RADYO Ankara Misilleme Fahri — Kopuz yeni aylık programla- rı gördüğü zaman hiç hayret et- medi. Çünkü, olagelen hâdiselerden sonra idarenin kendisine karşı bu şe- kil bir hareket tarzı takip etmesini esasen bekliyordu. Hatta o kadar ki, kendisine reva görülen hareketin da- ha ağırını tatbik edeceklerinden e- mindi, günkü radyodaki haleti ruhiye- yi yakından biliyordu. Radyo idaresi affetmezdi, tahkik de etmezdi, yanlız rahatça tasfıye ederdi cak verdi- ği beyanatın akisleri o kadar geniş olmuştu ki, Fahri Kopuz'u derhal bir tasfiyeye tabı tutmak mümkün değil- di. Olamazdı da. Çünkü Fahri Ko- puz un "radyoda ciddi musikinin yeri- ni caz rezaletleri almaktadır" şek- Iindeki beyanatı etrafında uzun mü- nakaşalar cereyan etmişti. Bu sö- zün içindeki hakikat payı büyüktü ve Fahri Kopuz'u doğruyu söyledi di- ye işinden etmek kimsenin derhal gi- rişebileceği bir hareket olamazdı. Ay- rıca Fahri Kopuz radyoda ince sazı kuran, geliştiren ve elemanlarını ye- tiştiren bir şahsıyettı Hakikaten ken- di branşında bir isim sahibi idi, sene- ler senesi kendisinden çok istifade edilmişti. Fahri Kopuz'u işinden edemezler- di, fakat başka bir yol bulunabilirdi, başka bir tarz ile her iki taraf - ta- raflar idare ve bir üst makam-tat- min edilebilirdi. Fahri Kopuz radyoda ücretle, programlarının miktarına gö- re para alan bir sanatkâr idi. Senelik iznini de kullanmak istiyordu. Ken- disine aylık programların tesbiti ile birlikte tebliğ ettiler, haftada iki de- ince sazı idare etmesini tensip et- tiklerini söylediler, geri kalan iki se- ansı kemençeci Vedia Tunççekiç'e, verdiler. Fahri Kopuz'un yevmiyesi haftada iki defa eksilmiş oluyordu. Bu bir ihtar, bu bir para cezası idi. (Halbuki, radyo idaresinin böyle yollara sapmasına lüzum yoktu Fah- ri Kopuz hâdisesi kapanmış görünü- yordu, gösteriliyordu. Bir idare bu şekilde hareket etmekle, sanatkâr- lann söyledikleri sözlerin her zaman birbir kefarete tâbi tutulacağını an- latmak istiyordu. Su ise, bir idarenin kaabiliyeti ve kudreti değil, zaafı idi. 'Bir idare, otoritesini saglam temeller üzerine kurabılmek için ratmak yoluna gitmemeli idi. sanatkârların şimdi üzerinde durduk- ları bu noktadır. Demek ki, bir sa- natkâr hakkını istemek veya bir ha- kikati belirtmek için konuşursa, hat- tâ yazılmasını istediği noktaları be- yanat şeklinde bir gazeteciye soy— lerse, ya parasından bir tasarrufa gi- dilecektir veya hııtta işinden uzaklaş- tırılacaktır. yol değildir. Sanatkarları hiç bir şeyden şikâyet- çi hale getirmemek idarenin elindedir., idare işleri sağlam tutar, sanatkar— ları sanatkâr olarak kabul ederek, hareketlerini sistemli bir müsbet yo- la sevkederse, hiç birisinin söz söy- lemek akıllarından dahi geçmi Fakat son günlerde durum bu dur? Bugün radyo müntesiplerinden her kim olursa olsun bu sualin ce- vabını "hayır" diye verecektir. Çün- kü idare sanatkârı baskı altında bu- lundurmak ve konuşturmamak azmin dedir ve bu hareket tarzı ilgililere “disiplin" adı altında telkin edilmek- tedir. Disiplinin şartları, baskı ile ha- reket etmek değ Ne yazıktır ki, yeni radyo mııdur vekılı ıskender Ege, Fahri Kopuz hâdisesi cereyan ettıgı zaman, gazetecilere, yakınla- o mensuplarının kon nuş- mamasını temin etmek lâzımdır" şeklinde bir cümle söylemiş, mütead- dit defalar bunu tekrarlamış, arka- sından radyo programlarında Fahri Muzaffer Akgün Kaybedilen kıymet Kopuz'u ikiye — indirmek sureti ile sözünün fiilini göstermiştir. Bu şe- kildeki bir