Tiyatromuzun meseleleri Sahnede Öz Türkçe Refik ERDURAN D il derdi hepimizin başında. Her cümlede kalemin ucuna değişik asıllı ve birbirine dargın kelimeler getirip insana çok karılı koca azabı çektiren bu dertten bunalmak için profesyonel yazar olmağa lüzum yok; derli toplu bir mektup yazmağa kalkmak yetiyor. İşin en can sıkıcı tarafı da şu: İnsanların anlaşmalarını sağlaması gereken dil son zamanlarda memleketimizin fikir hayatında ayırıcı ve meseleleri bu- landırıcı bir rol göre ayrılacağına madığı halde sırf "yeni Türkçe" rünenler olduğu gibi, ana mesele sırf dil bahsinde uyuşamadıkları için kendilerini Bu kargaşalığın içine şu sırada bir de tiyatro dili davası da çıkıyor. sokup tozu dumanı biraz daha arttırmak istenecek birşey değil. gelelim son aylarda bu iş kurcalanmağa başladı bile; oynamağa başladı. 'fadeye göre ayrılıyor. yazdıklarından ötürü aynı safta gö- lerde mutabık bulundukları Bazı tartışmalarda saflar fikre Düşünceleri birbirine uy- halde ayrı safta sananlar Gel- gayet iyi niyet- le yazılan bazı tenkidlerde gerek telif, gerek tercüme piyeslerin dili " " ele alınarak neden daha "“öz Türkçe kullanılmadığı soruluyor. Onun için (asıl meselelerde aynı fikirde olduğum birçok kimse tarafından bir nevi edebi Nurcu sayılmak tehlikesini göze alarak) bu bahse gir- mek gerekti. Öz Türkçenin iyi mi kötü mü olduğu kavgasını bir yana bırakıp dilimizin sadeleşmesi işinin nasıl cereyan ettiğine bakarsak görürüz ki ortaya atılan yeni kelimelerden bazıları bir zaman sonra piyasa- dan çekiliyor, bazıları da gittikçe genişleyen bir kütle tarafından kul- lanıla kullanıla nihayet olmasa da bir tecrübe devresi tenkidçiler, "tutuyor". Yani yeni bir kelime, geçiriyor. sütun sahipleri ve fıkra yazarları İyi olsa da evrede bazı fedakâr tarafından Bu d okuyucu yadırganmak pahasına yeni kelimeyi kullanarak tecrübe tahtalığı et- mek gibi gayet faydalı bir iş yapıyorlar. yazarını ve mütercimi de henüz kullanılmasını istemek piyes İşte tiyatroda öz Türkçe halk tarafından kabul edilmemiş kelimelerin denenmesi vazıfesıne çagırmak demektir. (Zira halk tarafından kabul edilen kelim eler "Öz" Türkçe- likten çıkıp Türkçe olurlar.» Fakat ne yapalım ki piyes yazarı ve müterciminin bu şerefli vazifeye katılmalarına aslında bir yazar değil, Piyes yazarı ve konuşma dillerinin ise apayrı nuşmaktan çok daha yavaş, daha hesaplı, nuşmak ise nefes alıp vermek gibi kendiliğinden olan, yazı yazıp okurken alışıldıkları yenip dene- jik birşeydir. Bu sebeple, melere girişmek mümkün olduğu halde konuşma arasında şuuru imkân yoktur bir konuşturucudur. Yazı kaideleri vardır. Yazı yazmak ko- daha şuurlu bir iştir. Ko- adeta fizyolo- n böy- le müdahalelerine yer yoktur. Okurken kafanın kabul edebileceği birçok şeyleri -meselâ yeni kelimeleri- konuşma sırasında kulak ya adırgar. Ti- yatro dilinde başarı ise konuşulanların o anda oyuncuların ağzından çı- kıveren "sahic sözlere benzemesine bağlıdır. Seyircinin biraz olsun yadırgadığı bır söz sahnede ölü doğmuş demektir. Tabit bütün bunlar öz Türkçe için olduğu kadar Osmanlıca için de variddir, hatsız eder. Sahne dili ne "öz" zira tumturaklı eskizaman lâfları da bugünün seyircisini ra- Türkçe, ne de Osmanlıcadır; konu- şulan dildir. Bu ölçüden ayrılmak piyes yazarı için mesleki intihar olur. Dilde yenilik arayan idealist tenkitçilerin bunu anlayarak tiyatroyu denemelerinin dışında bırakmaları ve hiçbirzaman bu yüzden yaza- rın yakasına