R A D Y O Ankara Garip bir tahsilat Ankara radyosunun muhasebe servi- si masalarından birisine söz ve temsil şefliğinin bir yazısı geldi. Muhasebe ser- visine bu şeflikten gelen yazıların bir tek manası olurdu: Tediye yapınız!.. Me- mur yazıyı dikkatle okudu, müdüre ha- valesi gerektiğini söyledi ve evrakı gön- derdi Muhasebe müdürlüğü yazıyı tetkik etti. Bu kısa tetkik sonunda, yeni tedi- yeyi red ettiğini bildirdi. Böylece de An- kara Radyosu biribirine girdi. Söz ve temsil kolunun para ermek istediği zat, program müdürü Na- cği Serez idi. Naci Serez haftada - birbi- rinden kötü - iki programı i koyuyordu. Bu, geçen senedenberi devam etmişti: bütün bir yaz da, eski program- ları ihtiva eden bandları kırpıp kırpıp birleştirmişler ve «yenidir» diye mikro- fona getirmişlerdi. Naci Serez, bu arada bir seyahata çıktı; güya Avrupa'da tet- kiklerde bulunacaktı, bazı yenilikler ge- tirecekti. Bir aylık seyahati esnasında, kendisi gibi herkesin yapabileceği bir işi yaptılar ve aynı derecede kötü iki prog- am gene «mikrofondan duyuldu. Naci serez Avrupa'dan döndükten sonra, bu- rada olmadığı zamanlara ait program pa- ralarının kendisine ödenmeni isteniliyor- du. Halbuki buna esasında talimatname müsaade etmiyordu. Naci Serez her haf- ta, iki program için maaşından ayrı iki yüzer lira alıyordu ve bir aylık müddet irin talep ettiği miktar sekiz yüz lira i- di. Muhasebe servisi «bir insanın hem Türkiye'de bulunmayıp, hem de prog- ram hazırladığı» iddiasını kabul etmedi ve tediyeyi red etti. Fakat bir müddet geçti, Naci Serez'- in burada bulunmadığı ve ücretini talep ettiği programlara ait ikinci bir Ödemi emri geldi. Söz ve temsil yayınlan fikir değiştimişti, bu defa Naci Serez'e ve- rilmesini istediği parayı raportör Ferda Kulpay'ı tediye ettirmek istiyordu.Fer- da Kulpay, program müdürü Naci Serez Avrupa'da - hani şu tetkik seyahatinde- bulunduğu sırada kendisine vekâlet et- mişti. Muhasebe, yukarıdan başka bir formül ile gelen bu talebi karşıladı — ve parayı ödemek zorunda kaldı. Çünkü, meselede israr vardı. Bu, hakikaten garip bir hâdise, ga- rip bir karışıklık idi. Naci Serez'in prog- ramları hazırlamadığı biliniyordu. Fakat gene bilmiyordu ki Ferda Kulpay da bu programlarıhazırlamış değildir. Bu na- sıl bir isti ki, programlar için muhak- kak birisine para ödemek hususunda is- tical ediliyordu. Hayret edilecek bir nok- ta aidi. Fakat, muhasebe müdürlüğü bir itirazını kuvvetlendirmiş, Naci Serez'e programı hazırlamadığı için pa- ra Öödememişti. Bu defa Ferda Kulpay çıkıyordu ve parayı alıyordu. 30 İskender Ege İdare-i maslahat sasen bu meseleyi kökünden hallet- mek lâzım gelirdi. Radyoevinde bazı ze- vat daima büyük programlar hazırlıyor saatler alıyor, konuşuyor, ram tertip ediyordu. Bir radyoevine can elemanlarını buluncaya kadar bazı programlar tertip* etmek onların, e- sas vazifeleri idi. Fakat, bütün bu prog- ramları belki de daha iyi yapabilecek e- lemanlar mevcut iken, her işi kendi in- hisarlarına alarak, kendilerine program lira tahakkuk ettırmelerı