Haftanın içinden Mazileriyle Geçinmek İsteyenler r çok roman, bir çok hikâye vardır. Sön zamanlar- Bda bir çok d film oldu. Bir sanatkârı gösterir. Edip, şair, artist, musıkışınas.. Adam, kütlelerin sev- gilisi olmuştur; Ekserisi müşkül bir çocukluk devresi ge- çirir, gençliğinde inanılmaz güçlüklerle çarpışıp hepsı— ni yener, bileğinin hakkıyla şöhret denilen kaleyi fet heder, önünde parlak bir istikbal açılır, herkes ona hayranlığını gürültülü şekilde izhar eder, fakat bizim- ki bir münasebetsizlik yapar, ya uygunsuz bir kadına âşık olur, ya kendisini içkiye verir, kabiliyetini kay- eder, bir müddet evvel alkışlayan ağızlar yuhalama- ya başlar üstad kızar, insanların vefasızlığı bahsinde nutuklar çeker, hazan sefalet içinde, ölür, bazen de in- tihar eder. Romanın, hikâyenin, ya da filmin sonunda ağızlarda kalan sadece buruk bir lezzettir. Kabahati hep, "insanlık"ta buluruz. Politikada da öyle.. Politikacılarımız son erel hassas. Hassastan çok alıngan. Hele Muhalefet saf— larındaysalar, büsbütün titiz oluyorlar. Şüphe yok ki, bilhassa 1954 ü takip eden senelerde bir polıtıkacının Muhalefet saflarında parlaması kolay olmamıştır. talihlisinin başına yıldırımlar yağdırılmış, bir çok ni- metten, rahattan ve huzurdan feragati istenmiş, kini mahkemelere sevkedilmiş, bir kısmı tevkif edilmiş, elhasıl pişmiş tavuğun başına gelmeyenler onun başına getirilmiştir. O, bütün bunlara mukavemet etmiş, ni- metlere gözü kaymamış, tehditlerden gözü yılmamış- tır. Sonra, şartlar değişmiştir. Tıpkı kabiliyetini kay- beden sanatkar misali, bir zamanların muvaffak politi- kacısı da "şartların icabı"nı yerine getirememiştir. Al- çak mı olmuştur? Hayır! Satılmış mıdır? Asla! İha- net mi etmiştir? Katiyen. Ama, eksik kalmıştır. Uygun, suz bir adına âşık olan, da kendisini içkiye veren edip, şair, artist, musikişinas- gibi.. Bir edip çıkmıştır, ondan daha güzel edebi eserler vermiştir. Bir şair onun şiirlerini unutturmuştur. Ay nı rolü baş- ka bir artist bin misli iyi oynamıştır. Ve bir" musikişi- nas nağmelerle hakimiyette onu geçmiştir. Daha fena bir şey olmuştur. Öteki, eksiğini görecek yerde inat et- miştir. Direnmiştir. Edebi eser vermekte, şiir yazmak- ta, sahneye çıkmakta, müsikisini dınletmekte direnmiş- tir." Halk ne yapsın? Bir zamanların sevgilisini ıslık- lamıştır Islıkların arkasından gelen, "insanlığın vefa- sızlığı" ithamı olmuştur. Üstad kızmış, küsmüştür. Küfretmiştir. Kütleye yaranmanın imkânsızlığından dert yanmıştır. albuki hayatlarını herkesin — önünde yaşıyanlar tenkit edilmeye başladıklarında hiddete kapılacak yer- de kendilerini seyredenleri niçin tatmin edemediklerini düşünme yolunu tutsalar çok daha iyi yaparlar. Her- kes kabahati, kusuru başkasında bulmaya mütemayil- dir. Geçmıştekı hizmetleri hatırlatmak isterler. Parti- sinin zafiyet, günlerinde yurdu dolaşan ve taraftarları- na cesaret veren politikacı o hizmetinin mukafatını ebediyen görmek ister. Yeni şartlara intibak için, bir gayret sarfetmeğe yanaşmadığı, ya da kabılıyetlerı yeni şartlara uymasına imkân bırakmadıgı halde. tığı tek şey, kendisini tenkit edenlere karşı ınanılmaz bir tahammülsüzlük göstermektedir. Bu fayda mı ve- rir? Asla! Sadece gülünç. daha, ileri giderse rezil ölür. O kadar. Başka politikacılar vardır. Partilerinde beli- ren ceberruta, kâjrşı ayaklanmışlardır, İdrâklerine ta- hakküm etmek isteyen kudretli şeflere karşı pek