ç aça li yüzüne - benim > olacak? ksız bir 17 nden on iıyakcatı. evde hapis sının kir. m iğ pazarı bag ni çekti: — Deniz dalgalı... ok canım, hava lodos değil ki.. Dört buçuk matinesine yetişiriz. Kadın, masa üzerinde duran gaze- telerden birini çekerek, sayfaları açtı. Diğemie ilânlarını gözden geçirdi. pekte güzel bir £ filim var. — Gözel olduğunu nereden bilis yorsun. — İyi artistler oynuyor, — Pekâlâ... Kadın, kimonusunu çıkardı, giyin meğe başladı, saçlarile, yüzile, tırnak- Tarile uğraşıyordu. Erkek, ikide bir saatine bakıyordu : — Suzancığım!. biraz da çabuk. ol- sanl — Hazırlanıyorum. sız, buvaletsiz inecek değilim ya — kızmal., geç kalırsak öfkelenme yalnız.. Bir saat sonra, sokağa çıkmışlardı. Kadın, ince uçlu, yüksek topuklu iskar» pinlerinin üzerinde seke seke yürü» İstanbula b Oy eki, peki, Sinemaya yor; dolgun vücudunun bütün ağırlr ğile, e koluna asılıyordu. ü kırk beşe yetişecek miyiz? — Bu ç gidişls hayır... — Neden? — Neden olacak? Bu iskarpinlerle yürüyemiyorsun ki.. Bir müddetten- beri kısa ökçeli iskarpinlere veda ettin, Bunlarla nasıl yürüyorsun, yorum sana... Evvelce ne güzel spor iskarpin. leri giyerdin, seninle yollarda uçar gibi yürürdük. Halbuki şimdi... — Bu yaşta, bu vücutta, bu boyda insanlar değil... Elem sin? Herşeyden heman bir kavga vesi- lesi çıkarmak istiyorsun? rkek, sesini çıkarmadı. İskeleye gelmişlerdi. Vapur kalkmak üzereydi. Koşa koşa, bilet almadan vapura gir diler, İkisi de yorulmuş, kuvvetli s0 luklar alıyorlardı. Yanyana oturdular. rkek, gazetesini açtı. Kadın, de nize bakıyordu. Deniz, çırpına çırpına Sarayburnu parkının kıyılarına vuru» yor, martılar uçuşuyordu. — Keşke evde otursaydık, küçük a gibi pazar günü eğlence isti- Erkek, gazetesini katladı, cebine koyarak döndü: — Evde kalsan bir türlü, sokağa çıksan bir türlü, Seni anlayamıyorum. — Anlaşılacak birşey yok ki... Hava fena, sinirlerim bozuk, bir daki- kam, bir dakikama benzemiyor... a, okumak zevkini aşılaya Böyle kapalı, bulanık, yağmurlu havalarda divana uzanıp oku» maktan büyük zevk olamaz. Kendin okumadığın gibi, bana da rahat vermi- yorsun... Şimdi evde olsak, yumuşak bir üzerime ropdöşam- sigaramı tüttürerek okuyacaktım. Yağmur, soğuk, güneşsiz gök beni, hiç alâkadar etmeyecek, her- şeyi unutacaktım... Ka dın, dalgın dalgın sulara, limanda gelip giden bacssı küçük vapurlara, motör” re bakıyordu. Vapur, kep gemi; di oc ağır ağır yerlerinden kalktılar. im in arasına karışarak köprüye çıktılar. Yağmur Erkek, bir taksi çağırdı. Kadın, RE dandı : pantalon giyecek, brımı geçirecek, dumanl artmışt — Ne lüzum vardı! — Şemsiyemiz yok, ıslanırdık. — Evden çıkarken niye almadın? > İskeleyle evin arası çok az, sonra yağmur bu kadar çok yağmıyordu... Otomobile atladılar. Biri bir tarafta, öbürü bir tarafta oturmuştu. Dargın çocuklar gibi somurtkan, yüzleri asılı mış, biribirlerine bakmıyorlardı. oför, başını çevirmeden sordu : — Nereye