yapışmamaları gerekir. halkın konuşmasındaki açık tutması, ması şarttır. Pi yazarı, ağzı tilcik?" diye azarlandığını mağa başlamak, ama kalmalıdır. evine geldiğini anlayıp — aldatıldığı anaatine vardıkt sonra üst üste içtiği viski ile sarhoş olup ıçını dok— mesi, tiyatrolarımızda görmeğe alış- madığımız kadar alaturkalıktan u- zak, ölçülü, nefis bir oyundu. Pek- can Koşar daha sonraki sahnelerde de ayni —muvaffakiyeti — göstererek grafiği düşürmeden temsilin sonunu getirdi. Mücap Ofluoğlunun "Öteki" oyunundaki asıl başarısı Koşar gibi Buna karşılık yazarın da kulağını değişiklikleri sahneye aktar- bozuk çocukların sokakta "ulan o ne biçim duyduğu gün eserlerini o zamana kadar kelimelerle yazmakta serbest tilciklerden kur- fırsat bulamamış hakiki bir değeri seyirciye bütün imkânları ile tanıt- ması olmuştur. Bunu yaparken, bil- hassa kendi oyununda unuttuğu öl- çüye dikkat etmesi mühim bir iş sa- yılmalıdır. Zengin Amerıkalı kadın "Ken- dall"i oynayan Sai Bekbay oyu- nuna bıraz canlılık Verebılseydı kı- S ne rağmen, rolünü iyi oy- namış sayılab lirdi. RADYO Yayınlar Yanlışlıklar komedyası stanbulradyosu, Nevit Kodallının Van Gogh operasını yayınlıyordu Dördüncü perdeye gelinmişti. Opera yı takdim eden konuşmacı bahis me zuu sahnedeki olayları anlatırken bir den sustu. "Olmadı, dedi, bir dahaa- lalım". Arkasından teknisyenlerin se si duyuldu. Konuşmacıyla teknisyen ler bir iki dakika tartıştılar. Birden bir caz müziği başladı. Parça bitti ğinde araya karışan bu davetsiz mi safir tanıtıldı bile. Van Gogh opera sının dinleyicileri bu olup bitenlere gülmekle ağlamak arasında takip et tiler. Ertesi gün hadise,bazı İstanbul gazetelerinin birinci sayfasında yer aldı. Bir montaj hatası olmuştu; rad yo, halktan özür diledi. Bu gibi hata ların bir daha tekerrür etmiyeceği sanıldı. Fakat galiba ipin ucu kaçmıştı Bırkaç gün sonra aynı radyoda Ece les'in bir eseri, Paganini diye anons Bir hafif müzik programın 'Caracas" adlı parçanın çalınaca gı bildirildi. Yerine "We Will Mâke Love" başladı. Parça yarıda kesildi Acaba yanlışlık anlaşılmış — mıydı Herhalde spikerler bir tuhaflık oldu ğunu farketmişlerdi. Ama, "Caracas yerine bu sefer "Sayonara" çalındı Bir başka gün. Radyo Gazetesi yayın lanırken ses kesiliverdi. Radyo gaze tesi konuşmacısının yerine, bir ya bancı ses -herhalde bir teknisyenin se si- duyuldu: "Ne o? Kesildi galiba Az sonra Radyo Gazetesi devam eti Aksaklıklar, yanlışlıklar, dalgın lıklar yıllardır. Türkiyenin Devlet Radyolarının alâmeti farikası olmuş tur. Yukarda sayılanlar cinsinden ha talar, Ankara Radyosunun günlük ha diseleri arasındadır. Bu yüzden ola cak, Ankara gazetelerı bunları su çalışan'istanbul Radyosu da herhalde artık Ankaranın verdiği örneği takl uğu adyolardaki yayın hatalarının su çu, program müdürüne olduğu dar, teknisyenlere ve bilhassa spıker lere yüklenebilir. Program müdürü nün vazifesi, ilgi çekici süreklilik olan, düzgün bir program hazırla mak ve bunun tatbiki için teknisyen ve spikerlere gerekli talimatı ver ktir. İşin artık bundan sonra doğrudan doğruya teknisyen ve spi- kerlere kalmaktadır. Bir yanlışlık ol duğu takdirde program müdürü, mes lek bilgisinin verdiği otorite ve ida reci şahsiyetinin sağladığı disiplin sayesinde, hataların tekerrür etme mesini saglıyacaktır. sa Ankara radyosunda- program radyo müdürlerinin hem meslek oto ritesinden, hem de idareci vasıfların n mahrum bulunmaları, emirleri AKİS,14 HAZİRAN 1958