"spectacle" tesirini yapabilmesi için geniş sahneye ihtiyaç vardır; oysa Devlet Operasının sahnesi bilhassa dardır. Fakat bu fizik ımkansızlıga rağmen mevcut satha dekor ve insan- ların daha hesaplı yerleştirilmesiyle aranan tesire çok daha fazla yakla- şılabilirdi. Rejisörlerin — daima, bir mimar zıhnıyle çalışmaları lâzım. "Ben daha iyi söylerim" evlet Operasının Aida temsiline gi den bir seyirci, salonda olsun, evi- ne dönerken otobüste olsun, başka seyircilerin dediklerine bir kulak ver- diği zaman daima su sözü duymak- : "Yahu, ben bile daha iyi söy- lerdim". Bu söz, tenor Savni Suba- şının Radames partisini tegannisi hakkındaki kanaatlerin en — ziyade nezaketle ifade edılışıdır Devlet O- perasında bir t buhranı olduğu bilinmektedir. Fakat gene de elde İsmet Kurt, Özcan Sevgen, Cemil Sökmen gribı tenorlar varken bu güç partinin Savni Subaşı gibi ne. sesi, ne de şarkı söyleme kabiliyeti olan birine verilmesini her akıl kolay ko- lay alamaz. Gerçi di iğer — tenorlar, partinin güçlüklerini göze lama- mışlar, çeşitli özürler uydurarak bu vazifeyi yüklenmekten kaçmışlardır, O zaman yapılacak şey, — dışardan -hatta İstanbuldan - bir tenor getir- mek, daha olmazsa korodaki herhan- gi bir tenoru çalıştırmak, daha ol- mazsa Aida'yı oynamaktan vazgeç- mektı Fakat herhalde Savni Suba- şı'yı sahneye çıkarmak değil. Öteki roller, kıyas kabul etmi- yecek kadar daha iyidir. Başrolde Belkıs Aran gene, partisini — içten bir atılışla söyliyen, daha ilk nota- larında dinleyiciyle bir temas kuran sanatçıdır. Yalnız Belkıs Arana ar- tık soprano demek güçtür. Alt ton- larım bir kontraltonunkiler gibi tın- hiyacak — şekilde geliştirmiş, — buna karşı tizlerinin hacmini ve rahatlığı- nı kaybetmişti. Ses kategorisindeki bu değişiklik bir yana, Belkıs temsilin hiç şüphesiz en başarılı sa- natçıdır. Amneris rolündeyse Fev- ziye Bartu, aksine, her — nedense Mezzo rolüne çıkarılmış bir soprano gibi söylüyordu. Mamafih — melodik çizgilerini, görgülü bir çalışm aya de- lâlet eden kolaylıkla, dinleyiciye sundu. Amonasro'da genç ariton Altan Günbay, bilhassa Nil Sahne- sinde Belkıs Aranla düetinde, ilerisi için pek çok. şey vaadeden bir şarkı- cı olduğunu gösterdi. Ramfis'de Hilmi Girginkoç her zamanki tecrübeli, gü- venilir bassoydu. Firavunda Ayhan Baran, ses kalitesine rağmen, bil- hassa tempo ve ritm bakımından en zayıf icralarından birini çıkardı. Ferit Alnar idaresindeki orkestra, prelüdde — karmakarışıktı; temsil ilerledikçe düzeldi. Alnarın — idaresi genel olarak düzgün bir müzikal ic- raya karar verdi. Koro, sönük ve kayıtsızdı. Konserler Suna Kan Filarmonide Konserden günler önce, son bileti- ni satmış olan Saray Sineması gi- AKİS 3 MAYIS 1958 Brüksele Türk Muzsikisi Gidiyormuş. Ancak... M illetlerarası Brüksel Panayırı- na Türk musikisi gönderilme- ne karar verilmiş. Hemen a- çıklayalım ki Türk musikisi der- ken alaturkayı değil, modern Türk sanat musikisini ve — -ister yerli, ister yabancı eserleri çal- sınlar. Türk icracılarını kaydediyo- ara, bahis açılmışken, Pa- nayırla ılgılı makamlara bir ha- tırlatma yapmak gerekiyor: İs- tanbulda dolasan söylentilere gö- re Belçikalı bir müteşebbis, İstan- bullu bir müteşebbisle temasa geç- sikiye de yer verilmesini sağla- mış. Hem de, anlaşılan ucuz ol- sun diye İstanbulun ikinci üçün- cü sınıf çalgıcıları angaje edilmiş. Tehlikenin büyüklüğüne işaret et- miye lüzum bile yoktur. Söylenti dogruysa, ilgili kişiler — herhalde, aleyhimize korkunç bir propagan- dayı önlemek için gerekeni yap- mışlardır, veya yapacaklardır. "Brüksele Türk musikisi gön- derilmesıne karar verilmiş" diyo- . Bunu da söylentilere dayana- rak bıldırıyoruz Çünkü resmen he- nüz hiçbir açıklama