SİNEMA Protokol Bir film için ... Geçen haftanın ortalarında bir ak- sam, Ankara Palas otelinin müş- terilerinden bir kaç kişi — gittikleri eğlence yerinden sabaha karşı otel- lerine döndüklerinde garip bir man- zarayla karşılaştılar. Kapının önünde iki adam vardı. Bunlardan biri Ame- rikalı, diğeri Türktü. Amerikalı olan merdivenlere oturmuştu ve her ha- linden anlaşılıyordu ki "“zom" olmuş- tu. Arkadaşı, kendisini ikna için elin- den geldiği kadar gayret sarfediyor- u, ama Amerikalıya söz anlatmak hayli müşküldü. — Eğlence yerinden dönenler yeni bir eğlence buldukla- rından memnun, seyrettiler. Ameri- kalı otele girip, odasında uyumak is- temiyordu. Bir derdi vardı, derdini de peltek peltek ifade edıyordu Ken- disine iki kişilik oda — vermişlerdi. Halbuki yatak komşusu horluyordu. Doğrusu istenilirse hasretin öyle ho- rultu sesi duyacak hali. yoktu-ama, bir defa tutturmuştu. —Gırmıyecegım diyordu, horlu- r, O.. Ar k daşı kendisini ikna etme çalışıyor, başka oda bulunmadığını anlatıyordu. Öteki, ısrarla başını sal- lıyor ; "— Go away... diye devam edi- yordu. Ben bu akşam parkta- yata- cağım..' mevzuu Amerikalı, Ata- türk hakkında bir film çevıreceklerı— ni söyleyerek memleketimize gelmiş ve dünyanın hiç bir yerinde bu gibi kimselere gösterilmesi - şark hüküm- darlarının idare ettikleri yerler ha- riç -âdet olmayan bir "hüsnükabul" görmüş olan heyettendi. Kimdi bu heyetin mensupları? Bari kendi sa- halarında şöhret — yapmış kimseler mi ?. Hayır.. O sabah, Ankara. Pala- sın önünde "geceyi parkta geçirece- ğim" diye tutturanı dahil, hepsinin adını ilk defa olarak duyuyorduk. Bi- rer hakiki sanatkâr olsalardı, esenlik arzusu göz önünde tutu arak maze- ret bulunabilirdi. Ama hakikaten şu son beş sene zarfında protokolumu- zün iyi işlemediği göze çarpıyordu. Devlet adamlarımız, pek çok kimse- ye huzurlarının şerefını bağışlıyorlar, pek çok mesleğin itibarını fazla mik- tarda yükseltiyorlardı. Sinemacı — heyetinin kabul edil- mediği makam — kalmamıştı. Basın, Yayın ve Turizm Umum Müdürlüğü propagandayı içerde yapmak mera- kında olduğundan fotoğrafçılarım se- ferber etmiş, resimler çektirip gaze- telere yollamıştı. Sinemacılar adeta hükümdar muamelesi — görmüşlerdi. Zaten işin başında bu mevzu ile alâ- kalıymış gibi memleketimize gelen Douglas Fairbanks Junior, kendisin- den sonra Irak kral naibinin de mi- safir edildiği bir Devlet — kasrında mıştı. Meselenin iç yüzü Ataturk hakkındakı filmin mahiye- mumi efkâra açıklanma- mıştı. Bu fılm ticari bir film olma- yacaktı. Yani sinema — şirketi bunu doğrudan doğruya kendi mali im- kânlarıyla çevirmeyecek, Türk hü- kümeti destek olacaktı. Buna muka- bil filmi çevirecek olanlar başta se- naryo, hemen her şey hakkında hü- kümetimizin — mutabakatını alacak- lardı. Hükümetimizin arzuladığı se- naryo, hemen her şey hakkında Mi- timizin arzuladığı artist Atatürk ro- lünü deruhte edecekti. Buna mukabil masraflara iştirak nisbetimiz haki- katen pek yüksek olacaktı. Baş rol için "Viva