hareket ileride müdür ve- kili İskender Ege'yi başka yollara, belki de efkârı umumiyede daha a- ğıir hücumlara uğrıyacak fıılıyata sevkedebilir. Sanatkâr, meseleleri, meselesini bu şekilde münakaşa et- mek, konuşmak ve hattâ gazetecılere soylememek yoluna sokulduğu tak- dirde ışler daha çok karışacak daha çok birbirine girecek ve bir gün ge- lecektir ki, haklı ile haksızı ayır- mak kabil olmıyacaktır Eksik tara- fimız, mühim meselelerimizi müna- kaşadan ayrı tutarak, tek taraflı Ur görüş çerçevesinden hall etmeğe gay- ret etmemiz de, hattâ kendimizde bu türlü bir kabılıyetı görmemizdedir. Fahri Kopuz bir Türk musikisi ele- manıdır, emeklisidir. Radyo üzerin- deki bir görüşünü gazeteciye söyle- | kinmemişlerdi. miştir. Bundan kötü manalar çıkar- mak lüzumsuzdur. Samimi kanaat- lara ayni samimiyetle inanmak, ayni samımıyet hudııtları içinde cevaplan- ırm; udur, hattâ şarttır. Biz bu şartları kabul etmedikçe, bu şartları birer vakıa olarak önümüzde görmedikçe, müsbete gıtmek lafını Zihinlerimizden silmeliyi eni müdür vekılının şahsında radyo idaresi için mum ışığında bir ümid belirmişti. Bu ümit son hadise, son sözler ve fıılıyat ile sönüp gitti. Temennimiz odur ki, bu ümide tekrar kavuşulsun. Ayrılan ayrılana Muzaffer — Akgün'n arkasından Ne- vin Demirdöven istifa istidasını müdürün önüne koydu. Artık radyo- evınde çalışmak istemiyordu. Bugü- ne kadar, senelerdir radyoevınde ses sanatkarı - alaturkada tabif - ola- rak kalmış, halka kendisini sevdir- miş ve ismi, sesi radyoda arandır hale gelmişti. Radyo kendisini yetiş- tirmişti. Muzaffer Akgün için de ay- ni şey variddi. Her ikisi de radyoda yetışmışler, derslerını burada almış- lar, isimleri u müessesede yap- mışlardı. Bugune kadar gayet cüz'i bir para ile radyoda çalışmaktan çe- İ Senelerdir bu hâl de- vam ediyordu, senelerdir, her sene | biraz zam bekliye bekliye vakit ge- çirmişlerdi. On seneye yakın mesai- lerinin karşılıgı dört yüz liranın ü- zerinde olmuştu. Halbuki yaşıtları, halbuki emsallerı halbuki kendilerin- den daha aşağı klâsta lan dıger sanatkârlar çektikleri gibi gitmiş- lerdi. Bu gidiş işlerine her bakımdan yaramıştı Maddi genişlemelere ma- evi büyüklükler de katılmıştı. Hal- Muzaffer Akgün ve Nevin Demirdöven nelerdir radyoevinde çalıştıkları hal- de şu “devri saadet" diye ifade ve telkin edilen pahalılık devresinde al- dıkları ile kıt kanaat geçinmek zo- runda bırakılmışlardı. Hiç bir ilgili dertlerini, isteklerini sormamıştı. Hiç bir ilgili kendilerine biraz geniş yet- ki verilmesini düşünmemişti. Bugü- ne kadar radyoevinde kalmalarının sebebi bazı idare mensuplarının gös- terdikleri anlayışa bağlı idi. Radyoevinin bir talimatnamesi vardı. Sanatkârlara aitti. Bir sanat- kâr radyonun daima kadrosuna gi- rip, maaşa bağlandıktan sonra, her türlü serbestisini kaybediyordu. Sa- bahın dokuzunda işe giden ve akşa- mın beşinde işinden çıkan memurlar gibi idiler. Zaman zaman cazip tek- lifler alıyorlardı, bir konsere davet edılıyorlardı Bu konsere gitmek için onlar için mümkün değildi. Çünkü, sanatkâr talimatnamesi mucibince radyonun kadrosunda — bulunanlar başka yerde şarkı söyliyemezlerdi. Hele içkili olan gazinolarda çalışa- mazlardı. Fakat misal olara uzaf- fer Akgün ile Nevin Demirdövenl e le alalım, esasen bu sanatkârların i ıç- kili gazinolarda şarkı söylemelerine imkân yoktu, fıtraten böyle Ur ha- rekete girişemezlerdi, sevmezlerdi. Onlar bu mesleği, diğer meslekler bukı kendılerı B AKİS, 9 TEMMUZ 1955