ırasuların- ünü -yani O zaman, sormayın. ie durami- da parça zanlığı he- ıyı oşarka Bereket ksa Kars ı geçmek rde bize inci günü a gördük. şti. Fakat ablelyuku- I Aradan ırkunç bir nlatamam! zam Bahçemde bir gül vardı: Gönlü gibi lekesiz, O kadar duru, ak ki, sevgim kadar İerlemiz. *“ Geceleri bilmiyen göğsünü, öpsün!,, i uzatlım, verdim. O da, mİ uzaklaşlı yanımdan, öpüyorken anlımdan. Sevinen çiçeğimi onu Şüphenin hırçın yeli AK GÜLLER; AL GüLLER Tevfik Abdurrahman Tanyolağ Bir tek dedim; Dedi, Bu sabah, fidanları dolaşırken şaşırdım: ak gül kalmamış, bülün güllerim, al al, Kıpkızıl alevlerle kısranıyordu her da, “Ben olaydım, o gülü yüreğimde taşırdım! ,, sılmalı rüzgâr. Güller, dudak büklüler, Kanıyarak, yanarak serpilip döküldüler. İstanbullular hiçbir zaman böyle bir hava görmemişlerdir. Takamız neredeyse batacak! Yel keni mayna etmekten başka çare yok. Lâkin, bu işi başaralım derken bir belâya daha çatmayalım mı? Yelken, direğin zifosuna -en sivri yer- sarılmıştı! tık, onu aşağı almak için para lamak lâzım. Bay C. V. hemen tayfa- lardan birini, elinde biçak direğe çıkarttı. Fakat, buna hacet kalmadı. Yine o rüzgârın yardımile yelken zifostan kur- tuldu. Hemen küreklere sarıldık. Çek ba- bam, çek! Biz yol aldıkça yağmurda boyuna artıyor. O kadarki, üstümüz- deki elbiselerden başka takada neka- dar yedek esyabımız, çamaşırımız varsa hepsi sırsıklam olmuştu. Fakat durma: dan çalıştığımız için üşümüyorduk. Ne. rede e ki nezleye tutulalım. öylece gece karanlığında Ün- ye ai girmeğe muvaffak olduk. Sabahı dar ettik. Hava açtı, k runduk, şehri biraz görmek için kara- ya > G çıktık. Sahilde dolaşırken, bizim taka gibi 3 tonluk bir kayık iskeleye iz İçi hamsi doluydu. Aradan birkaç di büyük bir kayık örelim, kaşla göz arasında her iki kayığın hamulesi satılmamış mı? Ünyeliler, galiba ham- siden başka birşey yemiyorlardı! Bay C. V. ile konuşa konuşa kasa- ba içinde meydanımsı bir yere gelmiş- tik. Burada İl tane kalkan balığının yerde yattığını gördük. Kalkanlarla dlükadar gibi ürinsn birisine, balık- ların iğsi sorduk. Muhatabımız, bize cevabet — Daha satılmıyor, mezat olacak, dedi, Fakat halktan hiç kimse pey vürmuyordu. Bay — Haydi, şeytanın ağn kıralım, ile pey bizden olsun, İl kalkana bir lira, deyip mezadı açtırdı. Tellâl — 11 kalkan yüz kuruşa, arttıran yok mu, narasını ata ata dolaşmağa başladı. Yarım saat sonra tekrar ya- nımıza geldi. Muhaveremizi aynen ya- zıyorum : — Arttıran yok! - Pekalâ, al lirayı, ver balıkları! — Olmaz! — Neden? — Mezadda iki peyin vurulması lâzımdır! O zaman ben atıldım. Çünkü bay C. VW. nın yeni bir hovardalık yaparak ikinci bir lira ile mezada iştirakinden korkmuştum, hemen; — Kırk para benden, dedim. Tellâl yeniden : — 11 kalkan 101 kuruşa, |l kalkan 101 kuruşa, feryadile kasabayı tekrar