vazifeleri değildi. Nedense, yoevini idare edenler - müdürü sım şefine kadar - her biri kendisine bir program, bir saat ayırmıştı. Bu saatlerde konuşuyorlar ve muayyen paralar alı- yorlardı. Buna ilâveten, müdür vekili İs- Naci Serez Ücretli — tatil kender Ege'nin bir polıtıkası da daimi surette kullanıyordu. «Gayri memnun bırakmamak içki herkesi memnun et- mek» düsturu radyoda pek revaçta idi. Adeta radyo idaresinde maaşlı bir kişi gösterilemezdi ki, muayyen işi — dışında radyo programlarında da ücrete tâbi va- zife almamış olsun. Meselâ, bu o kadar ileri götürülüyordu ki, devrin bir ihti- sas dalı olan garp musikisi ve bu musi- kiyi yaratanlardan bahsetmek idarede va- zifeli Kemal Sönmez adında birisine ve- riliyordu. Kemal Sönmez Chopin, Schu- bert veya Mozart üzerinde mütalealar be- yan ediyor, ansiklopedilerin yazdıklarını tekrar ediyordu. Halbuki bu böyle ol- . Nihayet bazı sabah- lar dinlenen <«hayatın güzelliği» ni değil, hayatın bir kaç kötü çizgisini konuşmalar da neydi? Bunları mak için muhakkak radyonun esas ele- manlarına mı ihtiyaç vardı? Fakat şura- sı anlaşılıyordu ki, artık radyoyu idare e- denler arasında yeni bir düzen kurulmuş- tur, kimsenin haksızlığa uğradığını söy- lemeğe dili varmayacaktır! Band hikâyesi Ankara radyosu bundan bir müddet evvel şaşaalı bir şekilde Avrupa'dan sesleri zapta yarayan ses bandlarının ge- tirildiğini ilân etti Müdür vekili ile Er- doğan Çaplı, gazetelerde çıkan resimler çektirdiler. İlân edildi ki, bundan böyle stüdyodan direkt neşriyat yapılmıyacak her program ufağından irisine kadar banda alınacak ve mikrofona böyle geti rilecektir. Fakat bunun —mahzurlar kendisini derhal gösterdi. Bir defa sev. leri banda almak bir ihtisas işi idi, bu i- şi yapacak radyoda iki adet insan vardı. Halbuki bir günde rogramı tele almak icap ediyordu. Fakat İsrar o- lundıu, alındı. Neticesi, banda alınan programların bir büyük gürültü ile baş- laması seslerin bazen azalması, bazen yükselmesi oldu. Banda almaktan murad her şeyi kolaylaştırmak olduğu halde, bu iş radyoevine bir huzursuzluk getirdi. oevinin Türk musikisi şubesin- de şarkı söyliryenlerin pek çoğu acemi ve notaya hâkim olmayan elemanlardan te- şekkül ediyordu. Band hikâyesi lortaya çıkınca, radyoevinin elemanlara ders ver- mek ve programı sorara mikrofona getir- mek usulü kaldırıldı. Buna mecbur olun- du, iki karpuz bir koltuğa sığmıyordu İşler bu hale gelince, bu sanatkârların - Fahriye Caner, Sevim Çağlayan vesaire- ses kaliteleri demeyelim de, söyleyişteki melekeleri kayboldu. Yanlışlıklar, ölçü- lerde düşmeler ve bir şarkıya hakkını ve- remeden okumalar başladı. Yapılacak iş, her programı, her sa- ati banda almak değildir. Biz, makine, band getirtiyoruz, fakat bunları işlete- cek, normal halde çalıştıracak elemanlar, mütehassısları temin etmiyoruz. Veya e- n buluyoruz, bu defa makineler yok Bandları — elimizdeki elemanların miktarına göre, yerinde ve zamanında kullanırsak, gülünç olmaktan kendimizi kurtarmanın yolunu bulmuş oluruz AKİS, 5 KASIM 1955