gideceğiz? — Beyoğluna.. Ötomobil, tramvayların sağında solundan geçerek, insan kalabalıkların» dan al Beyoğluna çıkmıştı. eğin önünde dur... Sel birdenbire fren yaptı. Oto: mobil biraz gerileyerek durdu. Parasını vererek indiler. Biraz sonra, yumuşak koltuklara gömülmüşlerdi. Salon yavaş yavaş kas rardı. Müzik başlamıştı. Dünya bava* dislerini seyrettiler. Karı kocanın, baş» uzaklaşıyordu. yanan bir bayyare, kızağından denize indirilen bir vapur, Paris m , temiz bir su gibi içlerinin sı” a yıkamış, temizlemişt Filim başlayınca, sike karısına yaklaştı a sordu : izele benziyor değil mi? Kadın da aynı sesle cevap verdi; — Evet... #ir Sinemadan, bir aşk filimi görerek çıkmışlardı. Yaşlarını, sinirlerini, unut- muşlar, kolkola geçmiş, kalabalığın seli arasına karışmışlardı. rkek, sordu: — İstersen, bir yere girip içelim. — Sahi, iyi olur, çoktanberi biç içmedik... Önünden geçtikleri büyük lökantaya girdiler. Örkestra, insanı hayale sürük- leyen bir parça çalıyordu. Vi koca, bir masaya oturdular. Gülümsiyerek, biribirlerine bâkıyorlardı. Siyah ibi garson, saygıyle eğilerek onları selâmladı: — Emriniz?:.. Erkek, karısına baktı: — İçeceğiz değil mi? Kadın, verdi : — İçeceğiz, hem de rak Birkaç dakika sonra, beyaz örtülü masanın üstü bir çiçek bahçesi gibi yiyececeklerle dol memnun bir sesle renk renk mezeler, muştu. Karı köca, fısıldaştılar : kadehlerini kaldırdılar, — Neşemizel Erkek, daha yavaş: — Gençliğimize | dedi. Buz dolu kuvanın içindeki o şişe boşalıyor, yenisi geliyor, gülerek konul şarak, içiyorlardı. * *. ap salonuna girdikleri vakit ikiside bafifce sallanıyor. ve kahkahaya yakın bir neş'eyle gülerek konuüşuyor- lardı. Bir köşeye oturdular. Erkek, ka- dının elini avncuna almış, onun güzel- liğinden, Oo gençliğinden basediyordu. Kadının, dudaklarının boyası gözleri- nin sürmesi yayılmış, gözlerinin kena rındaki hatların içi pudra birikintilerile dolmuştu. Gülerek kocasını dinlerken, karşı tarafa bir genç kizla bir delikanlı gelerek oOoturdular. Genç kız, ilk- bahar gibi, delikanlı güneş gibi ılık ve güzeldi. Yanyana oturdular, elleri biri- birinin avucunda, gülerek konuşmağa başladılar. İkiside o kadar canlı o ka» dar taze, güzel ve neşelidiler ki, karı koca kendilerini unutarak onlara dal. dılar. Genç kızın gözlerinde, yüzünde, dudaklarında, saçlarında bir damla boya yokdu. Gülerken dişleri ışıldıyor, kah- kabası billür gibiydi, saçları yukardan wuran ışıklarla tutuşmuşdüu sanki. Erkek, bir karısına, bir de karşıda ki genç kıza ba Kadın, bir kocasına, birde karşıdaki delikanlıya bakdı... diler. Neş'eleri kaçmıştı. Kadın, sinirli sinirli esnedi, başını sağa sola çevirdi, sonra göz göze gel- denize bakdı, karşıdaki gençleri görmek istemiyordu. Kocasının kulağına doğru eğilerek fısıldadı : — Tıpkı biz de böyleydik ! Erkek, içini çekdi: — Evet, tıpkı böyleydik!... Kadın, içinin bütün isyanını dök- mek ister gibi, büyük bir soluk aldı: — Yalancı gençlik |...