RADYO Ankara İdare-i maslahat Orta boylu, gözlüklü ve sinirli bir san —karşısındaki — gazeteciye dert yanıyordu. Radyoevinde vazife- 11 idi. Resmi sıfatı "Soz ve temsil ya- yınları şefliği" ni tedvir etmek idi. Bütün bir yas boyunca çalıştığını söylüyordu. Hem de öylesine bir ça- Iışma ki "Musiki ve Komedi" saatini Naci Serez'in meşhur Avrupa tetkik seyahati sırasında iyi yapabilmek i- çin salona iskemle bile taşımıştı. Bü- tün bunlar kolay iş degıldı hakika- ten yorucu ve insanı üzücü faaliyet- lerdi! Naci Serez Avrupa dan gelmiş, eski işlerini tekrar üzerine almış, or- ta boylu, gözlüklü ve o gün çok si- nirli olan radyoevi mensubu da iki programın — hazırlanması yükünden kurtulmuştu. Ancak bu, pek öyle be- ğenilmiyecek bir iş değıldı AKİS geçen hafta yaptığı bildirilen işe kar- şı mumaileyh adına çıkarılan 800 li- ralık bir tediye fişinin — hikâyesini yazmıştı. İki İnsan satırların çıktığının ertesi günü Radyoevıne biri şi ş lan, diğeri or- ta boylu iki insan giriyordu. Nejat Sönmez Basın, Yayın ve Turizm U- mum Müdür Muavini idi, dıgerının ismi Refik Ahmet Sevengil'di. Her i- kisi de Radyoevınde o gün saatlerle kaldılar, akşamın geç vaktine ka- dar çalıştılar. O guned ek radyoevine üdür Muavınının yanma radyo işlerinden "anlayan" birisi ile birlikte gelmesi görülmüş hâdiseler- den değildi. Bir odada bu iki şahıs radyoevinin diğer başka şahısları ile Bu konuştular ve herkesin — dilinde bir “tahkikat" lafı dolaştı. konuşmaların resmi bir neti- cesi alınmadı. Ferda Kulpay radyoe- vinin korıdorlannda “programları ha- -ırlayan benim' diye her önüne çı- ana bağıra bağıra söz dinletmek istiyordu. Meselenin ruhu başkaydı. İş, Fer- da Kulpay'ın bir aylık program ha- zırlığı ile para almasında değildi. Mesele, radyoevi idarecilerinin tıpkı birer yabancı gibi, radyoevinin prog- ramlarının hazırlanmalarında ve üs- telik bir yabancı gibi bunlardan üc- ret almalarında idi. Mesele ayan be- yan olunca, Ferda Kulpay derdini dinletmek istediği gazeteciye karşı bir gaf yaptı ve "Naci Serez'e para ödenmesi için tahakkuk fişi hazırlan- masının bir daktilo hatası" olduğunu söyleyiverdi. Tabiatiyle buna havada- ki kargalar bile rahat rahat gülerler- di. Emir almadan bir daktılonun ya- pacağı hata... Radyoevinde o kadar çok yanlışlık oluyordu ki, hani böy- lesine inanmamak elden gelmezdi a- ma, bu meselelerde bir daktilonun durup dururken Naci Serez'e tediye yapmak istemesi hakikaten herkesin şaşabileceği bir iş idi. 1 Asıl mesele, parayı Ferda Kulpay'- a Naci Serezin almış olmala- rında degıldı Radyoevinde yenı ku- rulan bir "İskender Ege nizamı" nın meyvelerini veriş tarzında idi. Tenkidler çogalınca, İşlerin doğru bir çizgi Üzerinde yürümediği hak- nda sert sözler söylenince, radyo ıdarecılerı ellerını kollarını bağlıyor— r ulamıyoruz, siz bu- lun da ıstedığınız şekılde kendilerin- den istifade edelim" diyorlardı. Bu düşünüş tarzı her şeyden evvel onla- n bir rehavete sürüklüyor, fakat ne- tıce hem kendılerınm, nem dinl lerin, aleyhinde tecelli ediyordu. Öyle ki, bu hal bütün radyo mensuplarını "her işi biz yaparız" teranesine kadar sü rüklemişti. Aralarında kendi kabılı- yetlerini sanki ölçmüş, biçmiş ve tartmışlardı. Müdür vekilinden tutun a, bir kısım şefliğinde raportör ola- nına kadar, her birisi hangi işte ba- şarılı olabileceğini kendi kendine ka- rarlaştırmıştı. Meselâ Ferda Kulpay'ı ele alalım; ona göre, radyo gazetesi- ni kendisinden daha iyi okuyacak kimse bulunamazdı Bulundugunu bıl- diği anda o mevi terk etmesi lâzım gelırdı terk etmek şöyle dursun, her gece saat 20,30 da sesinin puruzlu nokta- larını ayarlıyor ve yeni bir konuşma tarzı ıçın âdeta radyo gazetesınde temrin" yapıyordu. Bu en küçük bir misaldi. Radyoevinde çalışan ve ma- aş alan şahıslar bu hareketin ufaklı, büyüklü mesuliyeti içinde idiler. Radyo müdür vekilinin - bu say- falarda göreceğiniz üzere - aldığı ma- aş ve vekalet tazmınatı ortadadır. Halbuki, İske Ege, kendisinin bir kabılıyetınden dinleyiciyi mahrum etmemek istemişti. Edebiyat ogret- meni olmakla radyoevinde bir şiir sa- ati tertip etmemeği kabili telif goren memiş, Basın, Yayın Müdi iıyuk bir şaşaa ile ilân ettığı “şiir saati" programını derhal üze- rine almıştı. Halbuki, bırakın Türki- u Ankara'nın içinde bir şiir saatını Iskender Ege'den kat ve kat daha güzel yapacak, daha iyi tan- zim edecek, hattâ o şiirleri radyoe- vinin spıkerlerınden daha iyi okuya- cak bir çok insan vardı. Oyleyse ni- çin ve neden İskender Ege, şiir sa- atini hasırlamayı üzerine almıştı? AKİS, 19 KASIM 1955 Namzetleri seçen komite "Peder zurna çalar mıydı?"” 27