YURTTA OLUP BİTENLER Başbakanın cevap olarak verdiği be- at ılbaşı mesajıyla mukayese edıhnce— Kıbrıslıların endişeli yürek- lerini yatıştıracak enerjik bir beya- nat olmadı. Menderes Taksim kelime, sinden bahta, etmiyordu. lktıdarın başı Adadaki ırkdaşlarımızın Hü metimize karşı besledikleri 1t1mada halel verecek hiç bir seyin vuku bul- mıyacagını teyid etmekteydi. İngilte- e Hükümeti ile olan münasebetleri' mız öteden beri olduğu gibi son de- rece dostaneydi. Müzakereler "endi- şeyi mucıp bir istikamet" .takip et- memektey Bir emri vakı si itekim durumun, disiplinli kaygu- larına aldırış etmemeyi gerektıre— cek kadar ciddi olduğunu düşün D.P. nin Trabzon Mılletvekılı Profe— sör Osman Turan mutad sükütu boz- musiki yayınım kesti, Yeşil Adada akan kan anavatanı kedere garket- misti. Kısaca. Sir Hugh Foot Kıbrısta Yeşil Işığın yanmasını beklerken muvafık muhalif 25 milyon Türk en- dişe içindeydiler. Acaba fîkırlerıne olaylardan çok itimad eden Kibrisin liberal Valisi de bu haftaki hâdise- lerden sonra lâ "Ada mensupları arasında iyi nıyetın yerleşmesi için gırışılen teşebbusun musbet netice- ler" verdıgı kan muhafaza ediyor muydu? Zıra Yunanlılar yer- lerine çekilmişlerdi ama dada sükünetin avdet ettiği manasını ta- şımıyordu. Beklenmesi gerektiği gibi Türkler ayaklanmışlardı. Halbuki Foot Plânı, herşeyden evvel Adada huzurun temini prensibine dayanmı- yor muydu? İngiliz askerleri Gürültünün ne kurusuna, ne makta tereddüt etmiyor ve bu haf- ta basında verdiği sözlü soruda endi- şelerini belirtiyordu. Kıbrıs meselesı neden hayati menfaatlerimize ve meşru taleplerimize aykırı bir seyır takip etmekteydi? İngiliz — siyaseti sön zamanlar — Yunanistana müza- hir bir cereyan almıştı. "Bir emri vaki" 'karşısında hükümet ne yapa- caktı? Orta Doğuda Türk'. İngiliz dostluğunun onlar için bir nimet, bizim için "bir külfet" halinde deva- mına müsaade edilecek miydi? Ne- den başından beri İngiliz siyasetine "adetâ tâbi bir durumda" kalınmış- tı? Profesör Osman Turanın bu su- allerine zaten muvafık, muhalif va- tandaşlar aylardır kendi kendilerine bir cevap aramakla — meşguldüler. Dış politikadaki düsturu "bana iti- edin, gerisine karışmayın" o- lan iktidardan, tabii 'ki tatmin edici bir söz beklemek hayaldi. Herhalde tecrübeli milletvekili Osman Turan da. fazla hayale kapılmıyordu. Ama bu sözlü soruyu vermekle vazifesini yaptıgından zerrece şüphesi yoktu. ira Kıbrıstaki son hâdiseler bütün Türkiyede derin ve içten bir tessüre yol açmıştı. Nitekim bu haftanın or- tasında, Perşembe günü gazeteler si- yah başlıklarla gıktılar. Radyo da 10 "Dağılın yoksa ateş açarız" levhasıyla sulusuna pabuç! Emniyet Kura giirültü örülmemiş İmar hareketleri baş- ladıgından beri gittiği her yerde yürekleri ağıza getiren bir büyük ve siyah Cadillac bu haftanın başında,. azarı Pazartesiye bağlıyan — gece Ankarada Kızılay civarındaki Konur sokağa girdiğinde pek az kimsenin alâkasını çekti. Araba 0002 numa- ralı kırmızı lâka — taşıyordu. A- ma, doğrusu istenilirse o gece Konur sokak sakinlerinin akılları başların- da değildi, zira yürekleri zaten biraz evvel ağızlarına gelmişti ve Başba- kan Adnan Menderes