C EM Y irminci asır Romeo'su Peter Townsend'in İstanbula gelışı gaze- te fotoğrafçılarımız için yeni bir şeref vesilesi . Margaret'in aşığının hiç alışılmamış bir resmi -donla- Hiltondaki odasının kapısını garsonlardan öğrendiği şifreli vuruş- la tıkırdatan Havadis gazetesi muha- biri tarafından çekildi. Yakışıklı al- bay otelde, bu filmin geri alınması için kıyametı kopardı; müdüriyet de fotoğrafçıyı sıkıştırdı ve filmi aldı. a ertesi sabah Havadis okuyu- cuları İngiliz Kraliçesinin kardeşinin sevgilisini gazetelerinin birinci say- fasında donla — seyrediyorlardı. Zira kurnaz fotoğrafçı Hilton'un müdü- rüne bir film vermesine vermişti ma, bu içinde o resim olan film değil- Peter Towmsend ise gece yemeğini Kasım Gülek ile beraber yedi I stanbulun yabancı ziyaretçilere gös- termekle meşhur olduğu tantanalı misafirperverlik — İspanyol Dış İşleri Bakanı Alberto Artajo'nun karşılanı- şında nedense zayıf kaldı. Bugünler- de şehrin muhtelif semtlerini yıkmak ve yeni eğlence lokallerini açmakla pek meşgul bulunan Vali Fahrettin Kerim Gökay Bakanı karşılamağa gitmeyerek muavinlerinden birini gön dermekle iktifa etti. İspanya Konso- losu Türk dostlarına bunu anlatırken hayretini gizleyemiyordu. ükümet merkezimizden kültür merkezimize ters istikamette bir kültür hediyesi olarak gelen Devlet Operasının ilk temsili İstanbullu ha- nımlara da en cici kıyafetlerini giy- mek, fırsatını Verdi. Gelen davetiye- lerde "siyah kravat"ın mecburi oldu- ğunun yazılması İstanbulluları bir hayli şaşırttı ve kızdırdı. Hatta bazı fıkra- muharrirleri de bununla alay ettiler. Halbuki bunu yazmağa lüzum yoktu çünkü böyle bir giyinme fırsa- tını İstanbullular kaçırmağı akılla- rından dahi geçirmemişlerdi. Nitekim Operanın en başarılı kısmı perde ara- larıydı. Gelenler operadan ziyade bol bol kendilerini dinlediler ve seyretti- ler. * obeda Rus gemisi üçüncü defa li- manımıza geldiği halde bu turist- leri diğer turistler gibi tabii karşıla- yamıyoruz. Turistlere fahri gezdiren otobüslerden biri bozulduğu sırada otobüsten inen yolcular etraflarını saran meraklılarla hasbıhal etmeğe başladıkları sırada emn iyet memur- ları müdahale edip "Galiba kimlerle konuştuğunuzun farkında değilsiniz" deyince bizimkiler oyle bir dağıldılar ki Rus turistleri bu ise şaşıp kaldılar. G üzelliği dillere destan olan Pren- ses Neslişah bazan annesi Pren- AKİS, 3 KASIM 1956 Peter Townsend Pin - up ses Sabihanın misafiri olarak İstan- bul'a gelir ve uzun müddet kendisin- den bahsettirir. Geçenlerde bir gün Boğazın soğuk suyunda saatlerce yü- zen Prensesin hastalanacağından kor kan dostları onu Hilton'da neşeyle öğle yemeğini yerken gördükleri za- man sevindiler. Sıhhatli Prenses kâh tatlı türkçesi, kâh nefis fransızca- sıyla şakalaştı. Son modanın bütün yeniliklerini üzerinde toplayan -koyu gri elbisesi, kalpak biçiminde bej şapkası vardı- Prensesi yakından gö- rebilmek için birçok şık hanımlarımız sık sık yerlerini değiştirerek kendisi- ni