SİNEMA Gençlik "Rüya Gibi Geçti" alatasaray Lisesi Sinema Klübü kuruluşunda basının büyük ala- kasıyla karşılanmıştı. Okullarda ku- rulan kültür dernekleri arasında bu derece teşvik göreni hemen hemen hiç yoktu. Günlük gazeteler, hafta- lık mecmualar, sanat dergileri bu ye- rinde hareketi hep birden alkışlamış- lardı. Kurucu gençler ve üyeler de bu alâkayı hak edecek kadar sıkı çalışı- yorlardı. Flim gösterileri, konuşmalar tertipliyor, şehirde gösterilen önemli ilmler Üüzerinde tartışmalar yapı- yorlardı. Hafta tatilinden sonra oku- la dönen öğrencilerin bir futbol ma- çı neticesini münakaşa edip, hangi gollerin ofsayttan atıldığı, penaltının neden verilmediği, rakibinin bacağı- nı kıran futbolcunun haklı yahut haksız olduğu Üüzerine birbirlerine girmesi, stadyumda öğrendikleri son küfürleri birbirlerine sayıp dökmesi yerine, gördükleri bir filmin ortaya koyduğu meselenin — doğruluğu yan- lışlığı, ele alınış şekli, işlenişi hak- ında fikir alış verişi yapmaları el- e çok daha istifadeliydi. Bi fesyonel futbol klübüne oyuncu yetiş- tiren kültür yuvasının memlekete- sanat ve fikir adamları yetiştirmesi kadar tabii birşey olamazdı. Memle- ketin sağlam vücutlu vatandaşlar ka- dar aydın fikirli vatandaşlara da ih- tiyacı vardı. Hatta bu sahada ihtiyaç daha da fazlaydı. İşe iyi niyetler, bü- yük gayretler, ile başlayan sinema klübünün gördüğü geniş alâkanın başlıca sebebi buydu. Klübün tertiplediği son toplantıda ünlü Fransız sinemacısı Jean Re- noirın 1951'de Hindistanda çektiği "The River - Rüya Gibi Geçti" adlı film gösterildi. Rumer Godden'in ay- ni isimdeki romanından adapte edilen "The River" Hindistanda büyük bir nehrin kıyılarında jüt ticareti yapan bir İngiliz ailesinin yaşayışını göste- riyordu. Filmin nefis renkleri, plâs- tik güzelliği Jean — Renoir'ın babası ugust Renoir'e layık bir oğul oldu- gunu ispat ediyordu. Baba Renoir'ın tablolarındaki kırmızıların sıcaklığı, yeşıllerın rahatlığı, huzuru oğul meydana çıkıyordu. ver” Hindistan gerçeklerini Hindistan intibalarını anlatan şiirle dolu bir eserdi. Koca nehrin kıyısın- da yaşayan İngiliz ailelerinin hayatı, nehrin akışı gibi sakin ve hareketsiz- dir. Rahat bir hayat ve sıcak Hindis- tan güneşi ailelerin kızlarının hisle- rini erken geliştirmiştir. Birbirinden farksız günler yaşayan kızların haya- ti aralarına sakat bir Amerikalı gen- cin gelmesıyle değişir, oir bu basit mevzuyu büyük bir ustalık şiir dolu bir üslüp ile anlatı- yor. Filmin asıl önemi zaten mevzu- sundan çok, işlenişinden ileri geliyor. "The River" şimdiye kadar yaban- değil, AKİS, 16 MART 1957 1 bir sinemacının verdiği en kemmel Hindistan intibalarıdır. Plas tik güzelliği yanında dokümanter de- ğerleri de eserin bir sinema klâsiği olmasına yol açmaktadır. Hindistan Kalkınma yolunda ürkiyede gösterilmekte olan Hint filmlerinin gittikçe büyük bir ye- kün tutuşu, Hint filmleriyle Turk filmleri arasında hikâye ve çekiliş benzerlikleri, hemen hemen aynı tek- nik aksaklıklar tesadüften ibaret değildir. Hint film endüstrisinin bu- günkü durumuna bir göz atmak bir- çok şartların bizdeki gibi olduğunu ortaya koymaktadır. . Hindistanın — sine merkezleri Bombay ve Calcutta dadır. Maha- rashtra tiyatroculuğunun merkezi c- lan Poona eski önemini kaybetmiş- tir. Şüphesiz Delhi günün birinde bü- tün başkentler gibi canlı sanat faali- yetlerine şahit olacaktır. Ama halen tiyatro binaları yokluğunun sıkıntısı- nı çekmektedir. Zaten ekonomik du- rumun bir neticesi olarak Hindistan- da bütün sanatlar bu çeşit maddi sı- kıntılar karşısındadır. Geçmişteki bü- yük sefaletin, — milyonlarca cahil in- sanın açlıktan ölmiyecek kadar yi- yecekle geçindikleri devirlerin izleri henüz tamamen silinmemiştir. Bu ha- yat şartları içinde — sanatların yaşa- masına, alâka toplamasına imkân olamamıştır. Aynı şekilde birinci de- rece ihtiyaçlar, okul, hastahane, ba- raj inşaatı, yanında Hindistan hükü- metinin sinema endüstrisini ihmal etmesi bir dereceye kadar tabii kar- şılanmalıdır. Uygun bir ortamda bu işlerin de ele alınacağı şüphesizdi, Nitekim Milli Eğitim Bakanlığı dra- matik sanatların kalkındırılmasını gelecek beş yıllık plâna dahil etmiş- 350 milyonluk Hindistanın ancak 2500 sinema salonu vardır. Meselâ 13 milyondan az nüfusu olan Çekoslo- vakyada da aynı sayıda sinema sa- lonu bulunduğu duşunulurse rakkam- ların ifade ettiği mâna kendiliğinden ortaya çıkar. Aynı şekilde 24 milyon- luk Türkiyede yaklaşık olarak 350 si- nema salonu bulunması da seyirci sa- yısıyla salon miktarı arasındaki nisbet sizliğin başka bir örneğidir, bu sebeble em Hindistan, hem de Türkiyede si- nemacılık kudretinin büyük kısmı sa- lon sahiplerinin elindedir. Salon sa- hipleri hasılatın en az üçte birini al- makta, çeşitli vergiler, reklâm ve di- ğer gereklı masraflar — çıkarıldıktan sonra, filmin sahiplerine hasılatın X© 16'sı kadar bir miktar kalmaktadır. Bundan dolayı prodüktörler büyük seyirci kütlelerine hitabedip kısa za- manda kâr getirecek emin filmler çe- virmeye çalışmaktadır. Böyle filmle- rin ne kalitede olacağım hesaplamak için uzun boylu düşünmeye, lüzum yoktur. Ancak, bu anlayıştarı sıyrılıp "İki dönümlük toprak"ı Bi mal Roy gibi mılletlerarası sahada Hint sinemasını temsil etmek gayre- tinde olan görüş ve kabılıyet sahibi birkaç sinemacı da yok değildir. Ni- tekim en gençlerden Satjayıt Ray ilk fılmı "Pather Panchali"yi üç yılda tamamlamış, bir engal - köyünün günlük yaşayışım — gösteren eser ge- çen yılki annes Festivalinde ilk Hint şaheseri olarak vasıflandırılmış- Tıpkı Türkiyede de olduğu gibi Hint film endüstrisinin belini büken en büyük dertlerden biri de iyi senar- Hint sinemacılığının merkezi: Senaryo kıtlığı çekiliyor Bombay 25