Zapata" filminin kahra- manı Marlon Brando'nun ismi ileri sürülüyordu. Filmin olacağını nasıl bir film tahmin etmek o kadar zor değildi. Koraltanın Meclisteki kabulü Film! İhtimal ki Atatürk'ün yanında mese- lâ Refik Koraltan bulunduğu halde Türkiye'yi nasıl kurtardığı, sonra da büyük inkılâplarını nasıl gerçekleş- tirdiği hikâye olunacaktı. Alâka çek» mek için de Lâtife hanım, işin kalbi tarafına mevzu teşkil edecekti. Lâ- tife hanımın bundan dolayı hiç mem- nuniyet duymayacağı ortadaydı. Bu- a mukabil Refik Koraltan, heyetı Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin başkanlık salonunda kabul ettıgınde Atatürk'ün ne kadar yakın bir sai arkadaşı" olduğunu uzun uzun anlatmıştı. Ee. bunca hüsnü kabul gören sinemacılar da bu hususu el- bette ki gözden uzak tutmayacak- lardı. Atatürk hakkında güzel bir fil- min çevrilmesi, bizi şüphesiz sevin- dirirdi. Milletimizin — yetiştirdiği en büyük insanın sinema gibi zamanı- mızın en kudretli propaganda vası- tası tarafından bütün dünyaya yalan- dan tanıtılmasında memleketimiz ba- kımından ne büyük fayda temin sağ- lanacağı da aşikârdı. Ama tutulan yol tamamiyle yanlıştı. Bu, bir resmi hükümet işi değildir. Hattâ hükü- metler, başka yerlerde, alâkalarını ilân etmezler; bilakis gizlerler ve maddi yardımlar 'subvention" olarak, kapalı Ödeneklerden yapılır. Bir film ya ticari olur, ya propa- ganda filmi.. Eğer yabancı bir sine- ma 'şirketi kendiliğinden Atatürk'ün hayatına dair bir film çevirmeği is- tifadeli gördüyse, elbette ki Türkiye' ye adamlarını gönderir, vak'anın ce- reyan edeceği mahalli yakından tet- kik ettirebilir. Ama senaryoyu hiç bir hükümete göstermez, kendi telâkki- lerince seyircinin hoşuna gideceğini sandığı bir kurdele hazırlar. Şirket hakikaten işi ciddiyetle ele alırsa, Atatürk ün hayatında güzel bir se- alzeme — olacak her şeyi kolaylıkla bulabilir Propaganda fılmı olursa, ticari tarafına dikkat edilmez. Şirket kâ- rını filmin hasılatından temin gaye- sini gütmediğinden parayı verenin düdüğünü çalmakta mahzur görmez. Ancak o zaman da beklenilen gaye tahakkuk etmez. Bunun için evvelâ hesaba katıl- ması gereken şey, Atatürk baklan- daki filmin ciddi bir şirket tarafın- dan ciddi bir film mevzuu olarak dü- şünülüp düşünülmediğidir. Yoksa, şir- ket, bu filmi Türk hükümeti para ve- recek diye mi çevirecektir? AKİS'"- in Öğrendiğine göre filmin çevrilmesi arzusu karşı taraftan değil, bizden gelmiştir. Karşı taraf ise bunu bir ti- cari iş olarak benimsemiştir. O halde gelen Amerikalıları pro- tokolün, devlet büyüklerinin yanına selâmsız sabahsız alınması ne olu- yor? Ortada onlar tarafından lütfe- dilmiş bir şey dahi mevcut değildir. Maksatları para kazanmaktan iba- rettir. Böyle olmasa bile, hakikaten dünya çapında sanatkarlar hariç bir takım “parkta yatma" meraklısı a- damların Türkiyeye gelir gelmez ma- kamları itibariyle memleketin büyük- leri olan kimselerin huzuruna kabul edilmelerini doğru — bulmadığımızı söylemek isteriz. AKİS, 26 KASIM 1955