muhtelif cephelerden tetkik ettiler. merikan Fılosu İstanbula ne za- man gelse Hilton bahrıyelılerle dolar, taşar. Fakat geçen gün bu de- nizciler akını hepsini bastırdı. Plü- ton'a kravatsız sokulmayan bir çok erkeklerımızın kulakları çınlasın, göğsü bağrı açık SP (Amerikan demiz inzibatları) ellerınde sopalarla otele öyle bir dalış daldılar ki, elle- rindeki sopalan ha salladılar ha sallıyacaklar diye halk âdeta sindi. Tabii bir hayli çakır keyiftiler de.. Maamafih, Hilton'da "Bosphorus Ter- race"da akşamüstü çayını içmeğe ge- len öyle tipler de vardı ki, (ekzistan- sialist'lerden başlayıp aklınızın ala- bileceği kadar tip sayın) SP'lerin hal kı mı çakır keyif Amerikalılardan, yoksa kendi bahriyelilerini mi orada- ki acaip tiplerden koruyacaklarını bilmez bir halleri vardı. SALLANSAK TA... R ock and Roll diye bir belâ çıktı Yani "Sallan ve Yu- varlan Bu dansın sebeb olduğu kar- gaşalıklara dair batıdan gelen haberleri biz de hayret ve ib- retle okuyorduk: Harab olan salonlar, dışarı çıkınca ortalık- ta saglam vitrin bırakmıyan azgın insan sürüleri, ölüler, ya- ralılar, tevkif edilenler ve edi- lemiye nler... Aman yarabbi, sanki röportajları Dante yap- mış! Derken, geçenlerde bir gün radyomuzun başında sakin sa- kin oturmuş birşeyler okurken spiker "Şimdi size ortalığı kasıp kavuran Rock and Roll kasırga- sından bir parça çalacağız" demez mi? Şaşkınlık ve deh- şetimiz geçer geçmez yerimiz- den fırlayıp — kapıyı kilitledik, anahtarı pencereden dışarı at- tık, ortalıkta kırılacak ufak te- fek ne varsa kucaklayıp bir çek meceye tıktık ve — şahsiyetinin kötüye dönmesini bekleyen iki ruhlu adam gibi heyecanla so- luyarak radyonun — karşısına geçtik, Cihazın içinden gayet yeknesak, bizim "Bir ayağında mesti var" şarkısını hatırlata- cak cinsten bir hava gelmeğe başladı. Önce plak takıldı san- dık, sonra müziğin hususiyeti- nin bu olduğunu hatırlayarak saflığımızdan — utandık. Ney yelim ki biraz sonra bizi esne— me aldı... İlle ve lâkin içimize düşen kurt çıkmadı. "Acaba, diyor- duk, bizde mi bir eksiklik var? Ya bu dans, kütle halinde genç liğimizi sararsa? Bu sualin de cevabını İstanbulu ziyaret eden Amerikan bahriyelilerinin verdi ği Rock and Roll âleminde aldık. Spor ve Sergi Sarayım dolduran gençlik bütün — gayretine rağ- men azmadı, azamadı. Hattâ birçok kimseler daha başlangıç- ta çıktılar, kalanların da bü- tün azgınlığı bir türlü dansa girişemiyen bir iki kızcağıza bağırmaktan ibaret kaldı. Ney- se, sonunda iki üç çift kalkıp birşeyler yapabildi de ele güne karşı adımızın pısırığa çıkma- sından kurtulduk. Ama ne. is- kemle kırıldı, ne vitrin. Kırıl- dıysâ, belki böyle bir meraktan istifade edebilecek eğlence yeri sahiplerinin —ümitleri kırılmış- tır. Anlaşıldı ki batılı memleket- lerde en mühim dâvalardan biri haline gelen "yirmi yaş altında haydutluk" —meselesi gibi bu maskaralık da gençliğimizin i- çine işliyememiş. Anlaşıldı ki, sallansak ta yuvarlanmağa ni- yetimiz yok. L. U. 21