geçmektedir- ler. Fakat bu eğitim o derece baştan savma, radyo için personel yetiştir- e batı memleketlerinin gözettiği metotlara aldırmadan yapılmaktadır ki radyoya alınan yeni elemanlar, işe ilk başladıkları güne nisbetle bir ar- a boyu bile ılerlememış olarak işle- rıne devam etmektedirler. Plâk çalmasını bilmiyenler Bugün radyolarınızda spıkerler arasında -radyoya uygun sesi olmak bir yana- kelimelerin yan- lış hecelerine vurgu vuranlar, şivey- le konuşanlar, okurken cümle bölme- sini cümle manasını belirtecek şe- il nunu yükseltmeyi ve al- çaltmayı bilmiyenler pek çoktur. He- le metinlerde yabancı kelimeler, ya- ancı isimler geçtiğinde bunlar çok kere -değil doğru telaffuzla- akla en yakın telâffuzla bile okunmazlar. Al- manca bir kelimenin İngilizce, İtal- yanca bir ismin Fransızca okunduğu çok sık rastlanan bir hâdisedir. Spi- ker namzetlerinde aranan asgari dil bilgisi şartı, öyle görünüyor ki, rad- yolarımızda asla yerine getirilme- mektedir. Bundan başka, günlük ha- er bültenlerinde geçen yabancı isim- lerin doğru — telâffuzlarının bir liste hâlinde hazırlanıp spikerlere öğretil- mesi, keza müzik programlarında yer alan besteci, icracı ve parça isimle- rinin doğru olarak okunması bir tür- lü sağlanamamaktadır. Çünkü hiç kimse bu gibi "küçük teferruatla" uğraşma zahmetine katlanmamakta- tır. çalıştırılan Spikerde aranan vasıflardan biri de plak çalmayı bilmesi, plâk çeşitle- ri hakkında pratik bılgısı olmasıdır. Ne var ki, bugün radyolarımızda ça- Mikrofon Günah tahtası lışan spikerler arasında plâk etiketi okumaktan aciz olanlar bile vardır. Bir parçanın anons edilip yerine baş— kasının çalınması çoğunlukla bu yüz- den olmaktadır. 78 devirle dönen bir plâğın 33 devirle çalınması — -yahut bunun tersinin yapılması, yüzünden, yanlışlık farkedilene kadar, oparlör- n garip ve gülünç sesler çıkması radyolarımızda görülmemiş şey de- ğildir. Bazan 33 devirli plâkların üs- tünde birkaç eser olduğundan -spiker etiket okumayı bilmediği,için- bu par- çalardan sadece bir tanesinin anons edilip hepsinin birden — çalındığı da olmuştur. Aynı sebeple "Caracas" ve- rine "Sayonara” çalındığı gibi, Be- ethoven konsertosunun ortasında bir- denbire Brahms senfonisi "başladığı da çoktur. Spikerlerin dertleri unlara mukabil spikerler kendile- rini mağdur durumda hissetmek- te, bilhassa mesai saatlerinin çok- luguna ve yaptıkları işin yoruculuğu- na mukabil, aldıkları ücretin pek dü- şük oldugunu ileri sürmekte, bu ba- kımdan kendilerini biraz mübalağa ile, hademelerle kıyas etmektedirler. Spikerler, bu cihetten şüphesiz ki hak- lıdırlar ve Basın Yayın Umum Mü dürlüğü bir türlü, yüksek ücret ödi- yerek, ehliyeti de yüksek spikerler angaje etme yoluna gitmemektedir. Fakat, herhalde mağdur durumda bulunmalarına karşılık bir mukabil harekette bulunma, ihtiyacından ola- cak, spikerlerin davranışları bazan, bir iş yeri ciddiyetine uygun olmak- tan çok uzaktır. Radyoların spiker odaları yemek saatlerinde bir yemek- hane halindedir. Çünkü radyo perso- neli için radyoevlerinde uygun bir lokanta ve kantin yoktur. Bulunan kantınler 1ht1yac1 karşılamaktan çok zaktır ve zaten akşamüstü kapan- maktadır İş yerine sarhoş olarak ge- len ve bu şekilde mikrofon başına çı- kan spikerler de yok değildir. Bilhassa teyple yapılan yayınlar- da, spikerin bunu fırsat bilip, istira- hat için stüdyodan çıktığı her zaman rastlanan birşeydir. Stüdyoların ha- vasız ve Trahatsız olması spikeri, muhtemel bir aksamayı önlemek için devamlı olarak mikrofon başında bu- lunma mesuliyetine yan çizmeye sevt- ketmektedir. Nitekim teyp yayınının vaktinden önce bittiği, dışarda bir o- dada yan gelmiş istirahat eden spi- kerin bunun farkına varıp da stüd- yoya koşana kadar bazan dakikala- rın bomboş geçtıgı pek sık rastlan- mış bir hâdi Yayın takıpçılerı erek böyle bir sebep yüzünden ayının boş kalmasında, gerekse yanlış, bozuk plâk çalınması gibi ak- samalarda durum radyoidaresine ve spikerlere çok kere dinleyiciler tara- fından bildirilmektedir. Halbuki rad- yolarımızda yayın takipçiliği diye bir vazife vardır. Yayın takipçiliği, hiç olmazsa bir spiker kadar yayıncılığından haberdar hattâ ge- rektiğinde program müdürüne yar- olabilecek kişilerin çalışması gereken bir vazife olduğu halde bu iş radyolarımızda asla ciddiye alın- mamakta, yayın saatlerinde — yayın takipçiliği odasında kimsenin bu- lunmadıgı bile olmakta, daha da ol- mazsa bu işin hademe İsmail efendi- ye verılmesınde bir mahzur görülme- mektedir. —Yayında vuku bulan bir aksaklığın birkaç saniye içinde farkı- na varılıp ilgili kişilere derhal haber ulaştırılması ve yanlışlığın düzeltil- mesini sağlama işi, yayın takipçiliği vazifesine tâyin edilecek kişinin bir saniye bile vazifesi başından ayrıl- maması ve daimi olarak uyanık, dik- katli bulunması sayesinde mumkun olabilir. Bu bakımdan yayın takipçi- leri program müdürlerinin temsilcisi durumundadırlar. Ne yazık ki hiçbir program müdürü, kendini temsil ede- cek şahsın iyi seçılmesıne itina gös- termemektedir. Herhalde, — önemsiz sayılan yanlışlıkların nasıl olsa ört- bas edileceği, önemlilerin ise suçunu yükliyebilecek bir suçsuz, şahıs bulu- nabileceği bilinmektedir. 31