yapılmamış- tır Soylenıldıgıne göre Suna Kan» Erd! Biret ve Ley- la Gencer Brüksele gönderilecekler- miş. Doğruysa yerinde ve gereklı bır seçme yapılmış demektir. An- k, yabancı memlekete Türk mu- sıkışınası göndermek söz konusu olduğunda, sokaktaki herhangi bir adamın da aklına bu isimler gele- ceğinden, Bruksel işiyle ugraşan kişiler bir feraset ve basiret ör- neği göstermiş sayılmazlar. Onlar asıl başarılarını bu sanatçıların ve- receği konserlerin — programlan- masında, düzenlenmesinde ve pro- paganda bakımından degerlendırıl- mesinde göstereceklerdir. Yüzleri- nin akıyla karşımıza çıkacaklarını umalım Umalım ama, panayırcı zevatın akıllarına esmış bir ' parlak" fikir, onların musikisinin — propa- ganda bakımından — değerlendiril- şeşı gecikmiş musikiseverleri geri çe- ordu. Konser günü çok kişi "bi- let ıade eden olur", yahut "belkı ka- raborsa, yapılır" ümidiyle giriş kapı- sında bekleştıler gelenlerı kolladılar Hıncahınç dolu salon, beyaz bir ge- ce elbısesı giymiş g. ç kemancı sah- nede göründüğünde ancak en büyük sanatçılara layık gorulen tezahurata başladı. Konsert! ilk muvmanı bıttıgınde -Istanbul konserlerınde he- men hemen hiç rastlanmamış birşey- eser bıtmış gibi, alkışlar ve bravolar optu. Konser sona dıgınde solist, yedı sekiz defa sahneye çağrıldı. Su- na Kanın, 'birkaç ay önce Ankarada İlhan K. MİMAROĞLU mesine akıllarının pek de fazla ermedıgını gösteriyor. Bu "parlak" ikir laşılan, Türkiyeye ay- rılmış mıll" günler"de — konserler de verilecek ve Türk bestecilerinin eserleri çalınacak. Burası güzel. Fakat bu konserlerde eserleri ça- lınmayacak olan bestecilerin musi- kisi plâğa -yahut manyetık serıde- kaydedilecek — ve ser: ca Türk pavyonunda hoparlorlerden yayınlanacakmış Unutmiıyalım ki bu satla sergi ziyaretçilerine duyurulacak musiki hafif — musiki değildir; ciddi musıkıdır, sanat mu- sikisidir. Yani, dinleyicinin, zihni- ni uyanık tutarak, teksif ederek, başka şeyle ilgilenmiyerek takip etmesi gereken bir musikidir. Gü- ya, herbir eserden önce bir spiker, o eter ve bestecisi hakkında izahat da verecekmiş. Yani sergi boyunca Türk musikisi hakkında devamlı bir konferans hoparlörlerle verile- cek. Hiç kimsenin dınlıyemıyecegı, dinleme lüzumunu hissetmiyeceği- hissetse bile -sergi pavyonunun gü- rültüsünü tasavvur — edebilirsiniz- dinleme imkânını — bulamıyacağı bir konferans. Üstelik, plâğa ve- ya şeride kaydedilip Bruksele gön- derilecek Türk eserleri - radyola- rımızın plâk arşıvlerınden alına- cağına ve bu arşivlerdeki Türk eserlerinin çoğunluğu da gerek lo- ra ve gerek ses kayıt kalitesi ba- kımından son derece düşük oldu- ğuna göre sergi zıyaretçılerı ho- parlörlerden çıkan sese e kulaklarını tiıkamak lüzumunu his- sedecekler, daha da fenası soluğu bir an önce dışarda almak isteye- cekler. Türkiyenin modern sanat mu- sikisini bir çeşit fon musikisi ha- line getirmek isteyenlerin bu so- rumsuz hafifliğine herkesten önce bestecilerimiz — itiraz — etmeliler, Türk musikisine -ve genel olarak musikiye- yapılacak olan bu bü- yük saygısızlığı şimdiden, — vakit çok gecikmeden, önlemiye çalışma- ilar . verdiği resital gibi, İstanbulda geçen afta orkestrayla birlikte verdiği kon ser de, kolay unutulur cinsten olma- yan bir musiki hâdisesiydi Genç virtüöz, programına üç e- ser koymuştu Beethovenin iki Ro- mance'ı ve Çaykovski'nin keman kon- sertosu. Beethoven parçalarının, Çay- kovski konsertosuna kıyasla, Suna Kanın serin, gösterişsiz üslübuna da- ha yakışacagı tahmın edilebilirdi. Ni- tekim, "teganni" edilmeyi gerektiren uzun melodik hatlardan meydana gel- miş bu ıkı parçayı, çalışının başlıca özelliği "kemanına şarkı söyletmek" olan Suna Kan, hiçbir zaman ifrata, 27