KİTAPLAR KASIM RÜZGARI Yagcıog u'nun Atatürk ni Ufuklar Yayınları: 5, kuruş). Atatürk her alanda oldugu gibi, E- debiyatta da, her gün biraz daha artarak engin bir ilham kaynağı olu- yor. Türk şairi, Atatürk'ü türlü yön- lerden işlemeği, O'nun şiirini söyle- meyi kendisi için bir vazife bilmek- tedir. Her yıl sanat dergilerinin Ka- sım sayıları baştan başa Atatürk şi- irleri ile dolar, taşar. Antolojiler çı— kar. Bir iki 1ldır bazı şaırlerı yalnız Ataturk konusunu işleyen kı— taplar çıkarıyorlar. Halim Yağcıoğ- lu da, bu yıl "Kasım Rüzgarı" adlı şiir kıtabıyle bize büyük Atatürk'ü söylüyor. Ataturk'ün şiirini söylemek, he- men belirtmek yerinde olur ki, son derece guç, çetin bir iştir. Yazılmış* şiirlerin çoğu, metih şiirleridir. Bü- yük, yaldızlı, süslü sözlerle Atatürk övülmeğe çalışılır. Ama böylece, asıl Atatürk verilebilir mi? Sanmıyoruz Konunun çetinliği önce bu noktadan başlıyor. Halim Yağcıoğlu'nun şiirleri de "metini" temel tema olarak almış. Büyük adamın ölümünden duyulan ü- züntü, kaybın acısı, O'na beslenen bağlılık duyguları dile getirilmiş. Şimdiye kadar yapılmışların devamı. Bu övmede imkânları genişletmeye gayret de sezilmiyor Yağcıoğlu hemen bütün şiirlerin- de aynı şeylerı söylemiştir. Şiirler a- rasında, hava, eda, mâna bakımın- dan bir ayrılık özellik de yoktur. Bu- na bır kaç örnek verelim: "Merhametin de olsun hâlince" "Şefkatiyle — sevgisiyle merhame- tiyle" "Gönüllerce ümit merhamet" Nee duydumsa şu dünyada - aşk— n kinden merhametten"” "İlet gozyaşlarına rahmetımı "Lâyıksın Tanrının rahm "Sunduğu rahmetıyle başlayacak "Dünyalarca rahmet" "Tanrının rahmeti üstüne olsun" "Sen bütün bir milletin ruhu" "Milletin ruhundan Atatürk ge- Ç € "Seni çılgınca sevmesini" "Sevmış beni çılgınca yürekten" "Üçüncü kadın birinci kadın gıbı vaku "Türk erkekhgının timsali Vakur kahraman Hepsi ayrı ayrı şiirlerden alınmış bu mısralar da gösteriyor ki, şair son derece dar bir sınır içinde 'kendisini âdeta hapsetmiştir. Her şiirinde he- men hemen aynı şeyleri söylemekte- ir Su hal yalnız bazı mısralarda de- ğil bütün bir kıt'ada da böyledir. Bir örnek verelim: "Mustafa Kemalin elleri Uzanmış karanlıklardan karanlık- ardan Bir anne eli gibi yatana Bembeyaz nurdan 20 Başka bir şiirinde şu kıt'ayı okuyo- TUZ: < "Nasıl bir eldir ki böyle nurdan Hızır gibi her an yanımızda Ana elinden şefkatli sıcak Geziyor açık alnımızda" Yağcıoğlu gibi yıllardır şiire emek vermiş, yazılariyle güç beğenir bir kişi olduğunu göstermiş bir şaire ya- kışmıyacak, meydan nutku edasında- ki mısralar da var. İşte bir iki örnek: "O dağ heybetiyle Yedeksubay— lar - Ataların son mirası - Aziz he- di "Çelik saflar hâlinde Harbiye" "Fotoğrafını indirttiren sütü -bo- zuk Alçaklar Sonra Haşime taş çıkartan mıs- ralar : "Bayrağa çalan kızıllıkta" "Yakut tepeler Görülüyor ki, şair, Atatürk gibi son derece çetin, güç bir konuda ge- rekli titizliği göstermemiş, işin kola— yını seçmiştir. Dil bakımından da şiirleri başarılı sayamayız. Yagcıog— Halim Yağcıoğlu Mevzu iyiydi ama... lu'nu devrimci davranışta bir şair bil- diğimize göre, dilini bu davranışına yakıştırmak mümkün ir mısrada kullandığı eski kelimeyi, başka bir mısrada yeni kelime olarak