çok şeyi istihkar ederek mücadele etmişlerdir. Bakanken AKİS. 22 MART 1958 Metin TOKER bakanlıktan ayrılmışlardır. İktidar — milletvekiliyken Muhalefetin dikenli yollarını tercih etmişlerdir. Ama sonra hayallerini hakikat sanarak gaflete düşmüşler' dir. Böyle gazeteciler de vardır. Hiç kimsenin hakikat- leri görmediği sırada hakikatleri. görmüşler, gereken lisanı kullanmamış olsalar da gerekli ikazları yap- mışlardır. Ama o hakikatleri herkesin görmeye başla- dığı sırada, takatleri kesilmiş ve ellerini havaya kal- dırmışlardır. Buna rağmen isterler ki, gazeteleri gene okunsun. Bunların hepsi, ınsanlardan vefa beklerler. Bek- lediklerini bulamayınca da, birer buruk ad adam haline .gelirler. Kendi kendılerını yerler asaplarım — paralar- lar. Şartlaruı icabını yerine getirenlere düşman kesilir- ler, onlardan nefret ederler. Geceleri rüyalarına onlar girerler. Hayatları onlarla uğraşmakla geçer. Ne rahat- ları kalır ne huzurları Takdir edilmemek hastalığı ben- uyurken o çalışmıştır, a ir. Partide herkes, menfaat karşı- lığı Şefi Olimpus dağının bir tanrısı yerine koyarken onlar ayaklanmışlardır, onlar partinin gerçek idealle- rinin tahakkukunu istemişlerdir, takdir edilmemekte- dirler. Bir zamanlar gazeteci olarak -kaybedecek şeyle- ri olmadığı günlerde- cesaretle mücadele etmişler, isimlerini herkese duyurmuşlar, gerçek bir kahraman gibi dog şmüşlerdir, hepsi unutulmuştur. Neden? Ni- çin Bu ne vefasızlıktır, bu ne hodgâmlıktır, bu ne kıymet bilmemezliktir ? Aslında bu edipler, bu şairler, bu artistler, bu mu- sikişinaslar, bu politikacılar ve bu gazetecıler tama- raile haksızdırlar Hayatlarını umumı efkârın önünde yaşıyanlar hayatlarının her an da "şartların icabı'nı yerıne getirmekle mukelleftırler "Şartların icabı"nı yerine getirmediler mi, hâdiselerin seviyesinde kala- madılar mı, derhal yerlerınden olurlar, başkalarını ha- set dolu gözlerle seyretmek zorunda' kalırlar. Oyunun kaidesi budur. Ya da, hayatlarını umumi efkârın önünde yaşa- maktan vazgeçerler. Eleklerini duvara asarlar ve ele- dikleri unların mükâfatını haklı olarak talep ederler. Yoksa, hem umumi hayatta kalmak, hem de hâdisele- rin seviyesine çıkamadığı halde eski hizmetlerden dolayı takdir edilmeyi beklemek.. Bu, tahakkuku im- kânsız bir hayaldir. Akıp giden sular, köprülerin al- tından geçerken mutlaka maziyi de beraberlerınde gö- türeceklerdir. Sarah Bernhardt'ın, bir piyesi fena oy- namak hakkı yoktur. Lord Byron kötü mısra yazamaz ve Maroel Proust bütün cümlelerini mükemmel şekil- de inşa etmek zorundadır.. Politikacılar ve gazeteciler de öyledir. Bunu yapamadılar mı, bazısı ıslıklanacak, bazısı yuhalanacak, diğer kısmı, tenkit edilecek veya alâkasızlığın ıstırabını çekmek zorunda kalacaktır Bu- nun vefa ile alâkası yoktur. "İnsanlık "a kızmak hak- sızlıktır. Hiç kimse hayatını herkesin önünde yasa- mak zorunda degıldır Herşeyın mirası olur. Bir tek şeyinki müstesn. Şöhret. "Şartların icabı'nı yerıne getirmekten aciz olanlar elbette ki umumi hayatta ka mak için direnme zorunda değildirler. Bilmelidirler kı mücadele devam ederken hiç kimse geçmişteki parlak hareketleri yüzüsuyu hürmetine onların bugünkü iha- rirliriaz gaflarını, hafifliklerini, küçük hesaplarını, basit taktiklerini ve alaturka kurnazlıklarını görmemezlik- ten gelecek değildir. Tahammül eden kalır; tahammül etmeyen, Voltaire'in dediği gibi, bahçesini ekmeye gider.