dılar, «Bravo Pinayl»> diye bağırdılar. Bunun yarısı alay, yarısı ciddiydi. Dışiş- leri bakanı şapkasını çıkarıp halkı selâm- Pinay'in yürüyüşü, bütün maiyetiyle beraber New York'ta Birleşmiş Milletler binasın- da Genel Kurulun toplantı salonundan aynı sert adımlarla yürüyüp çıkmıştı. O gün Genel Kurul 27 ye karşı 28 reyle Cezayir meselesinin, gündeme ahnmasına karar vermişti. Fransız delegasyonunu salon le kalmamış, ilk tayyareye atlayarak Pa- ris'e dönmüştü Dışişleri Balkanı Genel Kurulun ka- rarını şiddetle protesto etmişti. Cezayir hâdiselerini Birleşmiş Milletlere getiren- ler arap memleketleriydi ve Doğu bloku ile Güney Amerika bloklunun reylerini temin etmişlerdi. Halbuki Cezayir, Fran- sanın bor vilâyetiydi. Daha doğrusu, vi- lâyet statüsünü haizdi ve Cezayirliler Fransız sayılıyorlar, Fransız gibi mua- mele görüyorlardı. Yani Tunus ve Fas- lılar gibi bir manda memleketinin hal- kı değillerdi. Birleşmiş Milletler Genel Kurulunun bu meseleyi görüşmeye karar vermesi, Fransayı çileden çıkarmaya yet- mişti. Pinay daha New York'ta, bunun bir devletin dahili işlerine karışmak ol- duğunu söylemiş, Birleşmiş Milletler teş- kilâtının buna hakkı bulunmadığını bil- dirmiş ve Fransa'nın zecri tedbir alacağı gibi Teşkilâtla Cezayirle ilgili kararla- rını tanımayacağını da resmen ifade et- mişti. Kabine toplanıyor Pinay ve Fransız heyeti New York'tan ayrılırken Fransa'nın kararının ne ol duğu bilinmiyordu. Fransızlar, Cezayir meselesinin görüşüleceği celseleri mi boy- kot edeceklerdi, yoksa Teşkilâtın kendisi- ni mi? Şimdiye kadar bir çok devlet, mu- vakkat boykot kararları vermiş ve bir takım meselelerin müzakeresinde bulun- mamıştı. Ama bu defa vaziyet daha va- him görünüyordu. Zira Pinay, bütün he- yetle beraber Parise dönmüştü. Dışişleri Bakanı, Orly hava meyda- nında pek oyalanmadı. Otomobiller bek- liyordu. Dışişleri Bakanlığının Citnoen'- ine bindi ve Matignon'a gitti. Matignon sarayında Başbakan Edgar Fuare kabine- sini toplamış, bekliyordu. Pinay, meslek- daşlarına lâzım gelen izahatı verdi. Ka- bine Dışişleri Bakanının hareket hattını tasvip ediyordu. Hatta, ondan da İleri gidiyor ve toplantıdan sonra neşrettiği bir tebliğle Fransanın Birleşmiş Millet- lerden çekildiğini bildiriyordu. Gerçi tebliğ vazih değildi. Fakat Fransa, Teşki- lâ nezdindeki daimi delegasyonunu geri çekiyordu. Bildirildiğine göre Genel Ku- rul Cezayir hâdisesinde aldığı kararla Anayasayı ihlâl etmişti; Fransayı böyle bir hareketin mesuliyetinden kurtarmak lâzımdı. Daha evvel Pinay da, teşkilâtın yeniden gözden geçirilmesine taraftar ol- duğunu söylemişti. Böylece gerek batı cephesı gerekse Birleşmiş Milletler tarihler en - him buhraniyle karşı karşıya kalıyorlardı 24 KADIN . Aile Bugünün çocuğu Galiba, dünya büyüklerden ümidi kes- rkesin dikkat nazarı, yarınki ideal dunyayı kuracak olan bugünün ço- cukları üzerinde toplanıyor... Amerika'da, birçok mekteplerde, ço— cuklar demokrasi dersi görüyorlar... çük yaştan hakka, hukuka hürmet etme— sini, küfürsüz, hakaretsiz, medeni ve ya- pıcı bir münakaşa sistemi hudutları i- çinde tenkitlerde bulunmayı, fikir teati- sini, açık konuşmayı, medeni cesareti, i- darecilik vasıflarını, kazanmayı kaybet- meyi ogrenmege çalışıyorlar. Mütemadiyen kurslar açılıyor ve ço- cuk yetiştiren ailelere «modern terbiye» sisteminin ana kaideleri öğretiliyor... Çünkü iyi çocuk yetiştirme işinde en bü- yük mukavemet ailelerden gelmekte, ço- gördüğü birçok aksaklıkları benimsemektedir. Bu münasebetle, tanın- ış bir içtimaiyatçı, şu sözleri söylemiş- tür: Eğer anne ve babaların kafası- nı degıştırebılsek dünyayı yirmi sene i- çinde güllük gülistanlık yapabiliriz!..» Anne ve babaların kafasını değiştir- mek kabil olmıyacağına göre, dünyanın birgün güllük gülistanlık olacağından da ümidi kesmek icab edecek gibi... Fakat mütehassıslar cesareti