otomobilinden indiğinde İmarı düşünecek halde bu- unmuyorlardı. Bir çeyrek saat ka- r evvel hepsi, müthiş bir infilâk sesiyle yataklarından fırlamışlardı Fırlamışlardı ve «içlerinden bir çoğu odalarının cam ve pencerelerinin tuz buz olduğunu görmüştü. Müthiş bir soğuk, aniden evleri — doldurmuştu. Ne olmuştu, ne oluyordu? — Bütün pencerelerin ışıkları bir anda yan- mış ve çoluk çocuk sokağa dökül- müştü.. Sokakta bir kitapçı — vardı. Dükkânının adı Amerikan Neşriyat Bürosu idi. İşte o büronun duvarı tahrip edilmişti. Bir bombanın pat- ladığı anlaşılıyordu. Şaşkınlık devam ederken evvelâ polis. Jandarma ve itfaiyeciler etrafı 'tutmuşlar, — sonra da üzerinde çok şık bir siyah palto bulunan, kravatının düğümü 1t1nalı sacları ihtimamla taranmış Adn Menderes çıkagelmişti. PıJamalarının üstüne paltolarını çekip dışarı uğra- mış olan sokak sakınlerıyle kıyafet bakımından tezat teşkil eden Başba- n oraya yatağından çıkıp gelme- dıgı anlaşılıyordu. Başbakan — Baş- kentte bombaların patladığı kendisi- ne haber verilir verilmez, — çalışma- sını bırakıp vak'a mahalline koşmuş- tu. Yüzünde endişe ve teessür okunu- yordu. Heyecanlıydı Nitekim, "pija- ma - palto" giymiş sokak sakinle- rinden Bolu Milletvekili - Mahmud Güçbilmez' yanına geldiğinde ondan izahat almış ve hâdiseyi bir kere de ondan dinlemişti. Bu sırada bir genç gazeteci de -Yalçın Uraz- bildikleri- ni hükümet başkanına anlatmak fir- satını bulmuştu. Gece yarısında olanlar Aslında o sırada, Konur sokakta cereyan eden vak'a bir oyunun i- kinci kısmı sayılabılırdı Hâdise. A- merikan Büyük — Elçiliğinin Paris Caddesine bakan deposunun önün- de başlamıştı. Gecenin geç vaktin- de orada patlayan bir bomba -saat 23.45 idi. Yalnız semt sakinlerini de- ğil, hemen bütün Yenişehiri ayağa kaldırmıştı Amerikan Büyük Elçiliği nin arkasındaki eponun —önünde vuku bulan infilak bir hayli tahri- bat yapmıştı.. Deponun sac duvar- ları bir kagıt gibi yırtılmış civarda sağlam pek az cam kalm Aynı saatte kısa boylu saçları açık, cin gibi bir adam evinde is- tirahat etmekle — meşguldü. Doğru- su istenilirse hayatından memnun gorun ordu; zira bu, dinlenmek için bulduğu pek ender anlardan bi- riydi. Fakat infilâk — sesini duyar duymaz ün Kızılaydaki vali konağından fırladığı gibi soluğu hâdise mahallinde aldı. Demek isti- rahat, o gece de kabil olmıyacaktı. Nitekim bombanın patlamasından tam 12 dakika sonra sevimli -ve tec rübeli bir emniyet şefi olan. Vah vak'aya el koymuş tahkikata başla- mıştı. Her şey, Amerikan elçiliğinin bahçesinden içeri bir bombanın atıl- dığını gösteriyordu. Dulles'ın Anka- rada bulunduğu bir sırada bunun ifa- de ettiği mâna büyük olmak lâzımdı. Gerçi o sırada Amerika Dışişleri Ba- 1 Amerikan Elçisinin hâdise ma- hallinden iki kilometre kadar uzak- taki ikametgâhında — bulunuyordu. Ama marifetin ona müteveccih bu- lunduğunu anlamak için Kemal Ay- gün tecrübesine sahip olmak dahi şart değildi. Kemal Aygün tahkıkatına devam ederken Emniyet Müdürü, daha ra başka alâkalılar kendısıne katıl— dılar. Türk ve Amerikalı mütehassıs- lar da gelmişlerdi. İşte tam o sırada ikinci bir infilâk sesi duyuldu. Patla- AKİS, 1 ŞUBAT 1958