kullanıyor. Bu, dil konusunda hiç de titiz olmadığını göstermektedir. Buna da bir iki örnek verelim. Bir şiirinde: Destanlaşır mıydı ınkılaplar diyor, başka bir şiirinde ise: "Devrimlerce yaşayan" mısraı ile karşılaşıyoruz. Gene mese- â: "Yumruk kadar kalbimden" "Kardeş sevgisiyle kalpl rde" derken başka şiirlerinde "kalp", re 01 Sevmeseydı böyle yürekten" 1nanmış milletine yürekten" Şu tayı da, şuracıkta belirte- lim ki, Yagcıoglu bazı şiirlerinde, bü- tün bütün aleyhinde bulunduğu, hat- “yü- tâ "tinimi" dediği Fazıl Hüsnü'nün tesırınden de kurtulamamıştır e ir baskısı, sade bır kapak kompozısyonu ile sevımlı görünen "Kasım Rüzgârı" nda Atatürk şıırlerıne yenilik katan bir taraf, ne Yağcıoğlu'nun sanatına eklediği bir değer vardır. İyiniyet ve umudum zun boşa çıkmasından da Yagcıoglu sorumludur. BİR ADAM ÖLDÜ (Jules Romains'in romanı. Çeviren: Tahsin Yücel, 96 sayfa 100 kuruş. Var- lık Yayınları, Cep Kitapları Serisi No. 148) Son yıllarda, her sahada olduğu gi- bi, edebiyatta da bir Amerikan hayranlıgı aldı yürüdü. Tercümelerin yarısından çoğu Amerikan edebiya- tından yapılıyor. Sonra İngiliz edebi- yatı geliyor. Başka dillerden, hele u- zun yıllar tesiri altında kaldığımız Fransız edebiyatının yeni eserlerini, dil bilmiyenlerin okuma şansları iyi- den iyiye azalmıştır. Bu hal, Fransız edebiyatının artık eskisi kadar canlı, değerli eserlerden yoksun Oldugunu göstermez. Yeni bir kültür ve edebi- yatla temasa geçmemiz, pek alışılma- mış bir havası, edası olan eserleri ta- nımak imkânını buluşumuz, daha doğrusu yeni bir tesir sahası içine girişimiz, bir çeşit yön değiştirme- mize sebep olmuştur. . ules Romains'in "Bir Adam Öl- dü" adlı küçük romanını okuduktan sonra, buna daha çok inandı "Bır Adam öldü", o derece ola- ğan, o derece silik bir konuyu 1şlıyor ki, kitabı bitirdikten sonra, böyle olayın içinden, böyle bir romanın na— sıl çıktığına bir an şaşıyorsunuz. Me- selâ, acıklı bir aşk macerası yok ro- manda. Hattâ "aşk” hiç yok. Hare- ketli, heyecanlı bir hayatın hikâye- si değil. Düpedüz, son derece kendi halinde, sessiz sedasız yaşayan bir a- damın ölümünün hikâye Jaogues Godard, tren makinistli— ğinden emekliye ayrılalı beş yıl ol- muştur. Paris'in bir uzak mahallesin- de, oda oda kiraya verilen büyük bir apartmanda oturur. Karısı yıllar Ön- ce ölmüştür. Çocuğu yoktur. Patis- ten uzak bir köyde yaşayan, yaşlı bir anası ile babasından başka da kim- sesi yoktur. Jacgue S Godard, emekliye ayrı- lalı berı "şöyle dü izenli — bir eğlence bulamayan, fazla fazla eski resimle- ri çerçevelemekle, kendi eliyle yaptı- ği tahta oymaları boyamakla oyala- nan, bazı geceler yatmadan önce, yal- nızlıgın düşman mırıltısını duyan böyle ânlarda ölümü özleyen" bir yaş- l1 emeklidir. Bir ikindi vakti önün- den geçtiği Pantheon'un hiç yukarı- sına çıkmadığını düşünür. Kendi ken- dine "Bense otuz beş yıldır Paris'te- yim, kubbesını yalnız kaldırımdan gördüm" der. Sonra içeri girer, Pan- theon'un tepesine çıkar İki gün son- ra da sırtında bir ağrı başlar. Önce aldırmaz ama ağrı artar. Sessizce ve olanca kimsesizliği ile ölür. "Godard, bütün keskinliği ile: Ben öldüm. Tan- rım, nereye gideceğim? diye düşün- mek" için zaman bulur. AKİS, 26 KASIM 1955