dolaştı. Yine yanımıza geldi. Artık, kalkanlar bize ihale edilmişti. Parayı verdik. Birinin sırtına balıkları yükle- ip takamızın yolunu tuttuk. Çünkü, 11 kalkan 40 kilo geliyordu ve ne benim, ne de bay C. V.nın bu kadar yorgunluk üstüne bir de hamallık et- meğe hiç niyetimiz yoktu! Takada kalkanları güzel bir tava yaptık. Burnumuza mis gibi kokan balıkların yanına çömelirken bay C. V. nın misafirperverliği imdadımıza yetişti. Hazret, bukadar yorgunluğun, meşak- katin acısını çıkarmağa gizlice karar ziyafete diyecek yoktu! Sabaha kadar da güzel bir uyku çektik. Şafakla be- raber tekrar yelkeni açtık. Artık Fatsa yolunda idik. Şirin Fatsa, uzun bir körfez içine gizlenen bir kasaba. Hububat ve halat ticaretile meşhur. Bütün takaların ka- raya çekilmesi için lâzım olan 5 santim kalınlığındaki halatlarla yoma halat- ları burada yapılıyor. Ne faide ki vesait iptidai. Kendirler el çıkırıklarına sarı- larak çalılışıyor. Biz de, Fatsa hatırası ol üze amıza yeni halatlar satın aldık ve muvasalatımızın ertesi günü Tireboluya doğru hareket ettik. Tirebolu, Umumi OHarpten gören şehirlerimizden biri, Rus donanması geliyor diye, birçok maballeler tarafımızdan yakılmış. Tire- bolunun başlıca hususiyeti de sokakla- rının hemen hemen bir metre kadar olması. Dünyanın hiçbir yerinde bu kadar dar sokaklı bir kasaba görme- miştik, Fakat, bu noksanı şehrin tabii gü- zelliği ziyadesile telâfi ediyor, ve yeni birçok umran izleri var. Amma, bizim her hoşumuza giden yerde gönül eğ- lendirmeğe vaktimiz olmadığı için, Tireboluda fazla kalamadık ve Trab- zona gitmek üzere tekrar küreklere asıldık, tekrar yelkeni fora ettik, Ayazlı bir kış gecesi. Karadeniz simsiyah, fakat hiddetsiz. Karanlıkta ağır ağır ilerliyoruz. Yüzümüze, soğuk, bir kamçı gibi çarpıyor ve karanlık gittikçe koyula- şıyor : Ufuklar, yağlı bir boya tabaka- sile örtülü gibi. Kesif sis bastırmak üzere. Biz yine yolumuza devam edi- yoruz. Böylece saatlar geçiyor ve artık birkaç metre ötemizi görmeğe bile imkân yok; fakat bay C. V.nın kav- lince de Ölmek var, dönmek yok! Daima zarar man Ba e pl eya geli pe a e dye ileri Ti Gittik, gittik, Birara, kulaklarımıza uzaktan uzağa a gelmeğe başladı. Takamızı, çevirdik. Mzabe bir kaza mı olmuştu? Denizciliğin o başlıra oprensiplerinden biri de diğerperestliktir ! ütün Ohızımızla hudutsuz bir ka- ranlık içinde yol alıyorduk. Az sonra karanlığı delmeğe çalışan ışıkları seç- meğe başladık. Lâkin bu alevler vazih değildi. Adeta, sis kadar koyu bir du- man tabakasile örtülüydüler. Meğer, duyduğumuz sesler, Vakfıkebir açıkla” rında avlanan balıkçıların gürültüsü, rdüğümüz ışıklar da, onların yak- tıklar in ateşiymiş! enbire karıştığını e kom- gulay Sal a buk ahbap k. Yan larına deki attık ve inin ami sabaha kadar bekledik... —Sonu Gelecek Sayıda— 19