DEMOKRASİ Kötülüklerin Kaynağı Devlet otoritesini ellerinde tutan- p lara karşı halk, ekseriya iyi ni- yet sahibi ve musamahakardır Bil- hassa fikren az gelişmiş ve bu yuz- den vesayetten kurtulamamış cemi- yetlerde, işlerin tutumunda ve ne- ticelerinde aksaklıklar, — fenalıklar olan dahi kabahati mevki sahiple- rinde görmeğe kolayca yanaşmaz. Bu kadar yüksekte bulunan kimse- lerin işleri bilerek ve isteyerek iyi | yürütmediklerine, bunların kötülü yapabıleceklerıne güçlükle ınanır ve etrafında lara, alt kademelere yuklemege meyleder. meylin, kökü mazide olan bir duygudan geldiğine hükmetmek söyleyen kimseler idare etmişlerdir. Hiikümdarlar, hükümranlık hakları- aktan aldıklarına hem kendılerı inanmış, hem halkı inan- olarak insanlığın mukader: gesi sorumsuz hükmedegelmişler- tına dir. Bunların içinde, eski zamanlar- da ilâhlık iddiasında bulunanlar az değildir. Günümüzde ise diktatör- ler, ancak çok iptidai bir din anla- yışına uygun olan ilahlık sıfatını atamıyorlarsa da, kendi hasta ruh- larının tevehhümü ile ve daha çok çevrelerindeki dalkavukların telkini ile "dahı" sıfatını veya hiç olmaz- sa "çok zeki" sıfatını memnuniyet- le kendilerine yakıştırıyorlar. Ru- hen hasta olduğundan şüphe edil- meyen Hitler bunların tipik bir ör- neğidir. O hiç hata etmezdi; mağ- lubiyet yüzünü göstermeğe başla- dığı zaman bunun sebebi kendisi de- ğgil, beceriksiz ve hain kumandan- ları Memleket şuursuz bir kötü ida- re altında, suistimal, sefalet ve iz- dırap içinde bunalırken meselâ ken- di tarihimizde, halkça sorumlu gö- rülerek uçurulan başlar ancak ve- zir başları idi. Halbuki bu vezirler iktidarı elinde tutanın e- mir kulundan başka bir şey değil- diler. Bu başların sık sık uçurul- masına rağmen tutumun değişme- mesi, hastalığın çok daha yukarı- da olduğunu göstermiş olmalıydı. Bugün de demokrasi ile maske- lenmiş totaliter idarelerde vezir baş- ları gene, fakat manen uçur ulur; bunlar, hakikatte diktatöre yönel- mesi lazım gelen yıldırımları üzer- lerine çeken siperi saikalardır. Osmanlı tarihinde bu gibi müs- tebitlere sık sık rastlanır. Bunla- AKİS, 26 KASIM 1955 Machiavelli Bazılarımızın piri rın sonuncusu İkinci Abdülhamittir. Uzun süren saltanatı zamanında, memleket uçurumun ta içkide yu- varlanırken o, halk nazarında gene, alnız; "Allahın gölgesi" değil, nı Zzamanda ve bilhassa çok zekı bir hükümdar idi. O kadar ki, eğer saltanatta kalsaymış Balkan har- in çıkmasına da engel olurmuş, memleketı saran ve ölüme götüren bütün kötülüklerde kendisinin hiç kabahati yokmuş, kötülükler etra- fındakilerin eseriymiş! Fena neticeler meydanda iken bir diktatörün zeki veya akıllı sa- yılması, akıl ile şeytanetin birbirin- den ayırd edilememesinden ileri ge- lir. Deha ile delilik arasında, bilginlerine göre sırt sırta duran AKİS'E Abone Olunuz P. K. 582 ANKARA Yusuf Adil EGELİ fEmekli Korgeneral) çok yakın bir komşuluk vardır. Bu- na benzer bir yakınlıgı akıl ile şey- tanet arasında bulmak da mümkü dür. Üsp' ıns icamlı ışler görür. Şeytanetın isleri ise dağınık ve menfıdır Akim vasıtası mantık ve vuzuh, seytanetinki ise mugalâta ve miıphemıyettır Şeytanette hiç ur diyemeyiz; fakat bu, hasta, soysuzlaşmış bir akıldır. Hırjstiyan inançlarına göre, şey- tan bir çok meleği kandırarak Alla- -ın yerini almak maksadiyle ısyan etmiş, fakat mağlup olarak g den koyulmuştur Demek ki şeyta— nın böyle muazzam bir teşebbüsü düşünecek ve saf melekleri kandıra- cak kadar aklı vardır; ama bu, ken- disini yaratan Allahı yenemıyeceğı- ni düşünemiyecek kadar iktidar hır- sı ıle kararmış, hasta bir akıldır. tatör de bir ıblıstır o da mıllet ıradesmın yerine kaim olmak hırsı ile aklını kaybetmiş bir gün: kârdır. Ergeç onu yaratan mıllet galıp gelır ve onu göklerinden ko- ar. Bütün diktatörlerin akıbeti bu olmuşt ur. İkinci Abdülhamit de zeki de- ğgil, ruh hastası idi. Bütün omru, saltanat hırsı ile vehim ve korku i- inde geçmiş, bütan — tedbirlerini yalnız ve yalnız iktidarı, ne bahası- na olursa olsun muhafazaya yo- neltmiş, bu maksatla bilerek ve is- teyerek, etrafına meziyetleri her is- teğine boyun eğmekten ibaret men- faat düşkünlerini, cahil bir sürü dal- kavuğu toplamış, muhalifl adlerle, rütbe ve ihsanlarla kendi- ne bağlamağa çalışmış, muvaffak olamadıklarını da ihanet ithamla- riyle merhametsizce ezmiştir. Memleketin her koşesıne yayıl- mış kötülüklerin çoğunu etrafında- kılerm yaptığı doğruydu. Bu ba- alkın onları suçlu görme- si de tabuydı Fakat halk, kötülü- ğün asıl kaynağının padışah oldu- ğunu sezemiyordu. Padişah gerçek- ten akıllı olsaydı, iktidar hırsı ile hasta olmasaydı, vezirlerini, etra- fındakileri akıllı ve dürüst nisan- lardan seçmeği akılederdi. Halbuki bu adamların, sonunda kendisine de fenalık getireceklerini düşünemiye- cek kadar akılsızdı ve yıkılıp gitti. Floransa'lı mütefekkirin hakkı vardır : “"Bir hükümdarın aldı halikında ilk kanaat, yakınında tuttuğu kim- seleri gırmekle hasıl olur; bunlar muktedir ve namuslu oldukları za- man ar daima akıllı sayı- labilir." Türk ata sözüdür : balık baştan kokar. 11