HAFTANIN İÇİNDEN Plânsız devrenin eşiğinde 1967 Türkiyesinde bir sorumlu kimse çıkar da "Bize plân değil, pilâv lâzımdır. Ben plân yapmıyorum. Plânlama Dairesini de lâğvediyorum" derse memle ketin sağlam kuvvetleri onun iktidarının devamına izin vermezler. Zira böyle bir iktidar, Anayasa ile çi- zilmiş meşruiyet hudutlarının dışına çıkmış olur. Ama bir iktidar pilâv gibi plân yapar, Plânlama Dairesini de muma çevirirse ne olur? O zaman, Türkiyede şimdi olan olun Plân görüşmelerinin insanı güldüren bazı özel- likleri her halde uzun süre hatırlarda kalacaktır. İlk Beş Yıllık Plânın uygulanması şuasında iki Başbakan Yardımcısı plânı iki ucundan tutup çekiştirirlerdi. Bunlardan Feyzioğlu tatbikatı daha sola götürmeye çalışır, Alican sağa kaydırmaya çabalardı. Alicanın kendisinin de, partisinin de Feyzioğlu ve o zamanki partisi C.H.P.'den daha liberal temayüllü oldukları bilindiği için bunun şaşılacak tarafı yoktu. İkinci Koalisyonun bu tarz çekişmelerin ve onun doğurdu- ğu hırçınlıkların, inatlaşmaların sonucu dağıldığım söylemek bir hata değildir. İkinci Beş Yıllık Plânın Meclisteki müzakeresi anasında görülen ne olmuştur? Liberal temayüllü Alican bile bunu "fazla sağda" bulmuştur. Gerçekten de öyledir. Buna mukabil, bir vakitlerin koyu devlet- çisi Feyzioğlu artık başka türküler çağırdığından plâ- nın "tam karar" olduğunun savunmasını yapmıştır. Böyle eğlenceli teferruatın yanında asıl mesele, Plân ve Başbakanın sekiz saatlik konuşması birara- da gözden geçirildiğinde son derece endişe verici bir durumun ufukta belirmesidir. A.P. plânsız ve pro- gramsız bir "gönle göre kalkınma" devrini tekrar aç- maya hevesli görünmektedir. Hattâ, bunun hazırlık- larına başlamış olduğu rahatlıkla söylenebilir. Geçi- rilmek istenilen ve "Yetki Kanunu" diye bilinen meş- hur kanun bunun bir delilidir. Hükümet üzerinde bir takım "görünmeyen kuvwvetler"in etkisi de kendini gittikçe hissettirmektedir. Bugünkü Türkiyenin 1 nu- maralı vurgun sahası olduğu artık kesinlikle tescil edilmiş bulunan "montaj sanayii"nin ağaları, dışarda çalışan işçilerin otomobil permilerine usun zaman- dır karşıydılar. Bunların şu anda kısıtlanmış, hattâ yasaklanmış olmasını bir tesadüfe bağlayanlar çok olmayacaktır. Otomobilin de, her şeyin de yerlisini yapmak iyidir. Ama bir tekele yol açan, her türlü re- kabeti ortadan kaldıran, başıboşluk getiren suni, zor- lama, zararlı himaye tedbirleriyle değil.. Onbinlerce işçinin ve memleketin menfaati "görünmeyen kuvvet- ler"in menfaatinden daha fazla kaale alınmak gerekir- Montaj Sanayiinin herkes tarafından bilinen "yağlı 8 Temmuz 1967 Metin TOKER kuyruk" tarafları inanılmaz kârlar sağlayan açık ka- pıları üzerinde durulmaya yanaşılmaması eski "alan da türk, satan da türk" felsefesinin hortladığını gös- termektedir. Plân diye ortada bir metin bulunacak. Klâsik dev- let dairelerinden biri haline getirilmiş Plânlama Dai- resi de kalacak. Fakat İktidar, bütün ipleri kendi elin- de tutacak. Bu, "kuvvetli icra"mn ötesine geçmek is- tidadını şimdiden taşımaktadır. Bilhassa kamu fonun- dan özel sektöre fon aktarma yetkisinin bir prensip haline getirilmesi, özel sektör temsilcilerinden yüksel- miş "Biz devletten çatır çatır para alırız. Devlet bize faizsiz kredi de vermelidir, bedava arsa da.." -koynu- nuza da bir kadın istemez misiniz?- hezeyanlarının bu sektörce reddedilmemesi mide bulandırmaktadır. Bu tarz bir yönetim kısa sürede, bünyesinde taşıdığı suiistimallere yol açacak, o zaman bunların söylenil- mesini, yazılmasını, tenkidini oyasaklayacak çareler aranacak, bir kapalı devrin hasreti çekilmeye başla- nacaktır. Hürriyetçi D.P.'nin kopkoyu bir totaliter parti haline gelmesi bir günde ve kendiliğinden olma- mıştır. Menderesin "gönle göre kalkmma'"sı o kadar kirli çamaşır doğurmuştur ki bu parti, hayatını bir Tahkikat Komisyonu macerasıyla kapatmıştır. Bugün için memleketteki kontrol mekanizması- nın işlediği, iyi işlediği reddedilmez bir gerçektir. Şa- hıslar da, müesseseler de görevlerini yapabilmekte, aşırılıkların karşısına gereği gibi çıkabilmektedirler. A.P. içindeki bunların susturulması hevesinin henüz Genel Başkan seviyesine ulaşmış olduğunu gösteren bir işaret yoktur. AP.'nin o talihsiz "Dokunulmazlık Meselesi"ni de aklın ve basiretin gösterdiği yönde çözümlemesi ümidi, ihtimali henüz yitirilmiş değildir. Ama "gönle göre kalkınma" çok kötülüğü, rahatsızlı- ğı, pisliği beraberinde taşıyan bir sistemdir. Buna plânlı ve programlı kalkınmanın tercih olunması se- bepsiz değildir. İkinci yolun güçlükleri bulunabilir. En önemli güçlük, bunun samimiyet ve açıksözlülük istemesidir. Bir politikacı seçmeninden "Senin bir şey yapmana, taş atıp kolunu yormana lüzum yok. Ben seni kalkındınran. öyle, Ortanın Sağıymış, Ortanın Soluymuş, bakma onlara. Bu memleket doktrine muhtaç değil" diye oy isterse, kalkınma ancak "gön- le göre" olur ve "gönle göre kalkınma" da mutlaka Menderes ile D.P.'nin akıbetini getirir. Onların bir "püf noktası'nı göremedikleri için bu âkibete uğra- dıklarını sanmak, bu noktayı görselerdi kaderlerinin başka olacağına inanmak insanın kendi kendisini kandırmasından başka şey değildir. D.P.'nin âkibeti, eşyanın tabiatının kaçınılmaz icabıydı. O zaman yapılacak şey o yolu tutmamaktı. Bu- gün yapılacak şey o yolu tutmamaktır.