kaybetmiyor ve a- ileleri aydınlatmakta devam ediyorlar: İlk şart: Neş'e Cemiyetin enerjik, faal, neş'eli ve ü- mitli insana ihtiyacı vardır. Bedbin- lık bırçok aksaklıklar doğurur, bugün- cuğun, yarınki büyüğün hayatiye- tini oldurur. Çocuk ailede neş'e içinde, parlak bir güneş gibi telâkki e- Halbuki bugün, bedbin çocukların miktarı günden güne artmaktadır. «— Göreceksin anne! Pazar günü yağmur yağacak ve denize girmiyeceğiz.» aşında bir çocuk bu ve buna benzer cümleleri sık sık tekrar ediyorsa, o çocuğu yakından tetkik etmek icab e- der. Belki bir hafta evvel, pazar günü yağmur yağmış ve bu yüzden çocuk bir kır gezintisinden mahrum olmuştur. Bu takdirde, ufak bir endişe duyması nor- maldir; fakat belki de bu çocuk, daima kendisine bir dert arayan, muvesvıs bed- bin bir çocuktur. Bugünkü cemiyet on yaşında bedbinlerle doludur: , ne kadar çalışırsam çahşayım bır aksilik olacak, sınıfta kala- cağını, daima bir mani çıkıyor, bir insan veya birşey, istediği- mi yapmama engel oluyor.» Bu sözleri söyliyen çocuk, yalnızca bedbin de değildir... Bu çocukta «aşağı- lık duygusu» ve hatta «insanlara düş- manlık» hissi başlamıştır... Bu çocukla, ciddi şekilde meşgul olmak icab eder... Çünkü felâket endişesi, karanlık düşün- celer, sağlam ve intibakını tam olarak yapabilmiş çocuklar için kafiyen mevzu- bahis olamaz. Tabiat, çocuğu, hayatı neş'e ve ü- mitle karşılamak üzere yaratmıştır... Da- ima endişeli duran, düşünceli bir küçük adam olmak, hayatın en neş'eli, en ta- sasız devresini, çocukluğu atlamak ve mücadele kapısına silâhsız gelmek de- mektir... Hayat mücadelesinde insanı za- fere goturecek olan en mühim silâh, kı- sanın kendi kendisine ve etrafına besle— diği itimat hissidir. his ise, ancak neş'e ve saadet havası ıçmde gelişir. Çocuk neden bedbin olur? 1) Geçirdiği tecrübeler yüzünden Kısa çocukluk devresinde, bir çocuk birçok talihsizlikle, kederle karşılaşabi- lir... Ulak tefek aksi tesadüfler, anne ve Mabalara ekseri ehemmiyetsiz gözükür; fakat bu anne ve babalar biraz düşün- ndi çocuklarına dönmek kül- fetine katlanırlarsa, ufak hâdiselerin se- nelere rağmen, kendilerinde ne derin iz- ler bırakmış olduğunu hayretle görür- ler. Meselâ isim gününde davet edilip gelmiyen arkadaşlar, meselâ vâdedilen bir oyuncağın alınmaması, haksız bir hakaret sukutu hayaller çocuğa, dünya- nın ümit edildiği gibi iyi olmadığı his- sini verebilir. 2) Yaradılış Bahsedilen aksilikler, büyük kederler ve felâketler hariç, her çocuğun hayatın- da az çok mevcuttur. Bazı çocuklar bun- ları kısa zamanda unutur, oyalanır, baş- ka ümitler peşinde koşarlar... Diğerleri ise, bu fena hâdiseleri da- ima hatırlar, düşünür ve üzerinde durur- lar. Bu hür yaradılış meselesi olduğu gi- bi, çocuğun sağlık durumu ile de alâka- lıdır. Yorgun ve düşkün bir vücut, ma- nevi aksiliklerle mücadele ederken, sağ- lam ye enerjik bir vücuttan daha çabuk mağlup olur 3) Ailenin tesiri «Bedbin çocuklar» en çok ailelerinin kurbanıdırlar. Fevkalâde zeki, fevkalâde müşfik ve hayatta muvaffak olmuş bir baba, çocuğunu şu şekilde mahvediyor- du: Kendisini daima misal olarak gös- tererek ve kendisi gibi çocuğunun sınıf birincisi olmasını istiyerek. fenalık var, dememeli... Çocuk babası kadar çalışkan değildi ama, belki ha- yatta çok muvaffak olacaktı. Fakat baba- sı onun, muhakkak sınıf birincisi olma- sına istiyor mütemadiyen ona: «aptal, be- ceriksiz, işe varamaz mahlük» diyordu. Di yordu ki «sen hayatta birşey olamazsın!» Çocuk babasının tesiri altında kal- dı... Hiç çalışmaz oldu... Ümitleri kırıl- mıştı. Çünkü bu çocuğun babası, hayat mücadelesinde çocuğunu teşvik edecek yerde, farkına varmadan, | numaralı bir mani olmuştu. Bir anne de, sözde kızına hayatı ol- ğu gibi tanıtmak, erkeklere karşı onu silâhlandırmak için mütemadiyen fena ve bedbaht hikayeler anlatmıştı. Kız ür- AKİS, 8 EKİM 1955