HAFTANIN İÇİNDEN Yüzsüzlüğe kızarım! Zaman zaman bir üzüntünün içine düşüyorum. "Ya- hu, biz bu kadar geri bir memleket iniyiz? Bizim halkımız böylesine safdil mi?" diye kendi kendime söylenip duruyorum. Daha geçenlerde, gene kızdım, homurdandım. Gazetelerde okudum. Ci lıklar, ciddi ciddi demeçler. Hani şu, "Temel hak ve hürriyetleri koruma kanunu" diye isimlendirilen ta- sarı var ya.. Meğer onu, İsmet Paşa hazırlatmamış mı! Ece, pes yani.. Fütursuzluğun buraya kadar götü- rülebileceğine, bir halkın gözünün içine baka baka bunun söylenebileceğine, halkın zem de buna ka- nanların çıkabileceğine insan güç ii . Bu, Pata- gonyada söylense, söyleyenin Kuyruğuna teneke bağ- larlar. Sade bu tasarının İsmet Paşaya maledilmesi de- gil. O konuda tâ Başbakanına kadar, tasarının doğur- duğu fırtınayı yermek için bir takım insanların dere- lerden ne sular getirdiğini görmek beni deli nl Süleyman Demirci rahat rahat diyor ki: "Ne'vâ or- tada? Kanunlaşmış bir tasarı mı vâ? Hattâ Meclise bir kanun teklifi mi yapılmış? Güdünüz mü, bunun metnini? Yoo.. İşiniz gücünüz karanlığa kurşun sık- mak.." Arkadan korosu başlıyor: "Bu profesörlere de ne oluyor? Dışardan gazel okuyanları kim kışkırtı- yor? Meclisin kanun yapma yetkisine bu müdahale, ne cüret! Bunlar kendilerini devlet içinde devlet mi sayıyorlar?" Henüz kullanılmayan tâbir "kara cüb- beliler". Öteki; "sınıfta kala kala başı dönmüş velet" ler", bazı kelimeleri hafif farklı olarak kullanıldı bile.. Orduyu da gene, subaylardan değil de ancak en yük- sek komutanlardan müteşekkil sayma zihniyeti bile belirtilerini gösteriyor. Geçenlerde Mithat Perinin Yassıada Hatıralarında okudum. Adada eskiden tanı- dığı bir subaya rastlamış. El sıkışmışlar. Arkadaşları fena halde kızmışlar: "Bir subayın elini neden sık- tın?" diye.. Ne kin, ne gayz değil mi? "Şu subaya kız- mak", "bu subaya kızmak" değil. "Bir subay". H. gisi olursa olsun.. Hasan Dinçerin kanunlaştırmak istettiği, A.P'den bir müfrit kanatla onun en akıl hocalarının sa- vunmasını yaptığı, smet anın ise buna karşı ikaz görevini yerine getirdiği, tehlikelerine dikkati çektiği bir tasarıyı nasıl olur da İsmet Paşa hazırlatır? Hani şunun akıl alacak bir tek tarafı bulunsa, söyleyenin elini öpeceğim. Nasıl, "bu kanunu ordu istiyor, bu kanuna Milli Güvenlik Kurulu lüzum görüyor" hava- sı bir ara yapılmak istenilmişse -lâf aramızda, Genel Kurmay bir şahsın bir şahsa, Hüsnü Özkanın İrfan Tansele hücumuna karşı tebliğ çıkarır da, bu hava estirilmeye kalkışıldığında "ordunun böyle bir talebi filân olmamıştır" diye tebliğ yayınlamaz, ben pek an- layamadım ve bunu hâlâ bekliyorum- neredeyse bir başka hava da,İsmet Paşayla ilgili olarak yapılacak ve diyecekler ki: Siz İsmet Paşanın açıktan söyledik- lerine bakmayın, biz bu kanunu sırf onun arzusu üze- rine çıkartıyoruz! Artık İsmet Paşa ondan sonra 18 Mart 1967. Metin TOKER "Yahu, olur mu böyle şey! Yok böyle şey!" diye çır- pınsın dursun. Bu tarz lâfa inanan bir kişi çılanca, hani onun da benim gidi bu memlekette yaşadığım düşünmek ağırıma gidiyo Haydi diyelim ki İsmet Paşa Başbakanken, aşırı cereyanlar üzerinde durmuş, Adalet Bakanlığından durumun tetkikini istemiş, Adalet Bakanlığının yeni "Hadi Tan'larından biri de bir taslak hazırlamış, bunda, bugün ele geçirilip yayınlanan a hü- kümlere benzer hükümler düşünmüş. Bir , hani İsmet Paşa "komünist tehlikesi"nin nil değildi? Demek ki, farkındaymış. Farkındaymış ve üstüne eğil- miş. Zaten İsmet Paşa bir komünist tehlikesinin her yerde olduğu gibi Türkiyede de bulunduğunu hiç bir zaman reddetmemiş, bunun aksini bir gün hayal et- memiştir. Ama, gene demek ki, bu tehlikenin çapma bugünkü iktidarın koyduğu teşhisten değişik bir teş- his koymuş. Hazırlanan taslak neyse, onu eline bile almamış, üzerinde durmamış, tedbirleri başka saha- larda aramış Bugün Demirel dese ya: "O tasarıyı gördüm. O- lur mu öyle şey?" ve kendi düşündüğü tedbirlerin esas hatlarını söylese.. Karanlığa kurşun! Yapılan, karanlığa kurşun sıkmak değil, getirilmek istenilen karanlığa karşı, zamanında mücadele açmaktır. De- mirelin kendisi, bir niyetin mevcudiyetini saklıyamı- yor. Bakanları, temayüllerini sırayla bildiriyorlar. Memleket, onun aydın çevreleri, profesörler, çeşitli teşekküller elbette ki bu niyet ve bu temayüller ko- nusunda görüşlerini anlatacaklardır. Bir tasarı var ? Var. Bu, mütaleaları alınsın diye, ciddi ciddi, Ba- kanlıklara gönderilmiş mi? Gönderilmiş. O halde, fi- kir belirtenlere "Size ne?", diyecek yerde tasarıdaki tedbirler hakkında ne düşünüldüğünün ifadesi hem daha mantıki, hem daha faydalı değil midir? Niyet ve temayül, beş aşağı on yukarı, erken faşedilmiş o tasarıdaki zihniyet olduğu içindir ki- mantığın yerini hiddet almıştır. Ama, hiç kimse gam yemesin. Menderesin tedbir- leri tartışılmış, bunların kanunlaşmaması için mü- cadele edilmiş, üniversiteler onlar hakkında görüşle- rini söylemişler, ilim haysiyetine sahip profesörler o günler demeçlerini vermişlerdir. Menderes, karanlığı getiren tedbirlerini buna rağmen kanunlaştırmış, Meclisteki çoğunluğuyla bunu gerçekleştirmiştir. e olmuştur? O karanlığın içinde Menderes- le Meclisteki çoğunluğu yollarım kaybetmişlerdir. Ö- tekiler selâmete çıkmayı bilmişlerdir. Bugün, 1967 Türkiyesindeyiz. Kim tepinirse tepin- sin herkes fikrini söyleyecek, karanlık getirecek tedbirlerden vazgeçilmesi için mücadelesini daha bile rahat, daha bile serbest yapacaktır. Tedbirler karanlık getirmeyecekmiş! İyi ya.. Fakat açıklanan tasarıdaki tedbirlerin karanlık getireceğini kabul et- mek, ilk sis belirtilerini Demirelin “Ne vâ?'"'edalı de- mecinden acaba çok daha iyi dağıtmaz mıydı?